Ünal Ünsal

19 Temmuz 2024

NATO’nun Washington Zirvesi Deklarasyonu'ndaki Montrö detayı

Metinde bu cümleyi görünce afalladım. Anlamı şuydu: “Karadeniz bölgesinde güvenliği, istikrarı şunu bunu sağlamak için çaba harcayan müttefiklerin, bunu, gerektiğinde Montröü Sözleşmesi'nden de yararlanarak yaptıkları çalışmaları destekliyoruz.” Hoppala! Neden gerektiğinde?

43 yıllık diplomatlık mesleğimin 17 yılında, doğrudan ve dolaylı biçimde NATO’ya ilişkin konularla ilgili görevlerde bulundum. Gorbaçov yıllarında Türkiye’nin NATO nezdindeki büyükelçisi idim. O yıllar, gerçek Soğuk Savaş koşullarının hüküm sürdüğü iki kutuplu bir dünya, NATO İttifakı da, 15 devletin üyesi olduğu bir örgüttü. Örgütte çalışmalar, toplantılar, görüşmeler ciddiyet ve entelektüel olgunluk içinde yapılırdı. O yıllarda müttefik ülkelerde iş başında bulunan devlet başkanlarının, başbakanların, dışişleri ve savunma bakanlarının çoğu, dünya çapında tanınan, devlet adamı niteliklerine sahip liderlerdi. NATO’nun Brüksel’deki mütevazi binalarında bile, bugünkü yeni şatafatlı ve zevksiz binada bulunmayan bir asalet vardı. Bu tür bir giriş yapma ihtiyacını, Washington’daki Zirve toplantısından sonra dün yayınlanan çok uzun ve ayrıntılı deklarasyonu okuduktan sonra duydum. Bu belgeyi şaşkınlık ve endişe içinde okudum.

Zirve sonrasında yayınlanan uzun deklarasyon hakkında uzun uzun konuşmak mümkün. Ama buna gerek yok.  “Çok zengin içerikli” bu deklarasyonu anlamlandırmak için, NATO’nun Soğuk Savaş’tan sonraki dönüşümünü ve bu dönüşümün ardındaki nedenleri ortaya koymak yeterli.

75. Nato liderler zirvesinde aile fotoğrafı

Soğuk Savaş Sonrası Amerikan Psikolojisi ve Politikaları

Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, Amerikan yönetici sınıfının/elit denilen kadroların  psikolojisi ve politikaları büyük ölçüde değişti (“American ruling class/elite” veya “The American Establishment denildiğinde bugün kullanılan anlamıyla bunun içine pek çok unsur girer:  Amerikan “Neo-cons”, askeri/politik kadrolar, “Military/Industrial/Congressional Complex”, silah tacirleri ve büyük şirketler). Bu dönüşüm, Amerika’nın müstesna nitelikte (American exceptionalism) ve herkesten üstün (American superiority) olduğu inancına/iddiasına dayalı olarak şekillendi. Özellikle,  Soğuk Savaşı Amerika’nın kazanmış olduğu, dolayısıyla, Amerika’nın bu zaferin nimetlerini tepe tepe kullanma hakkına sahip bulunduğu teması işlendi. Sonuç olarak, Amerika kendisini, tek kutuplu bir dünya düzeninde kendi kurallarını koyan ve kimseye hesap vermeyen bir güç olarak konumlandırdı. NATO’nun yeni misyonunu da bu çerçevede belirledi.

NATO’nun Dönüşümü: Ortak Güvenlik İttifakından Amerika'nın Bir Aracına Evriliş

Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin askeri ve Komünizmin ideolojik tehdidine karşı bir ortak güvenlik ittifakı olarak kurulan NATO, artık Amerikan hegemonyasını pekiştiren bir araç olarak kullanılıyor. Sovyetler Birliğinin dağılmasına, Varşova Paktının yok olmasına, Pakt üyelerinin çoğunun NATO’ya katılmış olmasına, Batı dünyası için korkunç bir ideolojik tehdit olarak belirlenen Komünizmin adeta buharlaşmasına, yeni Rusya’nın Batıya yaklaşma girişimlerine rağmen Washington, bir Rusya fobisi yaratıp sürdürmeyi amacına uygun buldu. NATO bölgesinin, Rusya’nın hayati güvenlik endişelerini tahrik edecek şekilde   Ukrayna’ya (ve Gürcistan’a) kadar genişletilmesi politikası, Amerikalı egemen yönetici sınıfların bu amaç doğrultusunda pervasızca oluşturdukları dev projelerden biri. Barış havarisi sayılan Gorbaçov’a, saygı/sevgi ve minnetkarlık duyguları içinde verilen sözler, ortak güvenlik için yapılan sağduyulu beyanlar pişkin bir yüzsüzlük, ahlaksız bir bencillik ve tehlikeli bir açgözlülük içinde unutuldu. Zirve deklarasyonunda Ukrayna’ya bu kadar geniş ölçüde yer verilmesinin nedeni bu. Bu ülkenin toprak bütünlüğü, uluslararası hukuka saygı, bu ülkede namevcut olan demokrasiyi koruma hakkında edilen parlak lafların hepsi propaganda ve manipülasyon amacına yönelik. Amerikan hegemonyasının sürdürülebilmesi, dünya jandarması misyonunun yerine getirilebilmesi için, devamlı olarak yeni düşmanların ortaya çıkartılması gerekiyor. Bu doğrultuda Çin ve Asya/Pasifik’de yaratılacak tehditler için ABD’nin yıllardır yapmakta olduğu hazırlıkların derecesinde ciddi artış var. Kuzey Atlantik bölgesinde savunma amacıyla kurulan NATO’nun Asya/Pasifik’de de görev üstleneceği ilan edildi. Yıllarca önce Başbakan Erdoğan “NATO’nun Libya’da ne işi var?” demişti. Çok yerinde olan bu soruyu  Asya/Pasifik bağlamında sormanın bin kere daha gerekli/isabetli olduğu kuşkusuz. Niteliğini, amacını belirledikten sonra NATO Zirve Deklarasyonu üzerinde daha fazla laf söylemek sanırım gereksiz.

Zirve’de Montrö Sözleşmesi

Belgede 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile olarak kullanılmış olan dikkat çekici ifadeler var. 31 numaralı paragraftaki İngilizce cümle şöyle: “We reaffirm our continued support to Allied regional efforts aimed at upholding security, safety, stability and freedom of navigation in the Black Sea region including, as appropriate, through the 1936 Montreux Convention.”

Bunu Türkçeye şu şekilde çeviriyorum: “Müttefiklerin, Karadeniz bölgesinde güvenliği, emniyeti, istikrarı ve seyrüsefer serbestliğini, uygun oldukça (uygun olduğunda) 1936 Montrö Sözleşmesini kullanma yolu da dahil olarak (Sözleşmesini de kullanarak) sürdürme amacına yönelik çabalarını desteklemeye devam ediyoruz.”

Metinde bu cümleyi görünce afalladım. Anlamı şuydu: “Karadeniz bölgesinde güvenliği, istikrarı şunu bunu sağlamak için çaba harcayan müttefiklerin, bunu, gerektiğinde Montröü Sözleşmesi'nden de yararlanarak yaptıkları çalışmaları destekliyoruz.” Hoppala! Neden gerektiğinde? Burada bir bit yeniği olmalı. Zira, Rusya açısından taşıdığı büyük önem nedeniyle ABD’nin Karadeniz’e özel bir ilgiyle yaklaştığını biliyorduk. Montrö'deki kısıtlamalardan ve sözleşmenin uygulanması bakımından Türkiye’nin sahip olduğu yetkiden ve takdir hakkından memnun olmadığını da biliyorduk. Deklarasyondaki ifade, Türkiye’nin yetkisini ve takdir hakkını kısıtlamaya yönelikti. Neden? Zira müttefiklerin Karadeniz’de güvenliği vs.. sağlamak üzere yapacakları çalışmalarda, Rusya faktörünü önemle göz önünde bulundurarak NATO’nun çıkarlarına öncelik vermeleri normaldi. Ancak, Türkiye’nin (hele hele Rusya ile ilişkileri uzun yıllardır çok iyi şekilde yürüyen bir Türkiye’nin), Sözleşmeyi dürüst ve doğru biçimde uygulaması halinde bu mümkün olmayabilirdi. Özetle, NATO belgesindeki ifadenin, Türkiye’nin takdir hakkını kısıtlamaya ve müttefiklerin Karadeniz’de NATO güvenliğini sağlamak üzere  için kendi kendilerine yapacakları ve tabiatıyla NATO’nun güvenlik endişelerine ağırlık veren düzenlemelere Ankara’nın Montreux’yü gereği gibi yorumlayıp uygulamak suretiyle engel olmaması yolunda yapılan bir  uyarı olduğu sonucuna vardım. Meseleyi, GTP-4 ve Bing’in Copilot AI modelleriyle tartıştım. İkisi de yaptığım yorumun doğru olduğunu teslim ettiler. Aşikar bir soru var ortada: Bu belgeyi kim böyle kaleme aldı?


* Ünal Ünsal, Emekli Büyükelçi, Türkiye'nin eski NATO Daimi Temsilcisi