Seçimler yaklaştıkça bir koalisyon hükümeti ihtimali giderek daha çok konuşuluyor. Fakat bu madalyonun bir yüzü daha var, o da koalisyon kurulmazsa neler olacağı, gidilecek bir erken genel seçimden kimin, nasıl kazançlı çıkabileceği. Bu her ne kadar bir profesyonel falcılık girişimi de olsa, hem Türkiye, hem de çevresinde yaşananlar, böyle bir olası genel seçimden HDP’nin çok kazançlı çıkabileceğine işaret ediyor. Bunu düşündüren ise, son beş- altı ayda çeşitli sebeplerle referans gösterilen Syriza’nın geçmişidir.
Son dönemlerde yapılan yorumlar sıkça HDP’nin barajı aşıp, MHP’nin oylarının yüzde 20’ye yaklaştığı bir seçimde, AKP’nin Meclis'te tek başına hükümet kurabilecek çoğunluğu bulamayacağı ihtimalinin altını çiziyor. Bu durumda AKP koalisyon için ancak MHP veya HDP’ye dönebilir. Fakat Türkiye’de siyasetin son 10 yıldır içine sıkışıp kaldığı kutuplaşma ortamı Meclis'ten işleyen bir koalisyonun çıkmasını zorlaştırır, zira muhalefet bir süredir Erdoğan/başkanlık karşıtlığı üzerinden, hükümet ise kendisinden gayrı herkese karşı olmak üzerinden siyaset yürütüyor. Bu sebeple, eğer koalisyon ihtimali söz konusu ise, burada düşünülmesi gereken sadece bu koalisyonun ortaklarının kimler olabileceği sorusu değil, aynı zamanda hükümet kurulamazsa yeni siyasetin nasıl şekilleneceğidir.
Syriza’nın gösterdiği
Bu noktada, işbaşına geldiğinden beri sıkça HDP ile arasında bir benzerlik kurulmaya çalışılan Syriza’nın öyküsüne bakmakta fayda var. Bu benzerlik, genellikle iki partinin liderleri Demirtaş ve Tsipras’ın hâl-tavırları, siyasal tarzları, partilerinin dünya görüşlerinin yakınlığı ve en önemlisi de, ülkelerindeki siyasete getirdikleri yeni soluk ve söylem üzerinden kuruluyor. Benim bu yazıda göstermek istediğim HDP’nin Syriza ile bu siyasal-ekonomik eksende değil de, başka bir siyasi ihtimal üzerinden paylaştığı ortaklıktır. Nitekim, Syriza’yı Yunanistan’da iktidara taşıyan ekonomik kriz dalgası ve bu sayede kendisine bir karşılık bulabilen “yeni söylem” hikâyesinin Türkiye siyasetindeki muadili AKP’nin iktidara geliş öyküsüdür.
Artık Syriza’nın çıkış hikâyesi neredeyse hepimizin malumu. Euro bölgesi krizinin Yunanistan’daki borç krizi ile patlak vermesi üzerine uygulanan kemer sıkma politikaları ve bu politikaların yarattığı insanı kriz, seçmeni sistem partilerinden uzaklaştırıp daha radikal alternatifler aramaya yöneltti. Bunun bir ucu aşırı sağda Altın Şafak gibi ırkçı partiler olurken, diğer ucu ise önce bir koalisyon olarak toplanıp, daha sonra kendisini Syriza ile parti olarak tesis eden radikal sol oldu. Syriza koalisyon olarak girdiği 2007 genel seçimlerinde yüzde 5 oy alarak, barajı geçip parlamentoya girdi. Bir sonraki seçimlere ise ilk kez parti olarak girip, önemli bir başarı göstererek oylarınıyüzde 16’ya, parlamentodaki sandalye sayısını ise dört katına çıkarttı.
Yunanistan her ne kadar bize göre yüzde 3 seçim barajı ile daha demokratik gibi görünse de, onlar da benzer bir askeri mirastan muzdarip. Seçimlerden galip çıkacağı öngörülen merkez partilerini güçlendirmek ve seçimi kazanan partinin parlamentodaki ağırlığını arttırmak amacıyla, birinci partiye mecliste 50 sandalye bonusu veriliyor. Yani doğurduğu sonuçlar itibarıyla, bizdeki yüzde 10 barajı ile benzer bir durumdan bahsedebiliriz.
Bu yazıda bizi ilgilendiren de, Mayıs 2012 seçimlerinden sonra yaşananlar. Syriza ilk kez parti olarak girdiği bu seçimlerden ikinci olarak çıktı ama hükümet kurulamadı. Bir ay sonra, Haziran 2012’de erken genel seçime gidildiği zaman Syriza oylarında yüzde 10’a yakın bir artış görüyoruz. Syriza'nın yüzde 27 ile ikinci parti olarak çıktığı seçimlerde Yeni Demokrasi oyların yüzde 29’unu alınca, 50 sandalye bonusu ile iktidar olurken, Syriza ana muhalefet koltuğuna oturuyor. Analistler kısa sürede gerçekleşen bu oy artışında Syriza’nın Mayıs ayında merkez sağ ve merkez sol ile koalisyon yapmayı reddetmesinin ve çizgisinden taviz vermemesinin çok büyük bir payı olduğu düşünüyorlar.
Erken seçim ve ekonomi
Şimdi bu senaryoyu Türkiye’ye uyarlayalım. Elbette ki, Syriza’yı iktidara taşıyan yolda, partinin vaatlerinin ve getirdiği yeni söylemin payı Yunanistan’daki reel koşullardan bağımsız düşünülemez. Ekonomik krizler her yerde bir iktidarın parti kimliğinde bir değişimi de beraberlerinde getirirler, hatta genel olarak seçmeni sol partilere yöneltirler. (1)
Oy kullanmanın ekonomik belirleyenleri literatürü seçmen üzerinde etki sahibi olan üç ana ekonomik faktörden bahseder: İşsizlik, enflasyon ve gelir seviyesi. Seçmenin bu üç değişken ekseninde ya geriye ya da ileriye dönük - yani şimdiki durumunu ya altı öncesine ya da sonrasına göre daha iyi ya da kötü görmesi üzerinden - oy kullandığını söyler.
Syriza’yı iktidara taşıyan dalganın benzeri zamanında Türkiye’de merkez partilerinin hepsini savurup AKP’yi iktidara taşıdı ve sonrasındaki gidişat da AKP’nin üç dönem boyunca oylarını arttırarak iktidarda kalmasını sağladı. Şu anda Türkiye’de siyaset sahnesinde köklü bir değişikliğe sebep verecek derinlikte bir ekonomik krizden bahsedemeyiz. Fakat, son dönemlerde yapılan anketler, uzun bir süreden sonra ilk kez halkın yüzde 55’inin, altı ay sonra ekonomik durumunun daha kötüye gideceğini beklediğini gösteriyorlar. Bu, bir değişimin başladığını gösterir. Üstelik ekonomik etkenler, tabiatları gereği, etkilerini bir gecikmeyle hissettirirler. Bu sebeple, son dönemlerdeki dolar kurundaki tırmanış ışığında, gidişattan endişe edenlerin yüzdesinin önümüzdeki aylarda artacağını rahatlıkla öngörebiliriz.
Syriza karşılaştırmasından işte bu noktada bazı dersler çıkarabiliriz. Eğer 7 Haziran seçimlerinden sonra bir koalisyon hükümeti ihtimali gündeme gelirse ve bu koalisyon kurulamaz da erken seçime gidilirse Türkiye siyasetinde yeni bir perde açılabilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, ekonomik gidişatın seçmenin oy tercihlerinde şu anda Syriza-vari bir sonuç doğurması beklenemez. Türkiye siyasetinde bu rüzgârı arkasına alabilen parti AKP idi. Ekonomide bir düşüşün ya da durgunluğun başladığı doğrudur, ama an itibarıyla bunun ne derinliği, ne de uzunluğu seçmen tercihlerinde ciddi bir dalgalanma yaratmaya yetmez. Fakat eğer erken genel seçime gidilirse, bu seçimler tahminen ekim (2) ayında gerçekleştirilecektir.
Fed’in son dönemlerde küresel piyasalara verdiği işaretler ve Türkiye’nin çalkantılı siyasal ikliminin birleşmesiyle daha bir-iki ay öncesine kadar psikolojik eşiği 2.50 gibi görülen doların artık her gün 2.70 sularında seyrettiği bir tabloda, hazirandan sonra ekonomik gidişatın çok daha çalkantılı ve bunun seçmen üzerindeki etkisinin de çok daha büyük olacağını düşünebiliriz. Böyle bir durumda 2000’ler başında Türkiye’de AKP’yi ve bu sene başında Yunanistan’da Syriza’yı iktidara taşıyan rüzgârlar yeniden esmeye başlar ve Türkiye siyasetinde de bütün kartlar yeniden dağıtılabilir.
Geleceğe bakarken
Türkiye’de siyasetin sahnesi değişiyor, bu kesin. AKP’nin seçimlerden ilk parti olarak çıkacağına şüphe yok, ama genç seçmen oy kullanmaya başladığından beri ilk kez koalisyon ihtimalinden bahsedildiğini duyuyor. Uzun bir süredir ilk kez sonuçlarını araştırmacısından gazetecisine ve siyasetçisine kadar, herkesin merak ettiği ve ne olacağını tam da kestiremediği bir seçime gidiyoruz. Partiler için ilk öncelik kuşkusuz seçimlerde oy kazançlarını azami seviyeye çıkartmaktır. Fakat 8 Haziran sabahı bir koalisyon kararı vermek durumunda olabileceklerini de akıllarında bulundurmalarında fayda var. Muhalefet partilerinin hepsini önemli bir fırsat bekliyor ve HDP dikkatli bir kampanya ile bu yeni elden çok kazançlı çıkabilir. Elbette ki, iktidarın toplumsal muhalefet üzerindeki baskısını daha şimdiden arttırdığı göz önünde bulundurulursa, erken genel seçim beklentisi ile geçirilecek bir üç ayda siyasal ortamın çok daha şiddetleneceğini tahmin edebiliriz. Bu durumda herhangi bir partiden koalisyon teklifine karşı çıkmasını beklemek belki de siyasal sorumsuzluk olarak bile yorumlanabilir. Ama muhalefet partilerinin bu süreçte hatırlaması gereken, atlatıldığı takdirde bu üç ayda uzun süredir hayal bile edemedikleri türden bir kazanç sağlayabilecekleri ihtimalidir. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde bir röportajında Selahattin Demirtaş, HDP barajı aşıp Meclis'e girdikten sonra hedeflerinin, önce ana muhalefet, sonra da iktidar olmak olduğunu söylemişti. (3) İşte, Syriza’yı önce ana muhalefet koltuğuna oturtan, tam da böyle ani bir gelişme idi.
1 Broz, Lawrence J. (2010) “Partisan Financial Cycles,” Politics in the New Hard Times: The Great Recession in Comparative Perspective’den, ed. David A. Lake ve Miles Kahler. Ithaca, NY: Cornell University Press.
2 Anayasanın ilgili maddeleri gereği, Cumhurbaşkanı tarafından seçim kazanan partinin milletvekiline hükümet kurma görevi verilmesinden sonra 45 gün içinde kurulan hükümetin Meclis'ten güvenoyu alması lazım. Hükümet güvenoyu alamaz ise, erken genel seçime gidiliyor. Bu durumda kabaca bir hesapla hükümeti kurma görevinin 10-11 Haziran gibi verilip, erken genel seçime gidilecekse de bunun 25 Temmuz civarı belli olacağını varsayabiliriz. Bu durumda, Seçim Kanunu'nun 8. maddesi gereği Meclis'in feshedilmesinden sonraki 90. günde erken genel seçimin yapılmış olması gerekiyor. Bu hesapla, gerçekleşmesi durumunda erken bir genel seçimin kabaca ekim sonu gibi yapılacağını düşünebiliriz.
3 Çamlıbel, Cansu. “Otoriter Lidere Alternatifim” Hürriyet, 14 Temmuz 2014.