Tolga Şirin

06 Eylül 2022

Şili'de yeni anayasa taslağı: Halk istedi, halk reddetti

Anayasa taslağının reddedileceği çok önceden kestirilebiliyordu. Aralık 2019'daki anketlerde halkın yüksek desteği Eylül 2021'e gelindiğinde epey gerilemişti. 2022 yılı içindeki anketlerde bu gerilemenin yönü değişmedi. Bunda birbirini besleyen birden çok neden var

Şili'de dünden önce (4 Eylül 2022) ilginç bir olay yaşandı. Yeni bir anayasa için halk oylaması yapıldı ve taslak yüzde 61,86 oyla reddedildi. Konunun ilginçliği şurada: daha iki yıl önce halkın neredeyse beşte dördü, yeni bir anayasa yapılmasını istemiş, hatta bunun için bir de özel bir Kurucu Meclis seçmişti. Fakat metin, halkın önüne geldiğinde kabul görmedi.

Diğer ilginçlik ise şu: Halk oylamalarında "evet" ve "hayır" seçenekleri (sosyal psikoloji ve burada anlatmanın fazla teknik kaçacağı diğer pek çok nedenden ötürü) aslında eşit değildir. Ortalama yurttaşlar, önlerine referandum pusulası getirildiğinde, genellikle metni kabul etme eğilimindedir. (Bu konuda yapılan bir araştırmaya göre 1789-2016 yılları arasındaki anayasa referandumlarının yaklaşık yüzde 94'ünden "evet" oyu çıkmıştır.)

Geçtiğimiz gün yaşanan olay, bu yönden de sıra dışıdır.

Şili ve Türkiye'nin "makus talihleri"

Şili, pek çok yönden Türkiye'ye benzeyen bir ülke. Özellikle deneyimlediği ekonomik dalgalanmalar, yarı sömürge olmaktan çıkıp kalkınma arayışları ve karşı karşıya kaldığı askeri darbeler benzer.

Bu benzerlik, özellikle 1970'li yıllarda  trajiktir. Türkiye, 12 Mart 1971 darbesi günlerindeyken, Şili'de de genel oyla iktidara gelen Marksist başkan Salvador Allende'ye karşı bir askeri darbe hazırlanıyordu. 11 Eylül 1973'te CIA destekli general Augusto Pinochet'nin öncülüğünde gerçekleştirilen sağcı darbe, ülkeye bir "şok doktrini" uygulaması getirdi. Türkiye'de tam anlamıyla 12 Eylül 1980'de hayata geçirilecek bu doktrin, sola yönelen bir toplumun, işkenceler, faili meçhuller, zorla kaybetme gibi pratiklerle şoke edilip duyarsızlaştırılması  ve açılan zeminde neoliberalizmin inşa edilmesi tasarımına dayanıyordu.

ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'in  "Ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir." diyerek desteklediği bu darbe, hedefine ulaştı. Ülkede hüküm sürecek 17 yıllık askeri diktatörlük, neoliberalizm koşullarına uygun bir ekonomik düzen inşa etti. 1980'de bir anayasa konmasına rağmen 1990'a kadar askeri yönetimin iktidarda kaldığı ülkenin yoksulları, bu yıkımın etkilerini uzun yıllar yaşadı.

Yeni anayasa tartışması nasıl başladı?

1990'da askeri diktatörlük şeklen kenara çekilse de, kapitalizmin yarattığı yıkım ve gelir dağılımındaki eşitsizlik, ülkedeki huzursuzluğu sürekli kıldı. Zaman zaman öne çıkan sosyal hareketlerin sonuncusu ve anayasal açıdan en önemlisi, çok partili yaşama geçilmesinin otuzuncu yılının arifesinde patlak verdi.

İlkin, Ekim 2019'da, başkent Santiago'da ulaşıma yapılan 30 sent'lik zamma karşı başlayan bir sosyal tepki, zamanla gerçek rengini buldu. Pinochet döneminden sonraki 30 yıla atıfla "Mesele 30 sent değil, 30 sene!" (no son 30 pesos, son 30 años) sloganında birleşen hareket, eğitimin, sağlığın ve sosyal güvenliğin özelleştirilmesine dönük ekonomi politikalarına karşı bir karakter kazandı. Eylemler öylesine yaygınlaştı ve fakat buna karşı iktidarın tutumu öylesine sertleşti ki (yakın zaman önce Kolombiya'da ve Gezi'de Türkiye'de olduğu gibi) polisin doğrudan göstericilerin yüzlerini hedef alıp bazı göstericileri kör etmesine neden olduğu olaylar, yangını iyice körükledi.[*] Ülkede olağanüstü hâl ilan edildi ve sokaklarda yine yeniden tanklar dolaşmaya başladı.

Olayların yatışmaması ve "yeni düzen" talebinde ısrar üzerine parlamento, bir kurucu meclis kurulması kararı aldı. Halka, yeni bir anayasa hazırlanması için "kurucu meclis" isteyip istemeyeceği sorulacaktı. Tam o sırada ülkeye COVID-19 girdi. Nisan'da yapılması tasarlanan halk oylaması, 25 Ekim 2020'e ertelendi. Halk, yeni anayasa yapılması kararına yüzde 78 oyla "evet" dedi. Ayrıca, hangi usulün uygulanması gerektiğine ilişkin soruya yüzde 21 oy "karma meclis", derken yüzde 79yüzde 80 oy "kurucu meclis" yanıtını verdi. Bu, anayasa taslağının ayrı ve özel bir meclisçe hazırlanması demekti. Bunun üzerine 15-16 Mayıs 2021'de kurucu meclis seçimi yapıldı ve özel bir seçim usulüne dayanan 155 üye seçildi.

Kurucu Meclis'in özgün yapısı

Dokuz ay (duruma göre ek olarak üç ay) çalışması öngörülen Kurucu Meclis'in tasarımında yerli temsilcilerinin bulunmasına özen gösterildi. Bağımsız adayların, siyasi partilerle eşit koşullarda yarışacağı esaslar öngörüldü. Kurucu Meclis seçimlerinde medya desteğini de yanında bulunan sağ kanat partiler, blok olarak katıldığı için beklenenden fazla oy aldı.

Solun durumu ise ilginçti. "Herkesin evi" ("la casa de todos") diye nitelendirilen Kurucu Meclis'te çeşitliliğin bulunmasına özen gösterildi. Eylemcilerin, "olağan şüpheliler" ("los mismos de siempre") diye nitelendirerek küçümsediği cari politikacılardan ziyade kendisini "aktivist" olarak nitelendiren kişilerin baskın olduğu bağımsız adaylar öne çıkarıldı. Bu bağlamda sol açısından; Kurucu Meclis'te, sosyal demokratların ötesinde, geleneksel sosyalist örgütlerden ziyade daha liberal (örn. feminist, yeşil, etnik kimlikçi vb.) hareketler baskın hâle geldi.

Buna göre merkez sağ ittifak 155 sandalyeden 37'sini; merkez sol 25'ini, sol 28'ini elde ederken, kalan 65 sandalye bağımsızlara gitti.

Fakat bu görüntü içinde, özel seçim sisteminden ötürü özgünlükler vardı. Meclis, gençleşti. Seçilenlerin yaş ortalaması kırk beşti. Yerli grupların temsilcilerine (17 sandalye) pozitif ayrımcılık tanındı. Cinsel kimlik yansımaları vurgulandı. Örneğin en az altı üye, "LGBTIQ" olarak nitelendirilen gruba mensuptu.  Ayrıca, kota uygulamasından ötürü Kurucu Meclis'te, 78 erkek ve 77 kadın olmak üzere cinsiyet eşitliğinin sağlanması da öngörüldü.

Anayasa hazırlama usulü

Anayasa taslağının nasıl hazırlanacağı konusu epey tartışmalı olsa da, bazı prensipler baştan belirlendi. Buna göre altı aşama öngörülüyordu.

Bunların ilki madde teklifi aşamasıydı. Öneri getirmek için üç kaynak öngörüldü: (i) halktan gelen dilekçeler, (ii) yerli halklardan gelen talepler ve (iii) Kurucu Meclis üyelerinin teklifleri.

İkinci aşama, tematik komisyonlar aşamasıydı. Sunulan önerilerin Kurucu Meclis'e sunulması üzerine başkan, öneriyi, daha önceden oluşturulan yedi tematik komisyondan ilgili olanına iletecek ve komisyonunda yapılan oylamada kabul gören öneriler üzerine Genel Kurul'a gönderilecekti.

Üçüncü aşama, önerinin tüm üyelerin katıldığı Genel Kurul'da görüşülmesi ve oylanması aşamasıdır. Bu aşamada uzlaşı sağlanması için kabul, nitelikli çoğunluk (2/3 oran) koşuluna bağlanmıştı.  (Her ne kadar çokça tartışılmış ve bazı sapmalar söz konusu olmuşsa da  bu orana genel olarak riayet edildi.) Genel Kurul, kabul etmediği maddeleri ilgili Komisyon'a iletecek ve Komisyon da 15 gün içinde yeniden öneride bulunabilecekti.

Dördüncü aşama, Uyum Komisyonu aşamasıdır. Uzmanların öne çıktığı Uyum Komisyonu'nun amacı, metinlerin hukuksal  ve dil bilgisel yapısını incelemek ve tutarlılığını sağlamaktır.  

Beşinci aşama, nihai metnin görüşülüp oylanmasıdır. Bu aşamada da her bir Kurucu Meclis üyesinin, yanına 16 üye daha alarak son kez değişiklik önerisi getirmesi öngörülmüştür. Bu aşama metnin tamamının oylanmasıyla tamamlanmıştır.

Altıncı aşama, anayasa taslağının halk oyuna sunulmasıydı.

Çeşitli uzmanlardan, hatta Venedik Komisyonu'ndan destek de alınarak ve hayli katılımcı biçimde hazırlanan 499 maddelik Şili Anayasası taslağı işte bu son aşamada reddedildi.

Anayasa'nın içeriği

"Biz, çeşitli uluslardan oluşan Şili halkı, katılımcı, eşit ve demokratik bir süreçte üzerinde anlaşmaya varılan bu Anayasa'yı kendimize özgürce bahşediyoruz." gibi sade bir dibace ile başlayan Anayasa taslağı, dünya anayasalarıyla karşılaştırıldığında epey ilginç ve ilericidir. Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti özelliklerinin yanı sıra cinsiyet eşitliği ve ekoloji konularında da vurguları öne çıkarması; idari özerkliği ve kültürel çeşitliliği vurgulaması metni özgün kılar.

Taslak, özellikle temel haklar konusunda 93 farklı madde getirerek hayli cömerttir. Bu maddeler, sadece klasik liberal haklarla sınırlı kalmamış, çubuğu sosyoekonomik haklara da bükmüştür. Örneğin "yaşam için gerekli olan asgari elektrik enerjisi hakkı" (md. 59) veya bize nispeten yabancı olmasa da, "spor ve fiziksel aktivite hakkı" (md. 60) veya dinlenme ve boş zamandan yararlanma hakkı (md. 91), şiddetten azade bir güvenli çevre hakkı (md. 53) gibi haklar dikkat çekicidir. Ayrıca besin egemenliğine (md. 54) yer verilmesi, iklim ve ekolojik krizi tanıyıp (md. 129) buna karşı devleti ekolojik eğitim ve iklim göçleri de dâhil olmak üzere yükümlendiren (md. 39, 54) metin oldukça çevrecidir.

Doğaya ve hayvanlara hak sahipliği getiren, doğa için ulusal su ajansı veya doğanın koruyucusu kurumları kuran, pek çok yarı-doğrudan demokrasi aracını pekiştiren Anayasa, yürütme içinde bağımsız idari otoriteleri öne çıkarmıştır. Yolsuzluk sorununa karşı özel hükümlerin bulunması ve yerli halklara dair güvenceler getirilmesi metni dikkat çekici kılmaktadır.

Anayasa'nın reddedilme nedenleri?

Anayasa taslağının reddedileceği çok önceden kestirilebiliyordu. Aralık 2019'daki anketlerde halkın yüksek desteği Eylül 2021'e gelindiğinde epey gerilemişti. 2022 yılı içindeki anketlerde bu gerilemenin yönü değişmedi. Bunda birbirini besleyen birden çok neden var.

Bunlardan ilki, yaşanan "skandallar"dır. Çok sayıda olay aktarılabilir ama anılan süreçte akılarda kalan olaylardan biri sokak gösterilerinin önde gelen isimlerinden olan ve bağımsız listeden seçilip meclis başkan yardımcısı olan Rodrigo Rojas Vade'nin istifasına neden olan vakaydı. Rojas Vade, sokak eylemleri sırasında lösemi olduğu ve mevcut sağlık sisteminde tedavisini karşılayamadığı söylemini öne çıkarmış ve böyle ünlü olmuştu. Kurucu Meclis başkan yardımcısı olduktan sonra Vade'nin aslında kanser değil frengi olduğu anlaşıldı. Makamından istifa etse de üyelikten istifa etmedi. Bu konu bir siyasi etik tartışmasını tetikledi ve diğer bazı olaylarla birlikte (örn. Kurucu Meclis'in birbirine rakip iki üyesinin bir doğum günü partisindeki "samimi" görüntüleri vs.) kurucu meclis üyelerinin, halkın gözünden düşen diğer siyasetçilerden pek de farkı olmadığı izlenimi yarattı.

Bundan çıkarılacak ders, yeni anayasa sürecine dair, mutlaka bazı etik kurallarının da öngörülmesi ve bu yönde de hazırlıkların bulunması gerektiği; öte yandan, örgütlere değil kişilere dayalı politikaların nasıl da riskli olduğudur.

İkinci neden, "halkın bilgisizliği" olabilir. Neoliberalizme karşı bir isyanın uzantısı olarak kurulan Kurucu Meclis'in etkinlikleri, önce pandeminin sonra da gündelik siyasetin gündemleri karşısında talileşti. Ülkedeki medya tekellerinin de katkısıyla Kurucu Meclis'in çalışmaları hakkında haber alınamamaya başladı. Öyle ki Kurucu Meclis tartışmaları esasen Youtube'da yayımlanıyor, onda da bin civarında izlenme aldığı görülüyordu. Stratejik yönden hatalı noktalardan biri, halkla ilişkiler ve iletişim için hayli düşük bir bütçe (174 milyon Şili Pesosu) ayrılmasıydı. Sonradan bu konuda (önce 800 milyon sonra 400 milyon peso) destek istenmişse de bu konuda geç kalındı.

Bundan çıkarılacak ders, anayasa yapım süreçlerinde de parayı verenin düdüğü çalacağıdır. Medya tekellerinin bulunduğu bir yerde, yeterli mali kaynak yoksa referandumdan destek sağlamak imkânsız değilse de güçtür.

Üçüncü neden, "yalan haberler" olabilir. Konuyla ilgili bir ankette, katılımcıların yüzde 58'inin süreç hakkında yanlış bilgilere sahip olduklarını ve bunların da yüzde 48,5'inin bunu sosyal medyadan aldıkları görüldü. Katılımcıların yüzde 66,26'sının, Kurucu Meclis hakkında bilgi almak istediklerinde sosyal medyayı kullandıkları anlaşıldı. Bu alan ise, anayasa taslağına karşıt olanlar tarafından fazlasıyla manipüle edildi.

Bundan çıkarılacak ders, yeni medya, özellikle de sosyal medya alanının (İzlanda deneyiminin de gösterdiği üzere) dikkatle tasarlanması ve bu konuda daha sistemli bir tutumun zorunlu olduğudur.

Dördüncü neden, söz konusu yalan haberlerin özellikle "hassas konular"da yoğunlaşmış olmasıdır. Örneğin taslak, devletin niteliğini "bölgesel, çoğul-ulusal ve kültürlerarası bir devlet" olarak nitelendiriyordu. Anlaşılması güç olan bu hükmün yanı sıra, yerli nüfusun özerkliğinden bahsediliyor ama toprak bütünlüğü ve idari bütünlüğün nasıl sağlanacağı konusundaki bilgiler de fazlasıyla teknik kalıyordu. Ayrıca Kurucu Meclis üyesi yerli topluluk liderlerinden birinin geçmişte terörle ilişkili bir mahkûmiyetinin olması vb. faktörler, ortalama insanlardaki bölünme kaygısını tetikledi. Keza bayrak, marş vb. egemenlik alametlerinin Anayasa'da yer almasının gerekli sayılmaması savları, bunların kaldırıldığı algısını besledi. Bu hassasiyetin gölgesinde, örneğin Senato'nun adının "Bölgeler Meclisi" olarak değiştirilmesi bile 200 yıllık bir yapının lağvedilmesi olarak algılandı. Bu türden kaygılar, Kurucu Meclis içindeki asli kurucu iktidar (yani daha önceki düzenle bağlı olmama) mı yoksa türev kurucu iktidar (anayasal sınırların içinde bir reform) mı oldukları tartışmasının toplumdaki iz düşümlerinde de görüldü.

Öte yandan, Katolik nüfusun baskın olduğu ülkede eşcinsellik lehine söylemlerin ön planda olması  , kendi bedeni üzerinde söz sahibi olma hakkının "mutlak kürtaj hakkı" biçiminde kavranması, kimlik meselelerinin ana tema hâline gelmesi toplum ortalamasını rahatsız etti.

Solun, darbeye atıfla "çıkış anayasası" olarak kodladığı bu metin, sağın "çok uzun, fazla radikal ve aşırı solcu" olarak nitelendirmesinin gölgesinde kaldı. The Economist veya Washington Post gibi ABD'deki yayın organlarında çıkan ret yönündeki yazılar (örn. bkz. 1, anayasa taslağını tuvalet kâğıdına benzete bir diğeri için bkz. 2) de bu gölgeyi koyulaştırdı.  Bu durum, uluslararası sermayeden vize alamayan bir metnin, medya kartellerinin de etkisiyle hızla prestij kaybına uğrayacağını gösterdi.

Öte yandan bundan çıkarılacak ders, liberal ortamlarda farklılığa ve çeşitliliğe dönük vurgular ne kadar tatlı görünürse görünsün, Anayasa'nın politik bir birlik metni olduğunun unutulmaması ve bu bakımdan ayrışmalardan çok birleştirici bazı öğeleri de öne çıkarması gerekliliğidir. Sosyoekonomik bağlamın bu gerçeğin dikkate alınarak tasarlanması büyük önem taşır. Aksi durum, (Şili'de olduğu gibi) toplum içinde, devletin hayalperest marjinallerin elinde yıkılmaya doğru gittiği söylemine güç verir.

Beşinci neden, önceki nedenlerin büyük bir kısmını kapsayan bir şemsiye sebep olarak, tartışmaların ve Anayasa'nın "aşırı teknik" olmasıdır. Bu teknik yön, hukuksal bir metin için kaçınılmaz olsa da, halk oylamasına sunulurken çok daha fazla zamana sahip olmak kaçınılmazdır. Fazlasıyla dezenformasyona maruz kalmış metin, dar bir zamanda oylamaya sokulmuştur. Öte yandan metin, 2019'daki sosyal hareketlerin güç kazandığı zamana göre ise epey geç oylanmıştır.

Bundan çıkarılması gereken ders, halkoylamalarının ne halkın bilgisiz kalacağı denli kısa ne de yeni bir metin hazırlayacak "anayasal an"ın heyecanından uzaklaşılacak denli uzun bir süreçte gerçekleşmesi gerektiğidir. Oylamada zamanlama önemlidir.

Altıncı neden, sürecin "apolitizasyonu" olarak nitelendirilebilir. Örgütlülükten çok bireyselliğin (Meclis'in üçte biri, bağımsız üyelerden müteşekkildi) öne çıkarılması, anayasa yapım sürecini politik olmaktan çıkarmış ve bölünmelere neden olmuştur. Kimlik politikasının öne çıkarılması da buna katkı sunmuştur. Bu durum örneğin en çok üyeye sahip olan ve bağımsızlardan oluşan "Halkın Listesi" grubunun hızla bölünmesine ve gitgide güç kaybetmesine neden olmuştur. Hemen her konuda "siyasal doğrucu" tartışmalara kapılan üyeler, halkın gözünden düştüğü gibi, karar alma süreçlerinde de emin adımlar atamamıştır. Zaten genç ve deneyimsiz görünen yeni hükûmet de bu görüntüyü değiştirememiştir.

Aslında bu son neden sol liberalizmin de paradoksu olarak kodlanabilir. Unutulmamalıdır ki Anayasa'ya, (ABD'den mülhem) "iktidarı sınırlandırma" misyonu yükleyen ekollerin aksine (bir ölçüde Fransa'dan mülhem üçüncü dünya ülkelerinde olduğu gibi) "dönüştürücü" misyon yüklenen Latin Amerika'da bu türden bölünmeler halktaki kaygıyı tetikler.

Yedinci neden olarak, "Boriç yönetiminin kendine özgü durumu" gösterilebilir. Geçtiğimiz yılın aralık ayında başkan seçilen Gabriel Boriç, öğrenciliğinde otonomcu gruplarla hareket eden ve alandan gelen genç bir isim. Ne var ki halkın umut aradığı bir bağlamda iktidara gelmesine rağmen, köklü ve gerçekçi adımları bir türlü atamadı. Ekonomik krizin hızla derinleşmekte olduğu Şili'de, kimlikçi sol liberal eğilimlere gereğinden çok değer atfetti. Bu durum onu, Latin Amerika'daki yeni "pembe dalga" içinde daha ılımlı sayılmasına rağmen çok daha emin ve kararlı adımlar atmaya aday sayılan mevkidaşlarının (örn. Brezilya'da Lula) bile gerisinde bıraktı.  Hem uluslararası hem de ulusal sermayenin dikeni üzerinde duran Boriç yönetimi altında, politik alan, fazlasıyla yeni anayasaya havale edildi. Boriç'e olan desteğin azalması, yeni Anayasa'ya olan desteği de azalttı. Soldaki parçalanmış görüntü, kriz aşılamadıkça daha rahatsız edici bir biçim aldı.

* * *

Yazı uzadığı için burada toparlayalım.

Bu saydıklarım, Türkiye için de fazlasıyla önemli dersler içeriyor. Hepsinden önce: Önemli dönemeçlerde planlı, bütünlüklü ve birleşik bir programın ve örgütlülüğün bulunmamasının, nasıl olup da kısa vadeli zaferleri birer hezimete dönüştürebileceği dersini…


[*] Saksafon sanatçısı Melissa Aldana'nın bu göstericilere adadığı "Şili'nin Gözleri" (Los Ojos de Chile) ezgisi, Türkiye'de 2013'te görme yetilerini yitiren yurttaşlarımız için de bir dayanışma ezgisi sayılabilir:

https://www.youtube.com/watch?v=neyJJeAZAPg

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir’de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.