Tolga Şirin

08 Şubat 2023

Deprem ve bilgi kirliliği: Sıkıyönetim? Seferberlik? OHÂL?

Böyle sıra dışı zamanlarda bilgi kirliliğine karşı durmak ve birbirimizi iyi anlamak, istismarın oluşmaması ve keyfîliğin ortaya çıkmaması için önem taşıyor sanırım. Bu nedenle kısaca da olsa, genel hatlarıyla kavramları açıklamak istiyorum

Ulus olarak çok acı iki gün geçirdik. Türkiye tarihinin en büyük felaketlerden birinin yaşandığı söyleniyor. Ben bu satırları yazarken ve siz bu satırları okurken hâlâ buz gibi soğukta, göçük altında hayata tutunmaya çalışan yurttaşlarımız var. Tarifsiz bir acı…

Bu felaket ve hattâ cinayetler karşısında toplumda haklı olarak tepkiler yükseliyor. Özellikle sosyal medyada "sıkıyönetim", "seferberlik" ve "olağanüstü hâl" (OHÂL) ilan edilmesi gerektiğini söyleyenler oluyor. Bunu söyleyenlerin niyeti başka başka.

Görünen o ki; bu türden felaketlere karşı en organize yapı olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) göçüklere müdahaleyle sınırlı devreye girmesi ve bazı (?) istisnai tedbirlerin alınması konusunda yaygın bir kanı var. Ama yine de bu kavramlardan ne anlaşıldığı konusunda belirsizlikler var. Kimileri geçici olarak bölgesel askeri yönetim istiyor. Kimileri, bu kavramları tüm kamusal kaynakların seferber edilmesi anlamında kullanıyor. Bazıları gerçekten OHÂL ilan edilsin istiyor. Anılan rejimleri polisiye tedbirler için dile getirenler kadar ekonomik ve idari amaçlar için öne çıkaranlar da var. 

Böyle sıra dışı zamanlarda bilgi kirliliğine karşı durmak ve birbirimizi iyi anlamak, istismarın oluşmaması ve keyfîliğin ortaya çıkmaması için önem taşıyor sanırım. Bu nedenle kısaca da olsa, genel hatlarıyla kavramları açıklamak istiyorum. Yoksa derdim bunca derdin içinde "dil polisliği" peşine düşmek değil…

"Sıkıyönetim"

Sıkıyönetim, en basit tanımıyla genel güvenlik yönünden askerî yönetimin devreye girmesi demek. Bu rejim, normal kamu makamlarının bir sorunu çözemediği, hattâ olağanüstü hâl ilanıyla dahi meselenin üstesinden gelinemediği zamanlarda uygulama bulurdu. Anayasa, sıkıyönetimin, "olağanüstü hal ilanını gerektiren hallerden daha vahim şiddet hareketlerinin yaygınlaşması veya savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi" durumlarında ilan edilebileceğini söylerdi.

"Bulurdu" veya "söylerdi" diyoruz çünkü artık böyle bir rejim yok. 2017 yılında yapılan anayasa değişikliğiyle birlikte "sıkıyönetim" Anayasa'dan çıkarıldı. Böyle bir ilan artık mümkün değil. Zaten geçmişte de doğal afetler için bu türden bir yönetime olanak tanınmazdı. Bu daha çok, şiddete bağlı millî güvenlik sorunu ortaya çıktığında gündeme gelebilecek bir düzendi.

"Seferberlik"

Sosyal medyada bu bağlamda en çok duyduğumuz şey "seferberlik" ilanı. Görünen o ki bu kavram, tüm kamu kaynaklarının, personelin hattâ yurttaşların "seferber edilmesi" anlamında kullanılıyor. Gelgelelim gündelik dildeki "seferber etmek" ile teknik bir hukuki terim olarak "seferberlik" farklı şeyler.

2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hâli Kanunu (md. 3/1) "seferberlik hâli" için tanım yapıyor:

"Devletin tüm güç ve kaynaklarının, başta askeri güç olmak üzere, savaşın ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hazırlanması, toplanması, tertiplenmesi ve kullanılmasına ilişkin bütün faaliyetlerin uygulandığı; hak ve hürriyetlerin kanunlarla kısmen veya tamamen sınırlandırıldığı haldir."

Görüldüğü gibi bu seferberlik, savaş ihtiyaçlarına özgü bir hukuk terimi... Doğal afetler için -teknik olarak- kullanılması doğru değil.

Tüm kaynakların, sıra dışı biçimde -icabında hak ve özgürlükleri durdurarak- seferber edilmesi talep ediliyorsa hukuki bağlamda kullanılması gereken kavram OHÂL olacaktır.

"Olağanüstü Hâl"

Anayasa'nın deprem felaketi karşısında ilan edilmesine olanak tanıdığı istisna rejimi, esasen OHÂL'dir. Madde 119'a göre Cumhurbaşkanı "tabii afet" ortaya çıkması durumunda "yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir." Olağanüstü hâl ilanı kararı, verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) onayına sunulur. TBMM tatilde ise derhal toplantıya çağırılır; Meclis gerekli gördüğü takdirde olağanüstü hâlin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hâli kaldırabilir.

Böyle bir durumda uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasa'da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.

OHÂL gerekli mi?

Türkiye, en son OHÂL dönemini 20 Temmuz 2016-18 Temmuz 2018 arasındaki süreçte deneyimledi. Bu deneyim, OHÂL'in amacından kolaylıkla saptırılabildiğini ve kimi keyfî uygulamalara kapı aralandığını gösterdi. Dolayısıyla bu türden bir ilanın, hele de Türkiye seçim sath-ı mailine girmişken ne gibi olumsuz sonuçlara sebep olabileceği akılda tutulmalı.

Terazinin bu kefesinde bu risk dururken diğer kefesinde ise hayatta kalmak için zamanla yarışan; kara kışın ortasında barınma, beslenme vb. temel gereksinimlerden yoksun biçimde sokak ortasında kalan; yağma vb. kaos olasılıklarının içinde boğuşan ve boğuşacak olan yurttaşlarımızın haklı beklentileri var.

Hâliyle, böylesi istisnai dönemlerde istisnai tedbirler alınması bir zorunluluk. Fakat yine de bu, OHÂL ilanını gerekli kılmıyor.

Örnek olsun, Anayasa'nın 18'inci maddesi şöyle der:

"Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.

Şekil ve şartları kanunla düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz."

Bu madde, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 4'üncü maddesinden esinlenilerek kabul edilmiştir. Sözleşme, "toplumun yaşamını veya esenliğini tehdit eden olağanüstü bir durumda veya afet hâlinde yüklenen bir hizmet" kavramının zorla çalıştırma sayılmayacağını vurgulamıştır.

Bu çerçevede, anılan Anayasa maddesindeki "olağanüstü hâl"in, bildiğimiz OHÂL anlamına gelmediğini vurgulamak gerekiyor. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz zorlu saatlerde, örneğin çevre illerdeki otelleri, kamu binalarını ve yazlıkları barınmaya açma; şehirlerarası özel taşımacılığı deprem bölgesine tahsis etme; TSK'yı ve teknisyenleri (madenciler vb.) bölgeye mobilize etme veya bölgede tanzim satışa zorlama vb. gibi tedbirlerin alınması için OHÂL ilanına gerek yok.

Meclis'in çalışmalarına ara vermesi sorunu

Tüm bu zorlu anlarda bir de TBMM'nin çalışmalarına ara verdiği haberini okuduk. Meclis Başkanı Mustafa Şentop, bir "danışma kurulu" toplantısı yaparak "Genel Kurul çalışmalarını ertelemek üzere bir karar aldıklarını" açıkladı. Gerekçe olarak da "milletvekillerinin kendi bölgelerine gitmek istemesi" gösterildi.

Böylesi zorlu günlerde yasamanın ivedilikle saf dışı edilmesi yadırgatıcı bir durum.

Öngörülemez nitelikteki, egemenlik yetkilerinin kullanılması için önem taşıyan ve bir ölçüde kaos riski altındaki günlerden geçiyoruz. İlerleyen günlerde bir OHÂL ilanı gündeme gelirse Meclis'in nasıl toplanacağı kuşkulu.

Dahası var. İstisnai dönem, kimi istisnai tedbirlerin alınmasını, dolayısıyla bazı acil kanunların çıkarılmasını gerekli kılabilir.

Böylesine sıra dışı bir zamanda Meclis'in çalışmalarına ara vermesi bence doğru değil. Üstelik yürütme görevinin başındayken ve mahkemelerde yargı süreleri işlemeye devam ederken TBMM'den bu kadar kolay vazgeçilmesi (sözcüğün olumsuz anlamıyla) sembolik de bir mesaj taşıyor: Meclis'in ilk gözden çıkarılacaklardan biri olduğu mesajını…

Bu nedenle, Cumhuriyet Halk Partisinin de parçası olduğu bu karar, eleştiriyi hak ediyor…


Editörün notu: Yazarımız, bu yazıyı OHAL ilanından önce kaleme alıp göndermiştir.

Tolga Şirin kimdir?

Tolga Şirin, İzmir'de doğdu. İstanbul Barosu'na kayıtlı avukat ve Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı'nda doçent olarak çalışmaktadır.

Hukuk alanındaki lisans ve lisansüstü eğitimini Marmara Üniversitesi'nde tamamladı. Lisans eğitimi sonrasında Londra Birkbeck Üniversitesi'nde insan hakları hukuku eğitimi aldı; doktora ve doktora sonrası aşamalarda Köln Üniversitesi Doğu Hukuku Enstitüsü'nde araştırmacı olarak görev yaptı.

TÜBİTAK Sosyal Bilimler Programı ve Raoul Wallenberg Enstitüsü bursiyeridir.

Aybay Vakfı (2010) makale yarışması ödülünün sahibidir. 

2006-2008 yılları arasında İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi yürütme kurulu üyeliği yaptı.

Ondan fazla kitap ve çok sayıda makalesi olan Şirin, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Geçmişte Radikal ve BirGün gazeteleri ile Güncel Hukuk dergisinde güncel yazılar yazan Şirin, haftalık yazılarını 2020'den beri T24'te yayımlamaktadır.