Ocak 1978’de Yılmaz Güney’in yayınlamaya başladığı aylık kültür, sanat ve siyaset dergisi YENİ GÜNEY’de tanıştım Ohannes Şaşkal’la. Ankara’dan her ay İstanbul’a bir hafta sonu için gelir, Ohanneslerde kalır, Nihat (Behram) abiden derginin gelecek sayısında çıkacak olan Yılmaz abinin ve Nihat abinin yazılarını alır okur, diğer içeriklere bakarak da birkaç karikatür, desen hazırlar, bırakırdık. Yeni Güney’de başlayan dostluğumuz ürettiğimiz ortak projelerle büyüdü.
Bunların en önemlisi Şubat 1980’de önce Ankara Çağdaş Sahne Kültür Merkezi, sonra İstanbul Sinematek Derneği’nde, Madenci ve karikatürcü Burhan Solukçu’nun anısına hazırladığımız K-ÖMÜR sergisiydi. Tepebaşı’ndaki Karikatürcüler Derneği’nin altını üstüne getirip bulduğumuz Burhan Solukçu’nun karikatürlerini de sergilemiştik bizimkilerin yanında.
O günlerde Güney yayınlarında çalışan ressam İsmail Yıldırım, sergiyi Güney Kültür yayınlarından kitaplaştırmak istediklerini söyledi. Bunun bizde nasıl bir heyecan yarattığını tahmin edebilirsiniz. Çok istediğimiz halde bu kitap projesi gerçekleşemedi. Sevgili dostumuz eleştirmen-yazar Mehmet Ergün de Ahmet Say’ın yayınladığı Türkiye Yazıları’nın Şubat 1980 sayısında “Bir Sergi Üzerine – Yüz Karası Değil, Kömür Karası” başlıklı çok derin ve kapsamlı bir değerlendirme yazısı yazmıştı. Bu yazı aslında yayınlanamayan kitabımızın önsözü olacaktı. Geçen zamanda İsmail ve Nihat abi yurt dışına çıktılar. Sonra 12 Eylül karanlığı çöktü ülkenin üstüne, hem de zifirisinden…
Türkiye Yazıları’nda yayımlanan Mehmet Ergün’ün yazısının ilk iki sayfası
Yıllar sonra, İsmail’le Paris’te buluştuğumda “nerde kalmıştık?” diye sordu İsmail. Kitaplaştıramadığı K- ÖMÜR sergisi içinde hala bir yaraydı, “Ohan’la sana bir sergi yapalım burada” dedi. Konusuz, genel bir sergi hazırlığı içine girmek istemedik. Ne yapalım nasıl yapalım tartışmaları sürerken eşim Nellie, acısı daha çok taze olan Hrant’ın anısına ve düşüncelerine adanmış bir sergi yapmanın borcumuz olduğunu söyledi. Paris’teki LE CHIENDENT (AYRIKOTU) adını verdiğimiz, Hrant’ın anısına adadığımız sergi 18 Ocak – 1 Şubat 2009 tarihleri arasında Türkiye’nin Göç Kültürleri ELELE derneğinin sponsorluğunda açıldı. Açılışta en büyük sürprizi Paris’te yaşayan (2015’te kaybettiğimiz) sıra dışı karikatürcü, grafiker, ressam ve güzel insan Sinan Bıçakçıoğlu ve Türkiye’den Paris’e konser için gelip ayağının tozuyla sergiye uğrayan Fazıl Say yaptı. Bir de Londra’dan sergi için gelen Kanadalı folk müziği sanatçısı Bonnie Dobson ve gitarı...
Hrant Dink’in anısına Le Chiendent (Ayrıkotu) sergisinin açılısında, Fazil Say, Sinan Bıçakçıoğlu ve Elele direktörü Gaye Petek, 18 Ocak 2008, Paris
Le Chiendent kitaplaştı sonunda. Sergiye ve kitaba vesile olan İsmail, kitap için yazdığı notta şöyle diyordu:
“... Puslu bir dönemdi, Türkiye’nin en puslu dönemi. Çorum, Maraş katliamları olmuş, şehirler tetikteydi. Adaletin geleceği, havada asılı terazinin kefeleri rüzgarda sallanıp duruyordu. Ümit ve Ohannes’le tam da bugünlerde tanıştım. Kömür madencileriydi konu. İlk kitapları olacaktı. Ben de editörleri olacaktım. Yeni basılmış kitabın sayfalarına burnumuzu gömerek koklayacaktık. Zemin kaygandı, kırılgandı. Ne oduncuyduk ne kervancı. Paramız kıt ama hevesimiz vardı. Ama zaman dardı. Dar zamandaydık. 12 Eylül 1980’de cunta düdüğünü çalınca... Aradan bunca zaman geçti. Önce Ümit’le karşılaştım. Madenci kitabının heyecanı dün gibiydi. Oyunu yarıda kalmış çocuk heyecanıyla ‘nerde kalmıştık’ dedik. Bu kitap, Ayrıkotu, kaldığımız yerin devamıdır.”
Ohan 2007’den bu yana Agos’ta her hafta çiziyor. Günü gelsin de yeni yaptığı güzellikleri göreyim diye nasıl bekler oldum Ohan’ın yeni çizgilerini… Güzellikler derken hiç abartmıyorum. Her ne denli Ohan’ın Agos’taki haftalık karikatürleri haftanın nabzını tutuyorsa da gazete karikatürcülüğünün çok ötesinde hiç eskimeyen çalışmalar onlar. Ohan güncel konuları çizse bile gündelik bakış açısından uzak durmayı becerebilen bir sanatçı. Ohan’ın karikatürleri haftanın olayları için çizilmiş olsa bile, o olaylardan bağımsız olarak yıllar sonra sizi yine sarsacaktır.
Ohan, karikatürün kendini hayata bağlayan bir ifade biçimi olduğunu söylüyor, çizgi’yi iletken bir tel, mizahı da elektrik akımı varsayarak karikatürü cereyan verilmiş bir çizgi olarak tanımlıyor. İnsanlar karikatürle buluştuğunda cereyana kapılsın, çarpılsınlar istiyor. Ohan, 2002’de Adam Sanat Dergisi’nde yayımlanan Turgut Çeviker’in söyleşinde “Ama, gülmeyi bütün renkleriyle gülünçten trajik-olana dek, geniş yelpazesi içerisinde düşünüyorum. Yalınkat değil derinliği olan, düşünsel yanı kadar, insani sıcaklık da taşıyan incelikli bir karikatürden yanayım. Çizgide estetik işçiliği ve görsel tadı önemsiyorum. Etnik kimliğimin çizerliğime doğrudan ve belirleyici bir etkisi olmadığını düşünüyorum. Ermeni toplumunda [Osmanlı’dan sonra] etnik bir karikatür geleneği yok çünkü. Çizgi gibi evrensel bir dili kullanıyorum, ayrıca. Ama, azınlık olmanın dayanılmaz ağırlığı, çizgilerimin titreşimine sinmiş olabilir, belki.” diyor.
Ohannes Şaşkal son olarak Almanya’da Erlangen Şehir Kütüphanesinde açtığı KÖR NOKTA (TOTER WİNKEL) sergisinde, 10 Ekim 2024
Ohan’ın karikatürlerinde konuşma balonu ya da altyazı bulamazsınız, ama Ohan, söz’e dayalı karikatüre karşı olduğunun sanılmaması gerektiğini söylüyor: “Elbette ilke ve tercih meselesi, onun iyi örneklerine daima şapka çıkartırım” diyor, “Karikatür yaratım sürecinde öze, derine odaklanmalı, görünendeki görünmeyeni açığa çıkartmanın yollarını aramalı. Zaten ne kadar öze odaklanılırsa o denli de yalınlığa ulaşılacağı görülecektir. Bir görsel tasarım olarak karikatür net bir biçimde, doğru hedefe odaklanarak kurgulanmalı, insani sorumluluğumuzdan, estetik kaygılarımızdan ödün vermeksizin kalple, tutkuyla götürülmeli, zarif bir dil tutturulmalı… Hasılı, arzu edilir ki ortaya konan ürün sürpriz barındırsın, izleyeni sarssın, şaşırtsın...”
Ohan’ın çizgi serüveninde sözcüklerin apayrı bir yeri var. Kimi zaman İngilizce, kimi zaman Türkçe ya da Ermenice sözcüklerle nasıl da oynuyor! O nedenle ona Türkiye’nin Saul Steinberg’i diyorum ben. “Sözcükler, kavramlar üstünden karikatür üretmek ilginç bir yaratım yöntemi olduğu kadar, bana haz veren adeta bir oyun ve ilgi alanı da aynı zamanda. Doğrusu çoğu çizeri ve izleyiciyi derinden etkilemiş olan modern karikatürün öncüsü, başka bir ifadeyle de büyücüsü Saul Steinberg’in ilhamıyla, itici gücüyle başlamış oldum ben sözcüklerin gizemli dünyasında gezinmeye. İtiraf etmeliyim ki sözcükler üzerinden espri üretmek katiyen iradi bir karar değildi benim için, gayrı ihtiyari gelişen bir faaliyete dönüşerek gelişti. Hatta sen sorduktan sonra, çizimlerimi gözden geçirdiğimde ancak, bu macerada kat ettiğim mesafenin ayırdına varabildim. Sözcükler ve kavramlar, ifade ettikleri saf dilsel anlamların ötesine geçerek türlü biçimlerde karikatürde özne ya da nesne olabilmekte, bizi umulmadık ve şaşırtıcı dünyalara götürebilmekteler. Ayrıca unutulmasın ki, sözcükleri oluşturan her bir harf, çizgiyle ifade edilen birer semboldür nihayetinde.”
Ohan’ın sözcüklerle karikatür oyunu
Ohan, karikatürcülüğünün yanı sıra çağdaş Ermeni şiirinden (İstanbul Ermeni şiiri diye de anılan) yaptığı çevirilerle tanınıyor. Aynı topraklarda yaşayıp da bilmediğim için utandığım, Ohan’ın çevirileri ile tanıdığım Ermeni şairlerini okuyorum şimdi. Çeviri kolay iş değil, hele çevrilecek metin bir sanat eseri, özellikle de bir şiir ise. Sabahattin Eyüboğlu, Can Yücel’in şiir çevirilerini irdelediği bir yazısında şiir çevirisi için “Bir insanı yeniden yaratmak gibi bir şey bu” diyor. Ohan da yeniden yaratıyor şiir çevirilerinde. “Benim için çeviride aslolan şey, anlamın ötesinde kaynak dilde boy gösteren dilsel tadı; dolayısıyla da düşünceyi, duyguyu, tavrı, edayı, çeviri metinde de güçlü bir biçimde hayata geçirebilmektir. Bunu dert ederim daima, dolayısıyla da yaratıcı çeviriden yanayım.”
Neredeyse 50 yıllık dostum Ohan’la birlikte Demokrat gazetesinin terasında, İstanbul, 1980
Beni Zahrad’la, Cancikyan’la, Varujan ve Gobelyan’la tanıştıran Ohan’dır, bir de arada Facebook sayfalarında küçükten küçükten kitaplaşmamış çalışmalarını paylaştığı Rupen Sevag, Zareh Khırakhuni, Toros Toranyan, Baruyr Sevak ve Hovhannes Tumanyan’la...
Tumanyan’dan şu dörtlüğü anmadan geçemeyeceğim:
“Rüyamda bir koyun,
Yanıma yaklaşıp sordu:
- Allah korusun yavrunu
Nasıldı tadı kuzumun?”
24 Aralık 1917
Ohan’la şiir çevirme serüvenini konuşurken tavsiyeler aldığı Can Yücel’le nasıl tanıştığının hikayesini Turgay Fişekçi’nin yaptığı Cumhuriyet Kitap ekinde 2020’de yayımlanan söyleşisiyle aktardı bana.
“Zahrad şiirlerini çevirmeye cüret etmemin en belirgin nedeni, benim de şiir yazıyor olmamdı. Çevirdiklerim bir kitap oluşturacak sayıya eriştiğinde, onları Can Yücel’e götürmeye karar verdim. Zahrad’ın Kınalıada’dan yakın komşusuydu, arkadaşıydı, dahası Zahrad’ın o güzelim Yapracığı Gören Balık ve Ayrım şiirlerini İngilizce çevirisinden Türkçeleştirmişti. Çeviriler de muhteşemdi. Kuzguncuk’ta oturan ressam arkadaşım Artin Demirci’yi, Can Yücel’den randevu alması için aradım. Kuzguncuk sahilindeki kafede buluştuk. Can Yücel şiirleri okudu, kimi sözcükler ve dizeler için önerilerde bulundu. Şiir çevirdiğime göre, bir nevi ehliyetimi sorgulama adına, şiir yazıp yazmadığımı sordu, ‘yazdığımı, ama hiç yayımlatmadığımı’ söyledim. Şiirlerimi de görmek istediğini, çevirilerin düzeltilmiş hâlleriyle birlikte haftaya beklediğini söyledi… Şiirlerimden biri Can Yücel’e ithaf edilmişti. Onları okuduktan sonra ‘sen de şairmişsin, yahu’ dedi, yazmayı sürdürmemi salık verdi. Gerçi, şiirden vazgeçmemiştim ama, artık karikatür ön plandaydı. Nihayetinde, Zahrad çevirilerinin son hâlini dosya olarak kendisine getirmemi, Cevat Çapan üstada göndereceğini, kitabın İyi Şeyler Yayıncılık’tan çıkacağını söyledi. Adını da Yağ Damlası koydu. Dünyalar benim olmuştu, habere Zahrad da çok sevinmişti. Çeviri serüvenim böyle başladı.”
Şiir çevirmenin belalı ve müşkül bir uğraş olduğunu söylüyor Ohan, “hele de söz’ü, kelam’ı kutsallık düzeyinde görüyorsanız…” Karikatürlerindeki o ince, sıra dışı düşüncenin, haftalık haberlere atıfla yapılmışsa bile gündelik bakış açısından uzaklaşmanın ustalığını çeviri dilinde de fark ediyorum Ohan’ın. Leonard Cohen birçok şiirini çok uzun zaman dilimlerinde yazdığını biliyoruz. Hallelujah beş yıldan uzun zaman almıştı. Bu titizliğin yalnız şairlere özgü olduğunu sanmıyorum. Sanmıyorum, çünkü Ohan’ın da çevirilerde kimi zaman bir sözcüğe haftalarca hatta aylarca takıldığını biliyorum. Yoksa bir başka dilde söylenmiş o güzelim tadı bize başka nasıl sunacak?
ACISIZ DEĞİL
Baruyr Sevak
Onu da hissettim, acıyla hissettim ki –
Sadece - kesildikten sonra göze ilişir
Ağacın cüssesi
15.12.1956, Erivan
ZAREH KHRAKHUNİ
KÖMÜRÎ
Toprağın altı nasıl olur acaba? -
-Ölmek şart değil mutlaka-
Kış günüyle - karlı havada
Kâfidir girmek bir maden ocağına…
İnmek yedi kat yerin altına
Hissetmek karanlığın soğuğunu iliklerine kadar
Tanık olmak bir hayaletin ağır kımıltısına
Ve okumak
kararmış çehresinde madencinin
can çekişen beyaz ve açık gözlerinde
gündelik yaşantı karşısındaki o umarsız bezginliği
Ve bir ölümcül huzurun
uçurumvari davetini
Kömür karası alın-yazısının mührü adeta
Burada - aynı yerde - aynı toprakta…
1984
Çağdaş Ermeni şairlerinden Ohannes’in Türkçeleştirdiği kitaplar
Çünkü şiir, yalnızca sözcüklerin anlamlarından ibaret değil; aynı zamanda duyguların, imgelerin, ritmin ve ses ahenginin bir bütünü. Bir dili başka bir dile aktarırken yalnızca sözcükleri çevirmenin yeterli olmadığını biliyor Ohan; asıl önemli olanın, o şiirin ruhunu, atmosferini ve okurda uyandırdığı duyguyu da taşımak olduğunu. İşte bu yüzden, Sabahattin Eyüboğlu’nun dediği gibi Ohan da şiiri adeta yeniden yaratıyor, şairin özgün duygusunu ve estetik anlayışını koruyarak, Türkçede en uygun şekilde aktarmak için yaratıcı çözümler üretiyor. Kimi zaman bir sözcük oyununu yeniden yorumluyor, kimi zaman ölçü ve uyağı korumak adına ifadeleri değiştiriyor. Şiirin müzikalitesini, ritmini ve çağrışımlarını bozmadan bir kültürden başka bir kültüre duyguların, imgelerin ve sanatın taşınması sürecini sırtlanıyor. Ohan, bizler için Ermeni şairlerinin sesini kaybetmeden, onların dünyasını Türkçede yeniden inşa ediyor.
Ellerine, diline, aklına sağlık güzel kardeşim...
ZAHRAD
TARLA
Onlar ki ümit ektiler
Bu nankör tarlada ümitsizlik biçtiler
Onlar ki tahammül ektiler
Ve beyhude yere - güze dek bekleyip de
Sam yeliyle kuru yaprak derdiler
Onlar ki bu kibirli tarlada
Gururla - öz güçlerini ektiler
Gel gör ki güçsüzlük biçtiler
Ve onlar ki toplandılar - onurdan pay almak için
Dehşet içinde -köleler gibi- dizi dizi göçtüler
Onlar ki bu tahammülsüz tarlada
Parıltı ektiler - koyu karanlık biçtiler
Ve çıkış ararken o zulmette - saçıldılar incinerek
Uçurumlarda eridiler
Onlar ki bu acayip tarlada
Ateş ektiler - zemheri biçtiler
Ve onlar ki hasattan pay almak adına sıraya girdiler
Kaçıştılar ürpererek
Onlar ki bu vasıfsız tarlada
Arzu ektiler - garez biçtiler
Ve ıssızlığın pençeleri hoyratça eziyete geldiler
Tarifsiz hasretlerle yandı onlar aslında
Onlar ki akıl ektiler - muamma biçtiler
Ta ki - bu yaban
Bu dikenli tarlada
Onlar ki fedakârlık ektiler
Özgürlük biçtiler!
25 Temmuz 1960, Marmara Gazetesi
Meraklısına not: Ohannes, iki aylık kültür ve sanat dergisi yeni e’de her sayı Ermenice yazan bir şairi tanıtıyor. İzleyelim…