Woke terimi ilk kez 1938’de blues müzisyeni Lead Belly tarafından ırksal adaletsizlik konusunda farkındalığı vurgulamak için kullanıldı.
Oxford Sözlüğü’ne göre woke, cinsellik, cinsel kimlik ve ırk konularında “bilinçlenmiş” olmayı ifade ediyor. Amerika’da özellikle muhafazakâr Cumhuriyetçiler tarafından radikal sol hareket olarak eleştirilen woke kültürü, kimlik politikaları ve toplumsal duyarlılıkla ilişkilendiriliyor. Başlangıçta ırksal adalet ve toplumsal eşitliği savunan bir bilinçlilik hali olarak tanımlanan woke, savunucuları tarafından ırkçılık, cinsiyet eşitsizliği, LGBTQ+ hakları ve diğer toplumsal sorunlara karşı duyarlılık olarak tanımlanıyor.
Black Lives Matter (BLM) hareketi, #MeToo kampanyası ve LGBT+ haklarını savunan gruplar woke kültürünün yaygınlaşmasına büyük katkıda bulundu. Bu hareketlerin amacı sistemik ayrımcılıkla mücadele etmek ve toplumu daha kapsayıcı hale getirmekti. Ancak zaman içinde bu hareketlerin bazı uygulamaları, özellikle sağcı çevreler tarafından “aşırı duyarlılık”, “ifade özgürlüğünü kısıtlama” ve “kültürel sansür” olarak eleştirilmeye başlandı. Özellikle sosyal medyada, bireylerin geçmişte söyledikleri ya da düşündükleri ifadeler nedeniyle hedef alınması, işlerinden olması ya da itibarsızlaştırılması “cancel culture” (iptal kültürü) kavramının ortaya çıkmasına yol açtı.
Woke hareketine yönelik en büyük eleştirilerden biri, bu iptal kültürünün farklı görüşlere tahammülsüzlüğü teşvik etmesi oldu. Örneğin, yazar J.K. Rowling’ın trans bireyler hakkında yaptığı açıklamalar ile komedyen Dave Chappelle’in trans bireyler üzerine yaptığı espriler Netflix içinde büyük bir protestoya sebep oldu. Woke hareketinin sınırları ve etkileri, trans haklarını desteklemeyen bir bireyin dışlanıp dışlanmaması ya da belirli tarihi figürlerin heykellerinin kaldırılmasına karşı çıkan birinin ırkçı olarak nitelendirilip nitelendirilmemesi gibi sorular üzerinden tartışılıyor. Bu bağlamda woke kültürüne yönelik tepki yalnızca sağcı çevrelerden değil, bazı ilerici kesimlerden ve kurumsal dünyadan da gelmeye başladı.
2023’te ABD Yüksek Mahkemesi, üniversite kabulünde pozitif ayrımcılığı yasaklarken, Trump yönetimi federal hükümetin çeşitlilik politikalarına son verdi. Kurumsal düzeyde, Walmart ve Amazon gibi şirketler kapsayıcılık programlarını durdururken, Mark Zuckerberg Facebook’ta azınlıklar için belirlenen işe alım hedeflerini kaldırdı. Donald Trump, yeniden seçilmesi halinde ordudaki “woke” olarak tanımladığı kişileri görevden alacağını söylemişti. Nitekim seçim sonrası sözünde durdu ve Federal Hükümetin çeşitlilik politikalarına son verilmesini emretti ve trans bireylerin ABD ordusundan çıkarılabileceğini açıkladı.
Öte yandan bazı siyasi analistler, Demokrat Parti’nin 5 Kasım seçimlerini kaybetme nedenlerinden birinin woke kültürüne fazla destek vermesi olduğunu öne sürüyor.
İş dünyasında woke karşıtı en dikkat çekici figürlerden biri Elon Musk oldu. Musk, woke hareketini “Batı uygarlığının en büyük tehdidi” olarak nitelendirdi ve bu duruşunu özellikle Twitter’ı (şimdi X) satın aldıktan sonra daha da belirgin hale getirdi. Twitter’da bazı hesapların sırf politik görüşleri nedeniyle sansürlendiğini iddia eden Musk, platformu “mutlak ifade özgürlüğünün” savunucusu olarak yeniden şekillendirme vaadinde bulundu. Ancak bu değişim, nefret söyleminin yayılmasına yol açtığı eleştirilerine neden oldu.
Musk’ın woke karşıtı tutumu, özel hayatına da yansıdı. Musk’ın trans kızı Vivian Jenna Wilson, babasının muhafazakâr ve woke karşıtı görüşlerini gerekçe göstererek 2022’de Musk ile tüm bağlarını kopardığını açıkladı ve soyadını değiştirdi.
Musk, woke ideolojisinin çocukları kendisine karşı çevirdiğini ve “neo-Marksist” bir etki yarattığını öne sürdü. Musk’a göre woke hareketi yalnızca sosyal adaleti savunmakla kalmıyor, aynı zamanda bireyler üzerinde baskı kurarak onları belirli bir düşünce sistemine zorlamaya çalışıyor. BLM ve #MeToo gibi hareketler, başlangıçta geniş destek görse de zamanla bu destek azaldı. 2021-2024 yılları arasında İngiltere’de trans haklarının yeterince desteklenmediğini düşünenlerin oranı %32’den %22’ye düştü. Woke’un sık kullanımı onu bir yandan anlamsızlaştırırken; büyük markaların Gay Pride dönemlerinde gökkuşağı renklerine bürünmenin yanı sıra LGBT+ haklarını desteklememeleri, bu çabaların samimi olmadığı yönündeki eleştirilere yol açtı.
Woke kültürüne yönelik geri tepmenin ilginç yanlarından biri, yalnızca sağcılar tarafından değil, bazı sol eğilimli entelektüeller ve aktivistler tarafından da dile getirilmesidir. Örneğin, Sam Harris ve Susan Neiman gibi felsefeciler woke hareketinin zaman zaman aşırıya kaçtığını ve toplumsal kutuplaşmayı artırdığını savunuyor.
Bir aktivist ve gazeteci olan Sam Sanders’e göre, Woke” kavramı yıllar içinde anlamını yitirdi; “sıkça tekrarlanması ve bazı kişilerin azınlıkların sorunlarına duyarlı ilerici bireyler gibi görünmek için bu kelimeyi kullanması, onu içi boş bir ifadeye dönüştürdü.”
Woke kültürü, toplumsal eşitlik ve adalet için önemli bir işlev görse de aşırıya kaçtığında ifade özgürlüğünü kısıtladığı ve toplumsal kutuplaşmayı artırdığı yönündeki eleştiriler, bu hareketin geleceğini belirsiz hale getiriyor. Hareketin sürdürülebilir olması için, sadece destekçileri değil, karşıt görüşleri de içeren açık diyaloglara yer vermesi gerekiyor. Aksi halde, siyaseten doğruluk kavramı gibi zaman içinde etkisini yitirebilir.
Medya da woke hareketini farklı şekillerde sunarak toplumun bu konudaki algısını şekillendiriyor. Destekleyenler, hareketi toplumsal eşitlik ve adalet mücadelesi olarak gösterirken, karşıt görüştekiler bunu ifade özgürlüğünü tehdit eden bir baskı unsuru olarak tanımlıyor. Özellikle ABD’de sağ ve sol medya arasındaki bu ayrım belirginleşmiş durumda. Büyük şirketler de bu farklı yaklaşımlar doğrultusunda politika değişiklikleri yaparak hareketin etkisini artırma veya sınırlama konusunda önemli bir rol oynuyor. Sosyal medyanın woke/anti-woke tartışmasını büyütmedeki rolü de göz ardı edilemeyecek kadar fazla. Woke hareketi, toplumsal adalet ve eşitlik amacıyla ortaya çıkmış olsa da zamanla ifade özgürlüğünü kısıtladığı, aşırı duyarlılık geliştirdiği ve kutuplaştırıcı bir söylem benimsediği gerekçesiyle eleştiriliyor. Hareketin kimlik politikalarına aşırı odaklanarak bireysel farklılıkları göz ardı ettiği, iş dünyasında liyakat yerine kimlik temelli tercihlere yol açtığı ve geniş bir toplumsal mutabakat sağlayamadığı öne sürülüyor. Black Lives Matter ve #MeToo gibi hareketlerin zamanla destek kaybetmesi, bu eleştirileri güçlendirdi. Burada, dilin söylemi nasıl etkilediğini, toplumun geniş kesimleriyle bağlantısını kaybettiğinde ve aşırılıklara yöneldiğinde hareketin nasıl geri teptiğini gözlemlemek mümkün. Sonuç olarak woke hareketinin açık diyaloglara alan tanıyan ve karşıt görüşlere yer veren bir strateji izlemesi gerekiyor, aksi takdirde tıpkı siyaseten doğruluk kavramı gibi zamanla daha fazla insan tarafından reddedilme potansiyeline sahip. Toplumsal değişimin sürdürülebilir olması için değişimin yalnızca bir kesim tarafından değil, geniş bir mutabakat çerçevesinde gerçekleşmesi gerekli. Hareket toplumsal adaletin sağlanması açısından önemli bir rol oynasa da ifade özgürlüğüyle nasıl dengelenmesi gerektiği konusunda tartışmalar devam ediyor.
*Prof.Dr.Yasemin Giritli İnceoğlu
LSE Medya ve İletişim Bölümü Konuk Öğretim Üyesi