Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Taslağı
Millî Eğitim Bakanlığı yine yeniden, bir kez daha eğitimde reform yapıyor. Böyle dememin nedeni şu. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinden beri 8 farklı bakan toplam 17 kez eğitim sistemini değiştirmiştir. Her bakan, kendi dönemlerindeki eğitim reformunun eğitimdeki tüm sorunları çözeceğini iddia etti. Hiçbiri çözemedi.
Altı yıl kadar görevde kalan Hüseyin Çelik (2003-2009) hariç olmak üzere iki veya üç yılda bir millî eğitim bakanı değiştirildi. (2002-2003: Erkan Mumcu, 2009-2011: Nimet Çubukçu, 2011-2013: Ömer Dinçer, 2013-2016: Nabi Avcı, 2016-2018: İsmet Yılmaz, 2018-2021: Ziya Selçuk, 2021-2023: Mahmut Özer)
Yani anılan istisna hariç olmak üzere öğrenciler, ilk/orta veya lise eğitimini, başladığı millî eğitim bakanıyla tamamlamadı.
Sık yapılan “reform”lar eğitimi yapboz tahtasına çevirdi.
Şimdi aynı iddiaları bir kez daha duyuyoruz. Muvazzaf Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, yaklaşık çeyrek asırdır ileri sürülen iddiayı tekrarlıyor: “Bu defa sorunları çözüyoruz.”
Hatta iddiada vites yükseltiyor, önümüzdeki yüzyıla damga vurmayı hedefliyor.
Fakat yeni “reform”, daha baştan ölü doğmuş görünüyor.
“Reform”un usulü sorunlu
“Usul, esası belirler” derler. Perşembenin geleceği çarşambadan belli.
Bakanlık hazırladığı metin, tüm katılımcılık iddialarına rağmen dostlar alışverişte görsün mantığıyla yürürlük kazanıyor.
Bakanlık bu sürece 10 yıldır hazırlandıklarını söylüyor ama bundan kendileri dışında kimsenin haberi yok. Zaten on yıl önce bugünlerde görevde olan Ömer Dinçer’den sonra dört bakan eskitildiği ve her birinin kendince bir reform yürürlüğe soktuğu hesaba katıldığında bu iddianın doğruluğu hayli kuşkulu.
Öte yandan, söz konusu reform için kamuoyuna sundukları metin, toplamda 3 bin sayfa civarında. Buna karşılık görüş bildirme için eğitim bileşenlerine görüş bildirmek için verilen süre sadece bir hafta.
Gerçek bir ihtiyaç analizi yapılıp yapılmadığı kuşkulu olduğu gibi, pilot uygulama vb. süreçler konusunda da sayısız belirsizlik mevcut.
Dolayısıyla reformun katılımcılıktan uzak olduğu açık. Yöntem daha çok bir dayatma kabilinden. Dayatmacı usul, tabii ki esasa da kaim.
Anayasa’ya aykırı yönler var
Ben eğitim bilimci değilim. Bu nedenle metni eğitim bilimleri yönünden ele almayacağım. Fakat bir anayasa hukuku uzmanı olarak söz konusu reform girişiminde daha hemen ilk bakışta gözüme çarpan bazı Anayasa’ya aykırılıklar oldu.
Anayasa’ya (md. 42/3) göre:
“Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.”
Bu hükümdeki çağdaşlık, o denli göreli değildir. Atatürk ilkeleri ve inkılapları ise çok daha nettir. Bu mercekten baktığımızda;
Örneğin, Biyoloji (9-12. sınıf) dersinin öğretim programında evrim teorisinin “doğruluğu ispatlanmamış teoriler” arasında sayıldığını ve “yaratılış teorisi"nin benimseneceğinin söylendiğini görüyoruz. Mesela bu belirleme kesinlikle Anayasa'daki “çağdaş bilim esasları”na aykırıdır.
Din, din dersinde anlatılır, biyoloji dersinde değil. (Ki bu bağlamda dahi evrim ve evrim teorisi zaten kategorik olarak dışlanmıyor.)
Devam edelim: İnkılap Tarihi (12. sınıf) dersi programından Şeyh Said İsyanı’nın çıkarıldığını görüyoruz. Özellikle iktidar ittifak blokunun üyesi Hüda-Par’ın bir süredir gündemde tuttuğu istemlerin gündeminin uzantısı olduğu besbelli olan çıkarma, açıkça Anayasa’nın gösterdiği “Atatürk ilkeleri” doğrultusu (özellikle laiklik) açısından sorunludur. Anayasa’nın çizdiği doğrultu açısından Şeyh Sait İsyanı, Türk inkılabına karşı bir (karşı devrimci) ayaklanmadır. İnkılap tarihinde bu konunun üzerinde durulmuyorsa “İnkılap” sadece dersin adında kalmış demektir.
Hakeza Programda Sultan Vahdeddin'in işgalcilere dönük tutumunun örtük bırakılması veya laikliğe kerhen değinilmesi de aynı sorunla malul görünüyor.
Devam edelim: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (9-12. sınıf) dersi programında Aleviliğin ele alınış biçimi, daha hemen ilk bakışta İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin Mansur Yalçın ve diğerleri/Türkiye (B. No: 21163/11, 16/09/2014) kararını ve Anayasa Mahkemesi’nin Hüseyin El ve Nazlı Şirin El (B. No: 2014/15345) kararını karşılayacak nitelikte değil.
Cemevleri ibadethane sayılmadığı gibi Alevilik yine bir kültürel yorum olarak ve Sünni perspektiften anlatılmış. Oysa bu kararlar, “zorunlu” kılınan dersin endoktrinasyon içermemesi ve nötr nitelik taşıması gerektiğini söylüyor. Bu giderilmediği gibi cemaatlerin sivil toplum örgütü sayılıp zorunlu seçmeli dersler ve protokoller (ÇEDES vb.) eliyle gerçekleşen aşırı İslamcılaşma sorunun sarpa saracağını gösteriyor. Laik eğitimin daha da canına okunacak görünüyor.
Örnekler çoğaltılabilir...
Bir sonuç yazmak gerekirse: Geleceğimizi derinden etkileyecek bir konu oldubittiye getirilmemeli, etraflı ve icrai bir tartışma olmadan program yürürlüğe girmemeli.
Bu konunun hasır altı edilmesine izin verilmemeli. Geleceğimizin ve çocuklarımızın çağdaş eğitim hakkına sahip çıkılmalı.
Hep birlikte…
Tolga Şirin kimdir?Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır. Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı. TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir. Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı. Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir. Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır. |