"Beklemeden, birdenbire, yağmur yağar."
Ferzan Özpetek'in kült filmi Cahil Periler'de tanıştığımız bu şarkının sözleri; yalın, sıradan ve bir o kadar da güçlü bir duyguyu çağırmıştı içimizde seneler önce: Aşkı. Aşkın o en beklenmedik anda çıkışını, aniden gelişini, bazen misafirlik edişini, bazen salonun tam ortasına koyulmasını.
Levent Çakır'la Alessandro Nobili'nin hikâyesi de böylesi bir aşkla örülmüş; Ankara Türközü'nü, Adana Ceyhan'ı, Milano'nun uzak bir kasabasını, Lazkiye'yi, Haseke'yi, Halep'i, Şam'ı, Yarmuk Kampı'nı, Nemrut dağını ve Basel'de karlar altında bir düğünü birleştiren bir peri masalı gibi. Bu masalın "perileri" Levo'yla Ale, kötü cadı yok ama devletlerin, sınırların, işkencenin, yoksulluğun, önyargıların çok daha gerçek kötülükleri var.
Levo ve Ale ile tanışıklığımız 2014'e dayanıyor. İsviçre'nin Basel'inde bir etkinlikte tanıştık. Bir yıl geçmişti evliliklerinin üzerinden. Levo, şakayla karışık Ale'yi Şam'da nasıl tavladığını anlatıyordu. Ale, Levo'nun kafasındaki bitlerini temizlerken olanlar olmuş, aşk başlamıştı. Ale'ye göreyse, Levo ona başlarda çok soğuk davranmış, Ale için artık mesele kendini ispatlama yarışına dönmüştü. Gerisi hikâye diyorlardı.
O günlerin hay huyunda o hikâyeyi bölük pörçük dinleyebildim. Sonra araya sınırlar, liranın ışık hızıyla kaybettiği değer, denk gelemeyişler girdi. Ama bit temizlerken başlayan aşkın hikâyesi kendisini anlatmalıydı. 2022'ye kısmet dedik ve onlar Basel'de ben Ankara'da ekran karşısında başladık konuşmaya.
"Bizim mahallede dinsiz olabilirsiniz, devrimci olabilirsiniz ama eşcinsel olamazsınız"
Levent, 1982 Ankara Türközü doğumlu. Bugünlerde hem Milano'da hem İsviçre'de yaşıyor. İsviçre vatandaşı oldu, olacak. Birkaç pürüz, birkaç kağıt işi, gidip gelecek mektuplar var. Ankara'dan buralara uzanan hikâyesinin başlangıcı ise doğduğu, büyüdüğü Türközü mahallesinin gecekondularında saklı.
"Türközü nasıl bir mahalle bilir misin? Türkiye'de devletin sansür uyguladığını kabul ettiği ilk olaylardan birinin başrolündeki mahallemi en iyi tanıtacak hikâye bu sansürün gerisi. 1986'da ebola vakası yaşanıyor. O dönem tabi bir yandan turizm açılımının yapıldığı dönemler. Türkiye'de ebola salgını yaşandığının bilinmemesi gerekiyor. Tabii sansür devreye giriyor. Sonrasında bu sansürü resmi kanallar da kabul ediliyor. Öyle bir yer işte. Gecekondu mahallesi. Kanalizasyon sistemi varla yok arasında. Elektrik büyük lüks.
"Belediye seçimleri zamanında başkan adaylarının temel vaadinin kanalizasyon yapmak, tapu dağıtmak, elektrik vermek olduğu bir yer. Kendi yankı odası içinde yaşayan bir getto. Dışarıdan gelen birinin hemen dışarlıklı olduğunun anlaşıldığı, herkesin birbiriyle sorunlu olduğu ama akşamına tekrardan barışmak zorunda kaldığı klasik kenar mahalle anlayacağın."
Polisin ana caddede devriye attığını ama ara sokaklara girmediğini anlatıyor Levent. Mahallede kavga çıkınca çocuklar olarak caddeye çıkıp polis çağırdıklarını ama çabalarının nafile kaldığını. "Polisin giremediğinden değil, işine gelmediğinden girmek istemediği bir yer" diye ekliyor ve bu mahallede geçen günlerini anlatırken birden duraklıyor:
"Bizim mahallede dinsiz olabilirsiniz, devrimci olabilirsiniz, hafiften ‘yollu' da olabilirsiniz ama eşcinsel olamazsınız. Daha çocukken fark ediyordunuz bunu."
Durakladığı yerden annesine geçiyor. Gecekondularının duvarında 80'lerden kalma "Mahir, Hüseyin, Ulaş. Kurtuluşa kadar savaş" yazısının yanına kondurulan bir başka yazıyı, "Deli Satı, mahallenin psikopatı" yazını hatırlıyor. Satı, annesinin adı. Hakkında yazılama yapılacak kadar ünlü biri mahallede. "Onun çocuğu olarak eşcinsel olduğunu söylemek imkansızdı" diyor. Sonra da bu bahsi kapatıyor usulca.
İşkenceyle girilen 18 yaş
Mahalleden arkadaşlarıyla hâlâ irtibatta olup olmadığını sorarak konuyu değiştirmesine yardımcı olmak istiyorum. Ama burada da konu değişemiyor.
"Çocukluk arkadaşlarımın çoğu ya öldü ya hapiste. Bazısı trafik kazasından öldü, bazısı birbirini vurdu, soba zehirlenmesinden ölenler oldu. Benim orada hayatta kalabilmem sadece oradan çıkabilmemle mümkündü. O mahallede daha fazla kalamayacağımı anlayınca devrimcilerle tanıştım lisede. 97-98 yılları. O zamanlar Veli Saçılık bizim üst mahalleden komşumuzdu. Gazete satıyordu. Veli abi diye saygı duyduğumuzu hatırlıyorum. Devrimciydi Veli abi ve ben de etkilenmiştim açıkçası.
"İlk defa Ankara'nın varoşundan Kızılay'a beni devrimciler götürmüştü mesela. Getto dediğimiz mahalleler böyle yerlerdi… Mahalleden çıkabileceğime dair ufkum açıldı devrimcilerle tanışınca. Böylece devrimci olabildim. O dönem içinde yaşarken neyi yaşadığını bile anlamıyorsun. Devrimciliğin ne olduğunu, sosyalizmin ne olduğunu bilmiyordum. Üç kitap okumuşum hayatım boyunca. Anla yani vaziyeti. Devrimcilik, benim için polise, polis şiddetine direnmekti. 17 yaşında polis beni kaçırmış mesela. İşkencenin her türlüsünü uygulamışlar. Ama ben devrimciyim ya, ağzımı açmıyorum. En son Kırıkkale'ye yakın ormanlık bir alana attılar beni. Kendime geldiğimde doğum günüm geçmiş, 18 yaşıma Kırıkkale Devlet Hastanesi'nde girmişim."
"İlk defa altından kalkamayacağım bir şeyle karşı karşıya kalmıştım"
Sonrası Türkiye klasiği. Üç defa üniversiteden atılma, gözaltılar, hakkında açılan bir sürü dava, iki yıl tutukluluk, yine eylemler, yine gözaltılar… Yaş ilerliyor bir yandan. KPSS'ye giriyor, Adana Ceyhan'da petrol taşıma şirketine memur olarak işe başlıyor Levent. Bir yandan da davalarının sonuçlanmasını bekliyor. Yılan hikâyesine dönen davalarının hangisinden, ne kadar ceza alacağını bilmiyor. Ama o güne kadar saklamak zorunda kaldığı eşcinsel kimliğini onurla taşımak istiyor artık. Şansına, Adana'da o dönem Çukurova Eşcinsel İnisiyatifi kuruluyor, Sivil Toplum Geliştirme Merkezi'nin destekleriyle Kaos GL'den isimler gidip gelmeye başlıyor Adana'ya. Hemen örgütleniyor. Ve Ale'yle de yolu burada kesişiyor. Ama öncesinde aşması gereken başka bir şey oluyor Levent'in.
"Daha önce ölümüne kadar işkencede dayanmış birisiyim. İlk defa ben altından kalkamayacağım bir şey ile karşı karşıya kaldım, kendi kimliğimle. Kendimle yüzleşmeliyim dedim. Ben tam bu meselelerle boğuşurken, bir yandan da Türkçe dersi veriyordum yabancılara. Ale'yi orada tanıdım. Sonra birdenbire Çukurova Eşcinsel İnisiyatifi toplantısında da gördüm. Ben kimliğimle açık mıyım, değil miyim diye debelenedurayım bayağı açılmış oldum aslında. Kabak gibi ortadaydım."
-Oğlum ibne misin sen?
-Hem de nasıl!
Tam burada Ale'ye dönüyorum. Tanışma hikâyelerini ondan da dinlemek istiyorum ama öncesinde anlatılmayı ve dinlenmeyi bekleyen başka bir hikâyesi var Ale'nin de. Milano'nun merkeze bir hayli uzak bir kasabasında başlayan bir hikâye.
"Milano'nun dışında doğdum 1980 yılında. Sakin bir çocukluk geçirdim. Sıkıcı bir yerdi. Küçük bir kasaba. Mobilya üretimiyle ünlü olan bir yer. Babamın ailesi bu işle meşguldü. Babam zaten doktorluğu bırakmıştı aile mesleğiyle ilgilenmek için. Dört tane kuzenle birlikte kocaman bir atölyenin içinde büyüdüm. Her tarafta eski makinalar, eski mobilyalar vardı."
Hemen Levent araya giriyor, "Mobilya atölyesi dediğine bakma sen kaç yüzyıllık yer" diyor. Ale de doğruluyor. Anlayacağımız, Ale'nin baba tarafı Milano'nun kasaba zenginlerinden. Peki ya annesi? Annesinin ailesi?
Annesi kasaba değil, şehir kadını. Aslen Floransalı bir ailenin kızı ama 50'lerde Milano'ya taşınmış. 1968 kuşağının öğrenci önderlerinden annesi Milano'yu da sarsan öğrenci eylemlerinin en önlerinde yer alıyor. Muhafazakâr, klasik İtalyan erkeği diyebileceğimiz babasının aksine annesi, Ale'nin hayatında çok önemli bir yer taşıyor.
"2001 yılında İtalya'da savaş ve küreselleşme karşıtı hareket vardı, eşcinseller de o hareketin parçasıydı. Levent'in anlattığına göre Türkiye'de de öyleymiş. Neyse ben de o dönem yavaş yavaş bir partiye yaklaşıyordum. O partinin bir eşcinsel örgütü de vardı. Onların toplantılarına katılmaya başlamıştım. Üniversitede okuyordum. Yoldaşlarım seminere çağırıyorlar. İki gün oturacaktık, küreselleşme karşıtı harekette eşcinsellerin rolünü konuşacaktık. Ben böyle bir etkinliğe katılacağım dedim bizimkilere. Bu konuyu inceleyen bir etkinlik, dedim. Annem herhalde fırsat bu fırsat dedi ve o soruyu sordu: ‘Peki senin bu merakın nereden geliyor?' İlgileniyorum dedim ama anneme yutturamadım. Acaba eşcinsel olmandan dolayı olabilir mi dedi. Ben de tam da ondan dedim. Annem çok sakin kalmaya çalıştı. Babam hiç sakin olmaya çalışmadı. Bir buçuk ay boyunca babam benle konuşmadı. Annemle beni evden attı, Milano'da yaşayan anneanneme gittik. Anneannemin tepkisi ‘Bunu dedikten sonra bana daha çekici geliyorsun. Senin değişik olmanı çok isterdim, değişik çıktın, ben de değişiğim. Biz değişiğiz' oldu."
Sonrası okul biter, iş güç telaşı başlar. Ale tam da o sırada öğrenci değişim programı gibi bir öğretmen değişim programından haberdar olur. "Milano'da çürümek yerine" bir yerlere gitmek ister. Avrupa ülkelerinin bir kısmını görmüştür. Zaten orada rekabet de çoktur. Türkiye'yi yazar. İstanbul, Ankara, en olmadı İzmir'e gideceğini düşünürken bir kağıt gelir. Kaderine Adana çıkmıştır ve Adana hakkında en ufak bir fikri dahi yoktur. Google reisin yardımına sığınır, kendisini kocaman bir cami resmi karşılar. Biraz korkar. Başlar tanıdık bulma çabasına Türkiye'de
"Bilgisayara girdim, Adana yazdım, görsel olarak kocaman bir cami çıktı. Ben nereye gidiyorum diye çok korktum. Tanıdığınız Türk var mı, eşcinsel Türk var mı diye internette soruştura soruştura Messenger üzerinden biriyle tanıştım. Ankaralı biriyle tanıştım. O da bana Adana'dan bir avukatın iletişimini verdi. STGM diye bir derneğin desteklediği bir örgütlenme olduğunu söyledi Adana'da. Ve gittim o toplantıya. Orada da Levent'le tanıştım."
Kendine cezaevi alışverişi yaparken…
Tanışıklıkları başta mesafelidir. Levent, soğuk davranır Ale'ye. Ale de Avrupa'dan gelen uzun boylu, ince, beyaz bir gey olarak pek revaçtadır zaten. Ama Levent'in soğuk davranma sebebi başkadır. Tam o zaman avukatından bir telefon alır. Cezası onaylanmıştır ve avukatı Ankara'ya gelmesini, böylece Ankara'da bir cezaevine gidebileceğini önerir.
"Bir gün avukattan telefon geldi, cezan onaylandı, o yüzden, nerede yakalanırsan orada kalırsın, istersen buraya gel ailenin yanına dedi. Ben de teşekkür ederim yazılması ne kadar sürer dedim. Bir hafta ile üç ay arasını bulabilir. Bunun üzerine memurum, maaşımı almışım. Cezaevi alışverişine çıktım. Daha önce cezaevinde kaldığımda annemin aldığı kıyafetlere cezaevi yönetimi hep sorun çıkartıyordu. Kadının üç kuruş parası var zaten, bunlarla uğraşmasın diye kıyafet alışverişi yaptım. Kitapçılara gittim, cezaevinde okunacak kitapları almaya başladım.
"Sonra birden dank etti bana. Ya ben napıyorum, ben kendime cezaevi alışverişi yapıyorum dedim. O dönem çalıştığım yerin tankerleri günübirlik Lazkiye'ye gidiyordu. İşçiler de gemiye binip orada limanda balık tutarlardı, İskenderun'a satarlardı, ek gelir olurdu. Bir gün ben de balığa geleceğim dedim. Tabi benim derdim balık tutmak değildi. Lazkiye limanına yaklaştı, ben gemiden indim. İş arkadaşlarım arkamdan bağırıyordu. Tecrübesiz turist sanıyorlardı ama benim derdim kaçmaktı."
Yarmuk Kampı'nın yeni yurtsuzu
Sonrası Suriye'nin dört bir yanında kaçak hayatı. Pasaport yok, izin yok. Bir müddet Haseke'de kalır Levent. Ardından Halep'e gider. Hep birilerinin evinde misafirdir. Özellikle de Irak'tan, Saddam zulmünden kaçan Kürtlerin evinde. Ama rahatsız hisseder kendisini. Herhangi bir kötü davranıştan değil, zaten çok yoksul olan insanlara yük olduğu için.
"Hataylı olup Suriye'de yaşamaya başlayan arkadaşlarım vardı. Onlara ulaşmaya çalıştım. Bir müddet Haseke'de kaldım. Bir müddet Halep'te kaldım. Savaş yoktu ve çok güzel bir şehirdi. Görebildim diye mutlu hissediyordum. Ekonomik durumu en kötü olanlar oradaki Kürtlerdi. Avrupa'ya gidememişler, kimlikleri yok, çalışamıyorlar, elektrikleri yok, bir de onların üzerinde misafir olarak kalmak kötü hissediyordu. Suriye'de insan kaçakçıları vardı ama yüzde 95'i Türkiye üzerinden gidiyordu ve ben Türkiye'den kaçmışım. Napayım derken, dolandırıldım insan kaçakçıları tarafından. Artık tak etti. Param da suyunu çekiyordu. En iyisi büyükşehirde boğulayım dedim, Şam'a gittim."
Şam merkezine 8 km uzaklıktaki bir kamp kapılarını açar Levent'e. İsrail devletinin yerinden yurdundan ettiği Filistinli göçmenlerim kampı Yarmuk. Gerçi Levent gittiğinde artık kamp denemez oraya. Adeta kendi başına bir şehirdir. Ama Yarmuk, seneler sonra bu sefer Türkiye'den kaçan eşcinsel bir devrimciyi ağırlamaktadır.
"Kamp diyorlar ama artık kendi başına şehre dönüşmüş bir yer Yarmuk. Şam'ın belki de en kötü mahallesiydi. En ucuz oteli orada bulmuştum. Otel de değil, izbe bir mekanda bekar erkekler evi. Hiçbir altyapı yok. Temizlenmek bile sorun. İnsanlar büyük bir sefalete mahkum edilmiş. Orada bitlendim. Şehrin varoşundayım, en kötü yerindeyim, en lüks yeri kale gibi duvarlarla çevrilmiş bürokrasinin, Esad ailesinin yaşadığı yere uzaktan bakıyorum. Oraya girebilmek ayrıcalıklı bir şeydi. Seçkinlerin yaşadığı bir yer. Taktım kafaya. Bakacağım orada ne var? Bir gün otelden çıktım, duvarlardan atladım girdim, kimliğim filan da yok, kaçaksın Suriye'de. İçeriye girdikten sonra dolaşırken bir kafe gördüm, oturdum. İngilizce Türkçe değişik sesler geliyordu. Bir baktım masaya, Ale orada."
Şam'da beklemeden, birdenbire…
Adana'da tanışan yolları, Şam'da kesişir artık. Ale, Şam'da İtalyan Büyükelçiliği'nde bir iş bulmuştur. Levo da onun yanına taşınır. Artık ikisinin de kendilerini ağırdan satmaya niyeti yoktur. Sevgili olurlar. Bu sırada Levent İsviçre'ye iltica başvurusunda bulunur. Her şey yolunda gibi gözükse de, öpüşürken korkusu bir şeylerin aşklarına ilk hüznü getirir…
"Ale'ye seviştiğin adama terörist diyorlar diye açıkça söyleme gereği duydum. Onun durduğu yerden benim hayatım egzotik görülebilir ama birebir yüzleşmek başka bir şey. Anlamaya çalışıyor, Avrupa'ya çıkmak için beni mi kullanıyor diye de düşünüyordur muhtemelen. Benimse kafamda bin türlü endişe. Bu soruların hepsi her sevişmemizde gözlerimizin içindeydi. Konuşmuyorduk hiç ama göz göze baktığımızda aramıza giriyordu bütün bu meseleler."
Ale, hiç de öyle düşünmediğini söylese de o dönemler hem Levent'i hem de yaşadıklarını anlamakta zorlandığını kabul ediyor. Ama bir yandan da onu kaybetmek istemiyor. İsviçre fikrini de Levent'in aklına Ale sokuyor. "Hem Milano'ya da yakın, ben gelirim sürekli, seni görürüm" diyerek ikna ediyor Levent'i.
Levent'in iltica başvurusu onaylanır. O arada onaylanan cezası için infaz erteleme hakkını kullanır. Bir diğer cezası onaylanmadan çok kısa sürede Türkiye'ye dönüyor, pasaportunu alıyor, yurtdışına çıkış yasağını kaldırır ve Ale de yanında Milano'ya giderler. Bir haftalık İtalya gezisinin ardından Basel'e geçiyor Levent ve artık kayıtlı bir mülteci olarak hayatı başlar.
İlişkileri sürüyor. 2013'te Basel'de peri masalı gibi bir düğünle evleniyorlar bir de. On beş yıllık ilişkileri, 40'larında iki eşcinsel erkek. "Erken ölürüm sanırken şimdi bir de olgun gey bir çift nasıl davranmalı derdindeyiz" diye anlatıyor şimdilerini Levent.
Gerisi mi? Gerisi hikâye… Ufak bir çentikle:
- Ben Levent'e onu tanıdıkça, her geçen gün daha fazla aşık oldum. Onu, kim olduğunu öğrendikçe sevdim.
- Bense Ale'ye çok net bir anda aşık oldum. O, Nemrut dağındaydı arkadaşlarıyla. O zamanlar ne benim İtalyancam iyi, ne onun Türkçesi. Yazdığım bir mesajı yanlış anlamış, ondan ayrılmak istediğimi sanmış. Herkesi, her şeyi bırakıp bana koşmuş. Nefes nefese onu gördüğümde anladım ben…
Yıldız Tar kimdir? Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor. T24 internet gazetesine “İnsan Manzaraları” başlıklı portre röportajlar yapıyor. |