"Çingeneler burayı bastı, depremzedeler yemek yiyemiyor."
Deprem bölgesinde yaşayan Dom ve Abdallar, kim bilir kaç kere bu cümleyi duydular afet yardım merkezlerinde. Bazen yüzlerine söylendi, bazen arkalarından. Bazen kibarca kovuldular, bazen de kovanlar o kadar da kibar değildi.
Bu cümle her ne kadar yanlış olsa da, maalesef ki yalnız değil. Depremden etkilenen Dom ve Abdallara karşı derinleşen ayrımcılık ve eşitsizlik sadece deprem bölgesinde değil, eğer bir şekilde başka bir yere gidebildilerse gittikleri yerde de peşlerini bırakmıyor. Ayrımcılık deyip geçmeyin, afet zamanında ayrımcılık aynı zamanda açlık, susuzluk, şiddet, tehdit, başını sokacak bir çadır bile bulamamak anlamına geliyor.
Depremin ilk gününden itibaren bölgedeki Dom ve Abdallarla dayanışmaya çalışan Romani Godi'nin şahit oldukları depremin ayrımcılığı yıkmak bir yana, nasıl da derinleştirdiğini ortaya koyuyor. Bir yandan hem bölgede hem masa başında hummalı bir çalışmayla dayanışmaya, Dom ve Abdalların dertlerini yetkililere anlatmaya çalışan Romani Godi, geçtiğimiz günlerde bir bilgi notu da yayımladı, "Eşit gözüken şeyler gerçekten eşit mi" diye sordu.
Gerçekten öyle mi? Bu soruya yanıtları Romani Godi adı resmi kayıtlarda kabul edilemediği için Roman Hafıza Çalışma Derneği olarak faaliyet yürüten örgütten Göktan Yıldırım, Sıfır Ayrımcılık Derneği’nden Elmas Arus ve Pınar İpek'le konuştuk.
Her çocuğa bir tane yuvarlak makarna
Kendi anadillerindeki isimlerini devletin kabul etmemesi bile süregiden ayrımcılığı gösterse de, Arus'a göre deprem olmasa da eşitlik zaten yok. Özellikle bölgede yaşayan Dom ve Abdalların normal zamanlarda bırakın haklara erişmeyi, sistemin kendisine bile erişemediğini anlatıyor Arus telefon görüşmemizde. Hâl böyle olunca, deprem de her şeyin tuzu biberi olmuş.
"Diğer depremzedelerin faydalandığı hiçbir şeyden faydalanamadılar. Sisteme erişemiyor, mahalle muhtarları aracılığıyla sistemin içine giriliyor ama mahalle muhtarları, kendi muhtarları da dahil olmak üzere etkisiz kaldı. Muhtarların, Domlara saldırdığı örnekleri bile gördük. Depremde bizim grupların mahalleleri de çok fazla hasar gördü. Hatay'da iki mahalle tamamen yıkıldı. Sadece o iki mahallede üç yüzün üzerinde ölü var. Çoğunluğu günübirlik işlerle geçinen insanlar. Ortada ne bir birikim ne de kendilerini birkaç gün dahi olsa götürebilecek gıdaları var."
Bunca yoksulluk ve ayrımcılık varken Dom ve Abdallar nasıl hayatta kaldılar? Arus'un verdiği örnekler başka hiçbir söze yer bırakmıyor.
"İlk üç gün Hatay'a dayanışmayla İstanbul'dan günlük ekmek, salça ve zeytin yollayabildik. Onlarla yaşamaya çalıştılar. İlk üç gün açlıkla mücadele demekti. Antep'te görüştüğümüz bir kadın ellerinde sadece 500 gram makarna olduğunu, o makarnayı kaynatıp her çocuğa sadece bir tane yuvarlak makarna vererek ağlamalarını durdurmaya çalıştıklarını anlattı."
Domlar da depremzede değil mi?
İlk günden beri deprem bölgelerini gezen, ihtiyaçları tespit etmek ulaştırmaya çalışan Göktan Yıldırım'ı, Arus'un aktardıklarını konuşmak için aradığımdaysa bir keşmekeşin içinde buluyorum kendisini. Mersin'deki geçici bir yerleşim merkezinde Yıldırım. Bir yandan yetkililerle tartışıyor. Konuşabilmek için bekliyorum. Tartışmanın sebebiyse merkezde kalan Dom bir aileyi yetkililerin oradan atmak istemesi. Sebep, depremzede şikayeti. Domlar da depremzede değil mi? Yetkililere göre belli ki değiller.
"Depremden etkilenen şehirler Dom ve Abdalların çok yoğun yaşadığı yerler. Mahallelerinin neredeyse tamamı yok oldu. İlk birkaç günlük süreçte, eşitsizlik görünür halde değildi. Herkesin ortak dile getirdiği sorunları Dom ve Abdallar da dile getiriyordu: Yardımlar gelmedi, devlet gelmedi. İlk birkaç gün kamuya ya da AFAD'a ait bir şey görmediklerini söylüyorlardı. Üç günün ardından kamu görevlilerini Domlar görmeye başladığında ise bu sefer kamu görevlileri onları görmemeye başladılar. Kimi yardımların verilmediği, Kızılay çadırından, belediyenin açtığı stantlardan uzaklaştırıldıklarını, kendilerine yağmacı dediklerini dinledik neredeyse herkesten."
"Çingeneler yemek yiyor, biz yiyemiyoruz"
Hâl böyle olunca Domlar ister istemez başka mahallelere gidip bir ekmek, bir şişe su bulmak istemişler. Ama başka mahallelerdeki su ve gıdaya talip olduklarında ise ayrımcılık ve dışlamayla karşılaştıklarını aktarıyor Arus.
"Gaziantep'te çadır isteyen Domlar kovuldu. Urfa'da 'siz hırsızsınız' diyerek geri yollandılar. Çingene oldukları anlaşıldığı zaman hemen kovuluyorlar. Antep'in bir kısmında çadır ve gıdaya erişebiliyorlar ama diğer bölgelerde kendi dayanışmamız üzerinden gıdaya erişebiliyorlar. Adıyaman'da bir yardım merkezine gittiklerinde mesela, 'Burayı çingeneler bastı, yemek yiyorlar diye biz yemek yiyemiyoruz' diye hem diğer depremzedeler hem de yardım dağıtanlar kovdular aileleri.
"Dom ve Abdallar, gemi batarken ilk atılması gerekenler olarak görülüyor. Biz gemiden atılacak gruplarız gemi batmasın diye. Bunu hissettirmek bile psikolojik şiddet ve ayrımcılığın ta kendisi. Depremle birlikte iş olanaklarını kaybettiler, bulundukları yerden başka yere gidince de dışlanıyorlar. Biz önceden hizmetlerin eşit dağıtılmasıyla ilgili eşitlik yetmez adil hizmet diyorduk. Şimdi hizmet hiç gitmiyor. Adil paylaşımdan hiç bahsedemiyoruz. İnsanlar hayatta kalmak zorunda. Karnını doyurmak zorunda. Başka alternatifleri yok. Kaynak azsa, bizim gruplar da talipse o kaynağı korumak isteyen bir kesim çıkıyor ve kovuyorlar."
Gidilen şehirlerden de kovulma
Kendi mahallesi yıkılan, mahallesine yardım gelmeyen, başka mahalleye gittiğinde ise kovulan depremzedeler ne yapar? Tek çare başka şehre gitmek kalıyor. Yıldırım'ın anlattıklarına göre başka şehre gitmek de derde derman olmuyor, hatta durumu iyice zorlaştırıyor.
"İnsanlar şehri terk etme telaşında ama Dom ve Abdallar nereye gideceğini bilemiyor. Şehirden tahliye olmak istediklerinde, nereye gidebilecekleri, kamu kurumunun geçici barınma alanı var mı haberdar değillerdi. Sokakta kalanlar çok fazla oldu. Yerellerdeki Roman örgütlerin devreye girmesiyle yönlendirmeler başladı. Orada da sorun bitmedi ama. Biz bir kurumu arıyoruz mesela, soruyoruz. Kalabalık aileler, yer var mı var, diye. Var diyorlar ama Dom aile gidince yer olmuyor. Aile aradığı zaman yer yok diyorlar. Ankara'da güç bela bir cemevine yerleştirdiğimiz aile ancak bir gün kalabildi. 'Siz kağıt toplayıcı değil misiniz? Zaten eviniz filan yoktur. Çadıra alışıksınızdır' denildiği için apar topar geri döndüler Hatay'a. Şehir dışına giden insanları gittikleri yerlerde, anadillerini, Domari'yi konuşması daha hızlı damgalama, dil üzerinden de bir ayrımcılık yaşanmasına yol açıyor. Karmaşa durumu var. Hem deprem bölgesinden ayrılmak istiyorlar. Gittikleri yerde yaşam alanı bulamayınca geri dönüyorlar."
Ama mesele sadece yoksulluk değil. Yıldırım, Hatay'da ekonomik durumu nispeten iyi olan, eğitimde istihdamda yer alan ailelerin de ayrımcılıkla karşılaştığını anlatıyor. Parası olsa bile ev tutamayan mı dersin, gittiği yerde istenmeyen mi…
Kendi söküğünü kendi dikmek
Pınar İpek de Antalya'da ve Mersin'de ailelerin yaşadıklarını anlatıyor görüşmemizde. "Dom bir kadınım, eğitim almış, kurumlarla aynı dili konuşabilen biriyim" diyor. Kendisi konuşunca kurumların harekete geçtiğini ama bunun da kısa süreli olduğunu anlatıyor.
"O kurumun diliyle konuşmayı bilen biriyim. Bu yüzden muhatap alınıyorum. Taleplerimiz karşısında ilgi gösteriyorlar. Yardım ettiklerini söylüyorlar ama gruplara dönüp sorduğumuzda asla gitmediğini söylediler. Ama tekrar sorduğumuzda aynı dili konuştuğumuz için bizim de çingene olduğumuz akıllarına gelmedikleri için 'Bunlar hep yalancı, hırsız. Depoluyorlar' diyorlar bize. Mersin'de sadece yemek aldıkları için 'çingenesiniz, fazla yemek alıyorsunuz' diyenler mi dersiniz; yemek dağıtanların Domlar gelince ağzını kapatması mı… Çünkü onlara göre de pis çingeneler…
4 tane kız çocuğunu depremde kaybetmiş bir anneyle görüştük mesela. İki çocuğu kalmış. Antalya'ya gidiyorlar. AFAD çadırı yanında bir binada kalıyorlar. 'Pis çingeneler gidin' diyerek buradan kovuyorlar. Kaymakamlık, valilik yardımlarına ulaşmak ne mümkün? Hayatta kalan bir oğlu üniversite öğrencisi. Sürekli ağlayarak anlatıyor. 'Annemi kovdular abla' diyor bana. Anne ise, dört çocuğumu kaybettim ama yas tutamıyorum sürekli birilerinin kapısında diğer iki çocuğum için yardım istiyorum, diyor. İmkan olsa bile korkudan, hakaretten dolayı daha kötü koşullarda bir arada kalmak istiyorlar, kendi gruplarının içine dönmeye çalışıyorlar."
Kahramanmaraş depreminin Roman gruplarının üzerine etkisi bilgi notundan
"Romani Godi olarak bölgeden iletişime geçtiğimiz veya bize ulaşan deprem bölgesindeki danışanlar, deprem sonrası ikinci günden itibaren ayrımcılığı ve eşitsizliği daha fazla hissettiklerini aktarırken sosyal medya platformlarına da bakıldığı zaman depremin üçüncü ve onuncu günleri arasında nefret söylemlerinde artış yaşandığı görülmüştür. Danışanların birçoğu yaşadıkları ayrımcı muamelelere karşı hak arama sürecinden çekindiklerini veya yaşadıkları ayrımcılık vakalarına tepki gösteremediklerini; çünkü yardımlardan ve desteklerden faydalanamamaktan çekindiklerini belirtmişlerdir."
Yıldız Tar kimdir? Sıfatsız gazeteci, Boğaziçi terk, Cranberries hayranı, fantastik roman müptelası. 2013 yılında gazeteciliğe başladı. Etkin Haber Ajansı'nda editör, Özgür Radyo'da program yapımcısı ve sunucusu olarak çalıştıktan sonra 2014'ten beri LGBTİ+ internet gazetesi KaosGL.org'ta sırasıyla muhabir, editör ve yayın yönetmeni olarak çalıştı. Halen bu görevi sürdürüyor. Sol, sosyalist siyasi partilerle LGBTİ+ hakları üzerine röportajları "Yoldaş Ben İbneyim" başlığıyla, trans kadınlarla röportajları "Dönmelere Doyamadık" ve Türkiye'deki LGBTİ+ hareketinin tarihine ilişkin sözlü tarih çalışması "Patikalar: Resmî Tarihe Çentik" ismiyle kitaplaştı. Kaos GL Derneği'nin senelik medya izleme raporunu kaleme alıyor. Çeşitli gazete, dergi, kitap ve dijital mecralarda LGBTİ+ hakları, hafıza çalışmaları, edebiyat, nefret söylemi ve medya okur yazarlığı üzerine yazıları yayımlanıyor. T24'te "İnsan Manzaraları" başlıklı portre röportajlar yapıyor. |