Yasemin Giritli İnceoğlu

10 Aralık 2024

Türkiye ve Avrupa medyasının Esad rejiminin çöküşünü ele alışı: Barış gazeteciliği bağlamında eleştirel bir değerlendirme

Barış gazeteciliği, bu tür zafer veya mağlubiyet söylemlerinden kaçınarak, çatışmanın tüm taraflar üzerindeki etkilerini analiz etmeye odaklanır. Rejimin çöküşüyle birlikte bölgede oluşabilecek yeni insani krizlere ya da siyasi boşluğa dair bir analiz yapılmamış. Savaş sonrası yeniden yapılanma süreçleri ve uzlaşı mekanizmalarına dair bir bakış eksik

Beşar Esad rejiminin çöküşünü ele alış biçimi, savaş ve çatışma haberlerinde barış gazeteciliği ilkeleri açısından değerlendirilmesi gereken önemli bir örnek oluşturuyor. Bu değerlendirmeyi yapmadan, öncelikle barış gazeteciliğinin temel ilkelerini göz önünde bulundurmalıyız. Barış gazeteciliği, çatışmaları daha barışçıl bir şekilde çözmeyi teşvik eden, çatışmanın taraflarını ve nedenlerini derinlemesine ele alarak, çatışmanın yalnızca sonuçlarını değil, köklerini de anlamaya çalışan bir yaklaşımı temsil eder. Manşetlere ve haber içeriklerine bakıldığında, medyanın genel yaklaşımının çatışmayı teşvik edici, zafer vurgusu yapan, kutlama temalı ve taraflı bir söylem içermesi, barış gazeteciliğinin öne sürdüğü çözüm odaklı, kapsayıcı ve şiddeti azaltıcı habercilik ilkeleriyle ters düşmektedir. Aksine bu durum, çatışmayı körükleme ve toplumsal kutuplaşmayı derinleştirme riski taşımaktadır.

Birçok gazete, Esad rejiminin çöküşünü bir “zafer” olarak çerçevelemiş ve rejimin sona ermesi “kutlama” ifadeleriyle aktarılmıştır. Örneğin, Türkiye Gazetesi’nin “Emevi Camii’nde şükür secdesi!” manşeti, çatışmanın dinî ve mezhepsel boyutlarını ön plana çıkararak kutlama odaklı bir söylem benimsemiştir.

Bu tür ifadeler, çatışma sonrası toplumda derinleşebilecek mezhep temelli ayrışmalara zemin hazırlayabilir. Barış gazeteciliği ise zafer ya da yenilgi yerine, çatışmanın neden olduğu insani bedellere odaklanmalı ve taraflar arasında barışın nasıl inşa edileceğini tartışmalıdır.

Bazı gazeteler, Esad rejiminin sona ermesiyle Suriyeli göçmenlerin hemen geri döneceği yönünde çıkarımlar yapmıştır. Sabah Gazetesi’nin “Zulüm bitti, dönüş zamanı” manşeti, bu algıyı pekiştirmiştir. Ancak, bu tür haberler gerçeği yansıtmak yerine göçmenlere yönelik mevcut toplumsal baskıları artırabilir. Barış gazeteciliği, göçmenlerin dönüşü gibi karmaşık konuları yüzeysel bir iyimserlikle ele almak yerine, dönüş sürecinin zorluklarına ve güvenlik, altyapı gibi konulara da dikkat çekmelidir.

Haberlerde muhalif güçlerin başarısı övgüyle aktarılırken, bu grupların çeşitli radikal unsurları barındırdığına dair hiçbir eleştirel değerlendirme yapılmamıştır.

Bazı gazetelerde kullanılan “diktatör”, “zulüm” gibi ifadeler, rejimin suçlarını tanımlamak açısından haklı görülebilir. Ancak, bu tür terimler tüm bir siyasi geçmişi tek bir perspektife indirgemekte ve karşı tarafı şeytanlaştırıcı bir dil üretmektedir. Bu, barış gazeteciliğinin önerdiği “empati ve tarafların sesine yer verme” ilkesiyle uyumsuzluk göstermektedir. Örneğin, Aydınlık Gazetesi’nin rejim yıkılışını eleştiren “ABD ve İsrail ile neyin bayramını kutluyorsunuz” manşeti, çatışmanın uluslararası boyutuna dikkat çekse de kutuplaştırıcıdır.

Haberlerde, rejimin sona ermesinin ardından Suriye’nin karşı karşıya kalacağı yeniden inşa, toplumsal uzlaşı ve insan hakları gibi konulara yeterince değinilmemiştir. Barış gazeteciliği, çatışmanın bitmesinin ardından doğabilecek yeni sorunlara ışık tutmalı ve okuyucuları uzun vadeli çözümler üzerine düşünmeye teşvik etmelidir.

Avrupa basını da genel anlamda büyük ölçüde geleneksel çatışma gazeteciliğinin özelliklerini taşımaktadır.

Bazı gazete başlıkları rejim karşıtı grupları genellikle “isyancılar”, “muhalifler” ve “tiran” gibi tanımlamalarla ele alıyor. (Corriere della Sera gazetesi; "İsyancılar, Şam’a giriyor”). Bu tür başlıklar okuyucuda belirli bir yanlılık oluşturabilir. Barış gazeteciliği, tarafları damgalayan veya kutuplaştırıcı terimlerden kaçınarak daha tarafsız bir dil kullanmayı önerir. Rejim karşıtı grupların yalnızca savaşan taraf olarak değil, onların taleplerini ve motivasyonlarını anlamaya yönelik daha geniş bir çerçevede ele alınması gerekirdi.

Birçok haber, rejimin çöküşünü “kutlama”, “sevinç” “özgürlük” veya “karanlık bir dönemin sona ermesi” gibi ifadelerle (Daily Express: “Suriye’de sevinç”) aktarırken, çatışmanın getirdiği insani maliyeti ve uzun vadeli etkileri ihmal ediyor.

Barış gazeteciliği, bu tür zafer veya mağlubiyet söylemlerinden kaçınarak, çatışmanın tüm taraflar üzerindeki etkilerini analiz etmeye odaklanır.

• Rejimin çöküşüyle birlikte bölgede oluşabilecek yeni insani krizlere ya da siyasi boşluğa dair bir analiz yapılmamış.
• Savaş sonrası yeniden yapılanma süreçleri ve uzlaşı mekanizmalarına dair bir bakış eksik.

Haberlerin çoğu, askeri zaferler ve yenilgiler üzerine odaklanmış, rejim karşıtı grupların ilerleyişi “göz kamaştırıcı” ya da “şok edici” gibi ifadelerle aktarılmış. Financial Times’ın, “Çarpıcı bir taarruz”, Guardian gazetesinin muhaliflerin Şam'a girişini "Berlin Duvarının yıkılma anı" olarak tanımlayan ifadeler kullanması, çatışmanın şiddet unsurlarını vurgulamakla birlikte, barış ve uzlaşı olasılıklarını göz ardı edebilir. Barış gazeteciliği, bu tür bir askeri zafer-odaklı habercilik yerine, şiddetin etkilerini azaltacak ve tarafları uzlaşmaya teşvik edecek bir dil kullanmayı gerektirir.

Spiegel, rejim karşıtı grupların, yerinden edilmiş milyonlarca mülteciye "Dünya çapında yerinden edilmişlere, özgür bir Suriye sizi bekliyor" çağrısına yer vermiş.

Ancak, barış gazeteciliği bu tür ifadeleri sorgulamalı ve şu soruları sormalıdır:

• Bu geri dönüş çağrısı ne kadar gerçekçi? Savaşın yarattığı yıkım geri dönen mülteciler için ne tür zorluklar yaratacak?
• Göç edenlerin hakları ve dönüş sürecinde karşılaşabilecekleri zorluklar ne olacak?

Haberlerde, çatışmanın nedenleri ve tarafların pozisyonlarına ilişkin derinlemesine bir analiz eksikliği görülüyor. Çatışmanın temel nedenleri (örneğin, rejimin baskıcı politikaları, dış müdahaleler, mezhepsel gerilimler) göz ardı edilmiş. Çatışma sonrası siyasi düzenin nasıl şekilleneceğine veya toplumsal barışın nasıl inşa edileceğine dair hiçbir bilgi verilmemiş. Halbuki barış gazeteciliği, çatışmanın nedenlerini, tarihsel arka planını ve çözüm önerilerini ele almayı amaçlar.

Haberler, ağırlıklı olarak rejim karşıtı grupların söylemlerine ve zafer ilanlarına odaklanmış. Barış gazeteciliği, tüm tarafların sesini duyurmaya çalışır ve özellikle sessizleştirilen gruplara (örneğin, siviller, azınlıklar, kadınlar, çocuklar) dikkat çeker. Ancak bu haberlerde, rejim destekçilerinin veya savaş mağdurlarının sesi duyulmadığı gibi, çatışmanın siviller üzerindeki etkisi ve savaşın yarattığı insani kriz ihmal edilmiştir.

Haberlerde kullanılan başlıklar (örneğin, “tiran kaçtı”, “diktatör devrildi”, “Şam özgürleşti”) güçlü bir duygu yaratıp, okuyucunun algısını şekillendiriyor ancak barış gazeteciliği, başlıkların dramatik ve kutuplaştırıcı olmasından ziyade, olayın daha geniş bir bağlamda anlaşılmasına yardımcı olacak şekilde yapılandırılmasını savunur.

Barış gazeteciliği perspektifinden bakıldığında, haberlerde aşağıdaki öneriler dikkate alınabilir:

• Daha tarafsız ve kapsayıcı bir dil kullanmak.
• Şiddet odaklı söylemler yerine, barış ve uzlaşıya dair perspektifler sunmak.
• Çatışmanın yalnızca sonuçlarını değil, nedenlerini ve çözüm yollarını ele almak.
• Savaş mağdurlarının ve sessizleştirilen grupların sesine yer vermek.
• Uzun vadeli etkiler, mültecilerin dönüşü ve siyasi düzenin inşası gibi konuları analiz etmek.
• Çatışmanın tüm taraflarının sesine yer verilerek daha dengeli bir yaklaşım benimsenmelidir.
• Zafer ve düşmanlık söylemlerinden uzak durularak, çatışmanın insani maliyetine ve çözüm yollarına odaklanılmalıdır.
• Çatışma sonrası sürecin zorluklarına dikkat çekilmeli ve okuyucular barış inşası konusunda bilgilendirilmeli

Bu tür bir gazetecilik anlayışı, sadece haberlerin niteliğini artırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal barışın inşasına da katkı sağladığı gibi okuyucuların çatışmayı daha iyi anlamalarına ve barışçıl çözümler üzerine düşünmelerine yardımcı olabilir.

*Prof.Dr.Yasemin Giritli İnceoğlu
LSE Medya ve İletişim Bölümü Konuk Öğretim Üyesi