14 Ağustos’ta m çiçeği (mpox) ile ilgili Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ve etkilenen ülkelerden uzmanların sunduğu verileri incelemek üzere toplanan bağımsız uzmanlardan oluşan Uluslararası Sağlık Tüzüğü Acil Durum Komitesi DSÖ Genel Direktörüne, m çiçeği vakalarındaki artışın uluslararası öneme sahip bir halk sağlığı acil durumu olarak kabul edilmesi gerektiğini ve bu durumun Afrika'daki ülkeler arasında ve muhtemelen kıta dışına yayılma potansiyeline sahip olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Genel Direktör Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, m çiçeği virüsü (MPXV) nedeniyle küresel halk sağlığı acil durumu ilan etti.
Hani kırmızı ışıkta durduğunuzda, ışığın yeşile dönmesiyle arkanızdaki araç hemen kornaya basar ya, bu duyurunun üzerinden 24 saat geçmeden de Sağlık Bakanlığı “Özellikle Afrika kıtasında görülen M çiçeği (mpox) hastalığı vakasına Türkiye’de 2024 yılında rastlanmamıştır. Ülkemizde henüz herhangi bir kısıtlama veya ek tedbir ihtiyacı bulunmamaktadır” diye açıklama yaptı. COVID-19 salgınında da Sağlık Bakanlığı tarafından uzun süre yapılan “bizde vaka yok”, daha sonra da “bir tek vaka salgın değildir” açıklamalarını unutmadık. MPXV ile ilgili Sağlık Bakanlığı’nın bu açıklaması, bakan değişikliğinin halk sağlığı sorunlarına bakış açısını değiştirmediğini ortaya koydu.
Sağlık Bakanlığı’nın bizde vakaya rastlanmaması nedeniyle herhangi bir kısıtlama ya da ek tedbir ihtiyacı bulunmadığını söylediği açıklama halk sağlığı açısından kayıtlara talihsiz bir açıklama olarak geçecektir. Neden mi?
Halk sağlığı önlemleri, genellikle bir salgın başlamadan önce uygulandığında en etkili olur. Vakaların tespit edilmesini beklemek, hastalığın yayılmasını önleme ya da kontrol altına alma fırsatını kaçırmak anlamına gelebilir. Bu noktada, özellikle COVID-19 pandemisi ile gündeme gelen, DSÖ’nün önerdiği acil durumlara müdahale döngüsünün sürekliliğine bakmak önem taşıyor. Önleme, hazırlık, müdahale ve iyileşme bir süreklilik içinde yer almalı ve etkili olabilmesi için bu sürekliliğe odaklanan bir eylemler bütünü gerektirmektedir. DSÖ’nün acil durumlara müdahale döngüsü perspektifinden Prof. Dr. Kayıhan Pala ile birlikte Türkiye’de COVID-19 pandemi yönetimini incelediğimiz makalemize meraklısı bakabilir. Çünkü, bu makale sonunda önerdiğimiz 40 maddelik yapılması gerekenlerin çoğu, olası bir MPXV salgını için de geçerlidir.
Uluslararası toplumun bir parçası olarak, ülkelerin küresel sağlık güvenliğine katkıda bulunma sorumluluğu vardır. Şu anda hiçbir vaka tespit edilmemiş olsa bile, önleyici tedbirler almak, özellikle birbirine bağlı bölgelerde olası salgınların önlenmesine yardımcı olabilir. Bunun nasıl önemli olduğunu COVID-19 pandemisi sırasında gördük. Gördük ama bu ögrendiğimiz anlamına gelmiyor.
Tespit edilmiş vakaların olmaması, hastalığın var olmadığı anlamına gelmiyor. Gözden kaçmış ya da asemptomatik vakalar olabilir ya da hastalık, yolcular ya da ticaret yoluyla ülkeye girebilir. Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nin doğu bölgesinde yeni bir mpox kladının tespiti ve hızla yayılması, daha önce mpox vakası bildirmemiş olan komşu ülkelerde de tespit edilmesi ve bu durumun Afrika içinde ve ötesinde daha fazla yayılma potansiyelinin olması çok endişe vericidir. MPXV vakalarının 2024’te tüm kıtalarda görüldüğünü unutmayalım. Türk Hava Yolları’nın bugün aktif olarak Afrika’da 50’nin üzerinde noktaya uçuş yaptığını da not edelim burada. Yanlış anlamayın, COVID-19’da gördüğümüz üzre seyahat kısıtlaması yapılması gerektiğini söylemiyorum. Günümüz gerçeğinde seyahat kısıtlaması ya da sınırların kapatılması ile hastalıkların sınırları aşmasına engel olunmasının mümkün olmadığını COVID pandemisi sayesinde ögrenmiş olmamız gerekiyor.
Sürveyans, halkı bilinçlendirme kampanyaları ve olası vakalara hazırlık gibi önlemlerin uygulanması, mcicegi ortaya çıkarsa ülkenin hızlıca tepki vermeye hazır olmasını sağlayacaktır. Bu, potansiyel bir salgının etkisini en aza indirebilir. Risk iletişiminde temel olay “güven” meselesi değil miydi? Örneğin, Sağlık Bakanlığı ek bir tedbire ihtiyaç yok gibi bir açıklama yerine, olası bir salgının ülkeye gelmesi durumuna yönelik sağlık sisteminin ne gibi bir hazırlık içinde olduğunu söyleyebilirdi. Vakalar nasıl tespit edilecek? Nerelerde laboratuvar testi yapılabilecek? Test yapmanın kriterleri neler? gibi sorular bugün için yanıtsız kalmıştır. Türkiye’nin COVID döneminde DSÖ’nün önerdiği test oranlarına hiçbir zaman yaklaşamadığını hatırlayalım. COVID-19 salgını sırasında dünyada sıkça kullanılan hızlı antijen testleri ne yazık ki MPXV için yok. Tanı klasik PCR testleriyle konabiliyor.
MPXV vakalarının epidemiyolojik özellikleri göz önüne alındığında halk sağlığı açısından dikkat edilmesi gereken noktalar var:
2022’deki MPXV salgını Klad II tip mpox ile olmuştu, vakaların yüzde 99’undan fazlası iyileşmişti. Küresel halk sağlığı acil durumu ilan edilmesine neden olan virüs tipi Klad I, Klad II tipe göre çok daha ağır seyreden bir tablo oluşturmakta ve vakaların kimi ülkelerde yüzde 10’u kaybedilmektedir (ortalama ölüm oranı yüzde 4.) Hastalığın yayılımı hızlanmış durumda. COVID-19’dan çok iyi bildiğimiz mutasyonların MPXV için de gerçek olduğunu unutmamak gerekiyor.
Her iki tip mpoxun kişiden kişiye bulaşması, bulaşıcı cilt ya da ağızdaki ya da cinsel organlardaki diğer lezyonlarla doğrudan temas yoluyla gerçekleşebiliyor; buna yakın yüz yüze (konuşma ya da nefes alma), tenin tene teması (dokunma ya da vajinal / anal seks), ağızdan ağıza (öpüşme) ve ağızdan cilde temas (oral seks ya da cildi öpmek) dahil. Hastalığın uzun süreli yakın temastan kaynaklanan solunum damlacıkları ya da kısa menzilli aerosoller aracılığıyla da bulaştığı bilinmekte. Bu noktada 2022’de oldukça yaygın olarak gerçekleşen LGBT+ bireylerin nasıl damgalandıklarını hatırlamakta yarar var. Ne yazık ki DSÖ dahil, risk iletişimi adı altında LGBT+ bireylerde mpox riskinin daha yüksek olduğu yazıldı, çizildi. LGBT+ bireylerde hastalığın daha fazla görülmesine etki eden faktörlere odaklanmadan cinsel seçimler ön plana çıkarıldı. Oysa, burada kilit birden fazla eşle cinsel ilişkiye girmekti. Aynı biçimde seks işçileri de bu işten payını aldı. MPXV Türkiye’ye gelirse, zaten LGBT+ bireylere aşırı tahammülsüz olan yönetimin salgının faturasını LGBT+ bireylere çıkartması işten değil. Bu arada, 2024’ün başından buyana 6.500’den fazla vaka ve 345 ölüm rapor eden Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki vakaların yarısının 15 yaş altı çocuklardan oluştuğunu da not edelim.
Hastalığın bulaştırıcılık dönemi alınacak önlemleri belirlemede önemli bir etken. Hatırlayacaksınız, COVID-19 semptomlar ortaya çıkmadan da bulaştırabiliyordu. Bu, hastalığın kontrolunu güçleştiren önemli bir etken. Asemptomatik MPXV enfeksiyonu, bulaşma zincirine katkıda bulunduğu için salgının kontrol altına alınabilmesine yönelik halk sağlığı politikasında açıkça ele alınmalıdır. Kuşkusuz bunun için Sağlık Bakanlığı’nın “merak etmeyin, endişelenecek bir şey yok” mesajı yetersiz kalacaktır.
DSÖ, mpox’un önlenmesi ve kontrolünün, toplumda farkındalığın artırılmasına ve sağlık çalışanlarının enfeksiyonu önlemek ve bulaşmayı durdurmak için eğitilmesine dayandığını söylüyor. Konuyla ilgili bakanlığın talihsiz tweeti geleceğe ilişkin COVID-19’da yaşanan yanlışların yineleneceğinin işaretiydi.
Bir başka kaygı verici perspektif de şu. Sağlık Bakanlığı vaka yok der demez, Koç Üniversitesi’nden Prof. Dr. Önder Ergönül’ün, NTV ekranlarındaki “Türkiye'de belli hastanelerde tek tük vakalar görüldü ama korkacak bir düzeye ulaşmış değil” sözleri gündeme düştü. Her ne denli tepkilerin çoğu Sağlık Bakanı’nın doğru söylemediğine yoğunlaştıysa da ben bu açıklamaya farklı bir açıdan bakıyorum. Prof. Ergönül mpox gibi bir hastalıktan “korkmak” için gerekli olan düzeyin tek tük vakalar olmadığını bize söylüyor, ama korku eşiğinin ne olduğu hakkında bir ipucu vermiyor.
Prof. Ergönül’ün yorumu eski Bakan Koca’nın “tek bir vaka salgın demek değildir” sözünü anımsattı bana. Oysa bakın DSÖ halk sağlığı perspektifinden mpox salgın tanımını nasıl açıklıyor:
“Şüpheli bir mpox salgını, vakanın ya da vakaların kökenine bakılmaksızın, ulusal ya da yerel olarak tanımlanmış bir coğrafi bölgede bir ya da daha fazla şüpheli ya da olası mpox vakasının meydana gelmesidir. Şüpheli bir salgın, ayrıntılı bir vaka araştırmasını ve daha fazla vaka için aktif vaka araştırmasını gerektirir.
Doğrulanmış bir salgın, indeks vakanın kaynağı ve sonraki vakaların ortaya çıkma zamanına bakılmaksızın, ulusal ya da yerel olarak tanımlanmış bir coğrafi bölgede iki ya da daha fazla laboratuvar onaylı (ya da bir laboratuvar onaylı ve epidemiyolojik olarak bağlantılı bir ya da daha fazla epidemiyolojik bağlantılı vaka) mpox vakasının ortaya çıkmasıdır.”
Yani, mpox gibi bir hastalıkta, (halk ağzıyla) “tek tük vaka” bile varsa, bu bir salgındır. Hoş, salgın deseler bile, nerede görüldüğünü söylemeyecekler, gittikçe arası açılan sürelerde kafa karıştıran hastalık verileri verecekler. Uzmanların şaşırtıcı açıklamaları yanı sıra, korkarım yakında, Türklerin genleri nedeniyle mpoxa dirençli olduklarından, kelle paçanın mpoxa iyi geldiğinden tutun ipe sapa gelmez bir sürü komplo teorileri de ortaya dökülecek.
Bir ülkede mpox hakkında doğru ve zamanında bilgiye erişim temel bir insan hakkıdır. Şeffaflık ve gerçeği bilme hakkı, halk sağlığının korunması, bireylere bilinçli kararlar verme yetkisi verilmesi ve hükümetlerin sağlık krizlerine yanıtlarında sorumlu tutulmasının sağlanması için gereklidir. Tam açıklama yapılmazsa, toplulukların kendilerini koruma ve uygun eylemi talep etme yeteneği tehlikeye girer, bu da hem kamu kurumlarına olan güveni hem de hastalık kontrol önlemlerinin etkinliğini zayıflatır.
COVID-19 salgınında gördüğümüz bu filmi yeniden görmek istemiyoruz.
Ümit Kartoğlu kimdir? Ümit Kartoğlu 1981 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu, aynı üniversiteden Halk Sağlığı uzmanlığını 1984 yılında aldı. Türkiye'de sağlık sisteminde her kademede çalıştı. 1993 yılında Halk Sağlığı alanında doçentliğini aldı. 1988-1990 yılları arasında Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi üyeliği yaptı. İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü'ndeki üç yıl görevden sonra, 1994'te ülkeden ayrılarak UNICEF'te sağlık danışmanı olarak göreve başladı. 2000-2001 yıllarında Güney Sudan'daki savaş sırasında uluslararası kuruluşların sağlık çalışmalarını koordine etmekle yükümlü Operation LifeLine Sudan'da Sağlık Koordinatörlüğü'ne getirildi. 2001-2018 yılları arasında Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Cenevre Genel Merkezi'nde aşı kalitesi ile ilgili danışman olarak görev yaptı. Şimdi Extensio et Progressio danışmanlık şirketinin kurucusu ve CEO'su olarak görev yapıyor. Kartoğlu 1974 yılından bu yana karikatür çiziyor, kişisel sergileri dışında Ohannes Şaşkal ile birlikte birçok ortak sergi açtı, ilk ortak sergileri Ankara ve İstanbul'da 1980'de Burhan Solukçu'nun anısına açtıkları K-ÖMÜR, son sergileri ise 2008'de Hrant Dink'in anısına Paris'te açtıkları Le Chiendent (Ayrıkotu) oldu. İlk karikatür kitabı ZAMAN ZAMAN Karakare yayınlarından 1986 yılında yayınlandı. 1980 darbesiyle Darwin'in biyoloji kitaplarından çıkartılması üzerine İldeniz Kurtulan'la birlikte "yoksun bırakılanlar" için DARWİN ve EVRİM KURAMI kitabını yazıp çizdi. Nihat Behram gurbetteyken şiirlerini karikatür kartpostalları olarak yayınladı. Dr. Kartoğlu'nun yayımlanmış birçok bilimsel çalışması ve kitapları bulunuyor (Bu kitapların hepsi Kartoğlu'nun web sitesinden PDF ve ePUB3 olarak ücretsiz olarak indirilebiliyor). Dr. Kartoğlu 2011 ve 2013 yıllarında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle iki kez Ludwig Rajhman Halk Sağlığı Ödülü'ne değer bulundu. http://kartoglu.ch/ |