Zuhal Şeker

08 Ağustos 2021

Bir tekstil işçisinin mücadelesi neleri değiştirebilir ki demeyin, çok şeyi değiştirmiş

Doğaya, insan sağlığına saygılı malzemelerle üretilen dayanıklı, geri dönüşümlü jeanler, hızlı tüketime de meydan okuyacak anlaşılan

Bu aslında birinin kendi için yaptığı mücadele değil.

Kendisiyle aynı kaderi paylaşan arkadaşları için verdiği bir toplum mücadelesinin hikayesi.

Geçtiğimiz Ekim ayından itibaren Türkiye'ye gelebilmeyi dört gözle bekliyordum. Bu sefer çok özlemiştim. Gözümü daha açmadan ormanlarımız yanmaya başladı. Neye uğradığımızı şaşırdık. Yangın pek çok bölgeyi sardı.

Sonrasını hepimiz biliyoruz.

İçimdeki o çocuksu mutluluktan, dönüş heyecanımdan hiç eser kalmamıştı.

Doğanın ve geleceğinin derdine düşmüş herhangi biri gibi karar verdim; çevre için, ülkem için daha çok mücadele verecektim.

Yakın zamanda tanıştığım ve mücadeleci kimliğiyle beni etkileyen Bego içimdeki alevi daha da pekiştirmişti.

Bego'yu ben Londra'da, ülkesi için iyi işler yapmayı amaçlayan bir dernekten duymuştum: Mozaik.

Ülkesine sevdalı, çok iyi eğitimli, ülkesinin ona kattıklarının değerini bilip, aldığını ülkesine geri vermeye çalışan pırıl pırıl genç insanların kurduğu ve göz bebekleri gibi baktıkları harika bir dernek.

Bir gün, derneğin kurucularından Nilüfer Atalay ile sohbet ederken "Senin mutlaka Bego'yla tanışman lazım" dedi.

O kadar heyecanla anlattı ki Bego'yu, ben de çok merak ettim.

Bego'yla mesajlaştık, Türkiye'ye gittiğimde ilk iş tanışmak için sözleştik.

Kim bu Bego?

Bego olarak tanınan Abdülhalim Demir, tanıdığım en pozitif aktivistlerden birisi.

İmam Hatip'i bitirdikten sonra 15 yaşında Bingöl'den göçmen olarak geldiği İstanbul'da kot kumlama işçisi olarak çalışmaya başlıyor.

Maalesef pek çok kot kumlama işçisi gibi o da bir süre sonra yakalandığı silikozis hastalığı yüzünden akciğerlerinin %46'sını kaybediyor.

İşte onun mücadelesi de böyle başlıyor. O, amansız hastalıkla mücadele ederken, sadece kendisi için değil işçi arkadaşlarının tümü için bir dernek kuruyor.

Kurduğu dayanışma komitesi ile bu amansız hastalığa neden olan kot kumlamanın Türkiye'de yasaklanmasını sağlıyor. Ayrıca silikozis hastalığı da "meslek hastalığı" olarak yasalaşıyor.

‘'Leyleğin Atılmış Yavruları‘'

Bu mücadelesinin başlangıç noktası aslında Bego'nun hastanedeyken yazdığı, isyanını anlatan mektubun medyada yankı bulmasıyla başlıyor.

Mektup hayatını kaybetmek üzere olan bir kot kumlama işçisinin sesi oluyor.

Verilen uzun soluklu mücadele sonunda dönemin Cumhurbaşkanının da katkısıyla Kot Kumlama Türkiye'de yasaklanmış.

Bego bu mücadelenin sadece Türkiye'deki işçiler için değil, tüm tekstil sektörü çalışanlarının mücadelesi olarak görüp konuyu uluslararası platformlara taşımış.

Londra'da, tasarımcıların talep ettikleri dizaynın bunu üreten işçilerin sağlığı üzerinde yarattığı etkileri anlatmaya gidip lobi yapmaya ve bu talebi sonlandırmaya çalışıyor.

İngilizceye hakim olmadığı için bir çevirmene ihtiyaç duymuş. Ama görmüş ki çevirinin etkisi asla orjinal duyguyu yakalayamıyor. Bunun üzerine İngilizce öğrenmeye karar veriyor. Üç ay İngiltere'de dil eğitimi alıyor, daha sonra da aldığı eğitimlerle sunumlarını kendisi yapabiliyor.

Siz de benim gibi "Peki kim bu Bego? Bütün bunları nasıl başarıyor, nasıl akıl ediyor?" diye düşünebilirsiniz.

Ben de merak ettiğim her şeyi sordum... Belli ki zekiydi, ama bunları başarmayı nasıl beceriyordu?

Bir yol göstereni var mıydı? Eğitimine devam etmiş miydi? Çocukları, ailesi? Çalışmak için gurbete göçmüş bir ailenin çocuğu tüm bunları nasıl oluyordu da başarıyordu?

Dinlemek ve öğrenmek için sabırsızlanıyordum.

Sorularımı sakin ve hep aynı ses tonuyla, cevaplıyordu.

"Çocuk gelindim ben." diyor gülümseyerek… "Hani öyle denir ya bizde, ben de çocuk damat! Bizim oralarda adam yerine konmanın tek şartı evlenip ailene bakmaktan geçerdi. O zamanlar buna inanırdım. 19 yaşında evlendim. Ama beni asıl ilk kızımın doğumu çok değiştirdi. Tabii bir de hastalığım…"

Bego'nun şimdi üç kızı ve bir oğlu var.

Hiçbir mücadele kolay değil...

"Benim hayatımı kitaplar değiştirdi!" diyor. "En çok da Victor Hugo'nun Sefiller romanındaki Jean Valjean karakteri."

Belli ki gücünü kaderine küsmek yerine kitaplara sarılmaktan ve çalışmaktan almış Bego. Hastayken de askerdeyken de hep okumuş.

Hem çalışıp hem de dışarıdan liseyi bitirmiş. Sağlığı için mücadeleye devam ederken, açık öğretimde siyasal bilgileri bitirmiş. Bilgisayar yazılımı öğrenmiş ve bir turizm şirketinde çalışmış. Hatta yurt dışındaki rakip şirketten bile iş teklifi almış.

Ama o inandığı yolda, aktivist olarak devam etmek istemiş.

Bego dünyanın ilk ve en geniş sosyal girişimcilik ağı Ashoka fellowship ağına 2016 yılında katılıyor.

Kimseyi düşmanlaştırmadan, kimseye cephe almadan, ötekileştirmek yerine çözüme odaklanan bir felsefeyi yol edinmiş.

"Yıkıcı değil yapıcı olmak lazımdı. Yoksa yol katedemezdik. Markaların işçiye, bizim markalara ihtiyacımız vardı." diye ekliyor.

 

Şu anda Bego, sektörü "Temiz Moda" kavramıyla tanıştırıp örnek bir model kuruyor ve bunu tüm dünyaya bir vaka olarak tanıtmak istiyor.

İnsan emeğine ve doğaya saygı duyan örnek bir üretim merkezleri olduğunu söylüyor Bego. Ana felsefelerinin sürdürülebilir üretim olduğunu ve misyonlarının bu inancı yaymak olduğunu anlatıyor.

"Biz ürünlerimizde zararlı kimyasallar kullanmıyoruz, kullandığımız pamuk organik, ürünü tüketiciye onu üretenin ismiyle ulaştırıyoruz, emeğe saygı üretimin her aşamasında var, kullandığımız hiçbir malzemede kanserojen madde yok. Gereksiz malzeme kullanmamaya çalışıyoruz, etiket gibi. Amaç sektöre bir örnek model kurmak. Ancak bunu başarırsam sektör bana inanacak." diyor.

"Hızlı tüketim değil, kaliteli ve geri dönüşümlü ürünü üretme felsefesini teşvik ediyoruz biz. Bilinçli tüketicinin markası olmak istiyoruz. Mert Fırat gibi marka elçileri ile bu markanın kullanımını yaygınlaştırmak istiyoruz. Bize inanan yatırımcılarımız var. Şirketimizi bir Startup mantığıyla yönetiyoruz."

Doğaya, insan sağlığına saygılı malzemelerle üretilen dayanıklı, geri dönüşümlü jeanler, hızlı tüketime de meydan okuyacak anlaşılan. Daha çok tüketimin doğaya zarar verdiğine, emeğe olan saygıyı azalttığına, bu durumunda işçilerin sağlıksız koşullarda düşük gelirle çalışmasına yol açtığına işaret ediyor.

"Büyük tekstil şirketlerinin sürdürülebilirlik raporları var ama bunu uygularken sahada çok büyük eksiklikleri de oluyor." diyor ve ekliyor hemen yaşadığı bir örnekle…

Zara tekstilin Türkiye'de çalıştığı bir alt yüklenici tekstil fabrikası iflas edince bütün işçileri kendilerini kapının önünde buluyor.

Üstelik hiçbir hak iddia edemeden.

İşçiler bir sürü yol denemiş ama mücadele bir türlü başarılı olamamış.

"Zara'nın sahibine sesimizi duyuramıyorduk. Oysa bizi duysa eminim konu çok çabuk çözülebilirdi. İşçilere verilecek para onlar için hiç büyük bir para değildi ama çalışanlar için çok önemliydi." diyor.

"Sonunda üretimi yapan ve işsiz kalan işçilerle birlikte bir kampanya düzenledik. Bize çok az bir bütçeye mal olan etiketler bastık. Sonra bu etiketleri işçilerin yardımıyla bütün Zara mağazalarındaki ürün etiketlerinin yanına iliştirdik. Kartta şu yazıyor: "Alacağınız ürünü ben yaptım ama paramı alamadım!''

"Sosyal medyada viral olan kampanya, kısa sürede başarıya ulaştı. BBC dahil birçok uluslararası kanalda haber olduk. Bu kampanyayı Zara'nın patronunun görebilmesi için de Fortune dergisine bülten yolladık ve haber yayınlandı. Çalışanlar da kısa bir süre sonra alacaklarını aldılar." diyor.

Bego hemen ekledi: "Aslında bu iş Zara'ya da yaradı çünkü o günden sonra çalıştıkları bütün 3. şirketlerde işçilerinin bordrolarını denetleyecek bir sistem kurdular. Böylece kendi sistemlerini de iyileştirmiş oldular. Bizim amacımız ise gerçekleşmiş oldu." diyor.

Böyle güzel örneklerin artması ve çoğalması için bilinçli tüketiciye, bilinçli üreticilere, Bego gibi örnek insanlara daha çok ihtiyacımız var.

Şimdi ilk iş kendime bir Bego marka jean alacağım ve bundan sonra da tükettiğim her ürünün kim tarafından hangi felsefeyle üretildiğine daha çok dikkat edeceğim.

Siz de kendinize bir Bego kotu almak isterseniz işte link.

Hadi kalın sağlıcakla...