Sümeyra Gümrah

03 Şubat 2025

Taşın hafızası, ruhun direnişi “Cennetin Hediyesi”: Menel hüzmeli ile sanat ve yıkım üzerine

“Misafirlerime eski Antakya’yı gezdirirdim ve gezdirirken Antakya’nın geçmişte 7 kez yıkılıp nasıl yeniden var olduğunu anlatırdım. 8. yıkımın kalbinde olacağımı ölsem aklıma gelirdi de bu kıyam gelemezdi”

“Tıpkı bir zeytin ağacı gibi olmalıyız. Olgun, mantıklı, verimli, dimdik, güçlü ve ayakta..”

6 Şubat 2023’te yaşadığımız afette, binlerce canımız, şehirlerimiz, geçmişimiz toprağın altında kaldı. Orada, o yıkımın içinde olmamış olsak da hepimizin yüreği dağlandı. Ancak bazıları için bu felaket yalnızca bir haber, bir görüntü değil; her sabah boşalan sokaklara, sessizleşen evlere, geride kalan enkaza uyanmak demekti. O gün neyi kaybettiklerini anlatmaya kelimeler yetmezken, sonrasında neyi yeniden inşa edebileceklerini düşünmek bile güçtü…

Ne var ki bu acı, yoktan var olmanın, yeniden ayağa kalkmanın, yaşamı her şeye rağmen kucaklamanın da kaynağına dönüşebiliyor. İşte bu dönüşümün somut örneklerinden biri de mozaik sanatçısı Menel Hüzmeli’nin hikâyesinde karşımıza çıkıyor. 1979’da Libya’nın Zaviya kentinde dünyaya gelen, çok kültürlü coğrafyalarda geçen çocukluğunu Antakya’da ustalaşan sanatıyla harmanlayan Hüzmeli, üç boyutlu mozaik sanatında ülkemizin öncü ismi. Farklı coğrafyaların renklerini, dokusunu ve inançlarını mozaik taşlarında yaşatırken, Antakya’da kurduğu atölyesinde binlerce yıllık Roma mirasının izlerini geleceğe taşıyordu. Ancak 6 Şubat depremiyle bir kentin ve oradaki insan mozaiğinin nasıl dağıldığını bizzat yaşadı.

Menel Hüzmeli ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide, şehrinin yerle bir olduğu o sarsıcı günlerde yaşadıklarını ve sanatının onun için nasıl bir iyileşme aracına dönüştüğünü okuyacaksınız. ‘Cennetin Hediyesi – Zeytin Ağacı’ eserinin enkazdan kurtulup yeniden inşa ediliş öyküsü, aslında Antakya’nın ve ülkemizin küllerinden doğma umuduna ayna tutuyor. Bir dalından bin öykü fışkıran zeytin ağacının gücünü ve kadimliğini anlatan bu eser, tam da şefkate, dayanışmaya ve yeniden ayağa kalkmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde hepimize direnç ve umut veriyor.

Şimdi, sanatın yıkıma inat nasıl var olduğunu, taştan nasıl umut filizlerinin yeşerdiğini Menel Hüzmeli’den dinleyelim:

Mozaik sanatına ilginizin genç yaşta başladığınızı biliyorum. O ilk gördüğünüz kadın silueti size neler hissettirdi?

Hüzmeli: Babaannemle yaptığım Antakya’da bir gezi sırasında yerde gördüğüm mozaik kadın silüeti beni çok etkilemiş ve eğilip dokunduğumda çok heyecanlanmıştım. Baktığım şeyin ne olduğunu tam da anlayamamıştım. Resim değildi ama resim kadar büyüleyiciydi. Ayrıntılardan oluşan bakışlar gözler zihnime öyle kazınmıştı ki bugün bile gözümün önündedir. Sanırım ayrıntıdaki bütünlüğe olan hayranlığım o yaşta ortaya çıkmaya başladı. Üstelik çalışmanın bir kısmı toprağın altındaydı, eşeleyince devamı da gözüküyordu. Bu ilgi beni bambaşka bir yerlere götürdü. Hayal dünyamın ne renkli ve büyük olduğunu gösterdi. Evrildi bugünlere geldi.

Bugünlere nasıl geldi?

İki boyutlu mozaik yapmanın elbette büyüleyici yanı var ama bana yetmiyordu. Replikaları çalışmak elbette kıymetli ama onlar onları yapan orijinal ellere sahiplerdi ve ben sadece onları taklit ederek sanatımda yeni bir şey yapamazdım. Resim çizim yeteneğim zaten benden taşan bir yeti. Karakalem çalışmalarım zaten vardı. Bugün de bu çalışmaları sürdürüyorum. Akabinde kendi desenlerim, kendi hayal dünyam, kendi çizimlerim sanatıma yansıdı. Ama asıl sıçrayış üç boyutlu mozaik çalışmalarım ile geldi.  Oğluma yaptığım ilk üç boyutlu siyah güvercin çalışmamın canlandığı, kuşun uçup kanatlandığı hissi ile birleşince ruhum da üç boyuta aktı. Üç boyutlu mozaik sanatımdaki mihenk taşı oldu.

'Cennetin Hediyesi' eserinizde zeytin ağacını sembol olarak seçmişsiniz. Zeytin ağacı sizin için nasıl bir anlam taşıyor?

Hüzmeli: Cennetin Hediyesi bana gerçekten “Cennetin Hediyesi” oldu. Ruhumun yıllarca buna hazırlandığını, zihnimde yeşerttiğimi şimdi hissediyorum. Zeytin ağacı benim için özellikle çok özel. Bana hep topraklarımızda yaşayan yaşlı ve bilge kadınları çağrıştırmıştır. Sözlü kültürü aktaran, kadim bilgiyi torunlara çocuklara akıtan kadınlar gibiydi zeytin ağacı. Ve tam da Antakya’dır zeytin ağacı. Oradaki o çok kültürlü ve binler yıllara uzanan barışçıl, yapıcı yaşam, insan ilişkilerindeki yalın ve koşulsuz sevgi, çocukluğumuz, kokular, sofralar hepsi Zeytin ağaçlarının bütünlüğündedir. Yağıyla, meyvesiyle, dokusu ve varlığı ile Zeytin ağacı Antakya kimliğinin ta kendisidir.

“Her yaprağı kaybettiğim akrabalarıma, arkadaşlarıma, dostlarıma, öğrencilerime, ithafen yaptım”

Eserinizin enkazdan çıkarılmasının ardından yaptığınız değişikliklerle depremde kaybettiklerinizi anmışsınız. Eser önceden ne anlatmak istiyordu, bugün baktığımızda bize ne anlatıyor?

Hüzmeli: Hayatımdaki insanların yüzde sekseni, kentim, geçmişim, sokak hayvanlarım dahi yok oldu. Bir kentin ölümüne şahit oldum. Eserin deprem ertesi tadilatında benim hayatıma dokunan tüm insanları anmak istedim.

Eser önceden Antakya’nın çoşkusunu, barışını, huzurunu anlatırken çatışma olmadan yaşanabilir bir kent olduğunu anlatırken, bugün yaptığım onarımlarla kalbimdeki acıyı da eklemiş oldum. Yine birliğin simgesi zeytin ağacı ama kandan gözyaşları kondu dallarına. Dimdik ayakta ama birliği eksildi.

Kandan gözyaşı sanırım bordo yapraklar/taşlarla verdiğiniz mesaj sanırım.

Hüzmeli: Eserdeki bordo yapraklar aslında ağacın kanayan yerleri. Hala da kanamakta olan yerleri demek daha doğru. Temsilen yapıldı aslında. Eseri aylar sonra enkazdan çıkardığımızda kenarlarının hasar alıp bütünlük kaybı yaşadığını gördüm. Gelincikler dökülmüştü ve zeytin yaprakları da kırıktı. Antakya’nın kanayan yarası adına yaptığım düzenlemeler oldu. Kanayan kalbimizi anlatıyor.

Rengi, dokusu, nefesi kendinden taşlar

Doğal taşlar üzerinde ve boya kullanmadan çalışıyorsunuz. Bordo taşlarda olduğu gibi… Bu malzemeleri bulma, seçme ve işleme süreciniz nasıl?

Hüzmeli: Evet doğal taş kullanmayı tercih ediyorum. Rengi, dokusu, nefesi kendinden. Yaşayan taş diyorum ben onlara. Doğanın bizim için boyayıp hazırladığı taşlar. Çok başlarda önce doğadan ve Asi Nehri’nin çevresinde bazı köylerden toplayıcılık yaparak atölyemde eserlere çeviriyordum. Eserler artıkça topladığım taşlar yetmemeye başladı elbette. Mermer fabrikaları ile çalışmaya başadım. Yöremizden ya da Türkiye ve dünyanın çeşitli yerlerinden gelen doğal taşları işlemeye başladım. İlk yaşadığım şaşkınlığı paylaşmak isterim. Yeşil taşa ulaşamıyorduk bir dönem. Hiçbir tonda yeşil taş ne Türkiye içinde ne yurtdışında bulunmuyordu. Gel zaman git zaman bir parça yeşil taş bulduğumda çok sevinmiştim renk koyuluğuna bakmaksınız. Baktım yontamıyorum çok sert. Muhteviyatı hakkında da bir bilgim. Granit olduğunu fark ettiğimde mermer fabrikasında kestirerek kullanmaya başladım. Kerpetenle ilk kez yeşil taşı çalışırken kıvılcımlar saçtığında çok şaşırmıştım. Granitin gücünün yarattığı açığa çıkan enerji beni ayrı hayrete düşürmüştü. İnatla ve tüm gücümle gece boyu granitleri yontmuştum. Granitin gücü, ateşin büyüleyiciliği, rengin sıcaklığı beni başka dünyalara taşımıştı.

Sanatın iyileştirici gücü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hüzmeli: Deprem süreci de yıkım süreci de herkes gibi beni de çok zorluyor. Anlatmak için bile hala üstesinden gelmeye çalışıyorum. O anlarda yaramızın ne denli büyük olduğunu hissetmedik. Tıpkı fiziksel yaranın ilk anda sizde his uyandırmaması gibi. Çok fazla ölü, ölüm kokusu… Şehrimin öldüğünü çürüğü gördüm. Yasımı tutamadım. Yas tutacak zamanımız yoktu. Cenazelerimizi kaldırmak tabi ulaşabildiklerimizi, karnımızı doyurmak ve korkunç soğuk da barınmak zorunda olmak gibi birinci derecede hayati ihtiyaçları karşılamak zorundaydık. Toparlanmak zorundaydık. Yas tutmaya değil hayata tutunmaya mecbur ediyor yaşam sizi. Bunu yaşamayana anlatmak inanın sanıldığından da imkânsız. İnsanların ekranda gördükleri ile bizim yaşayıp gördüğümüz şeyler bambaşka. Siz yıkılmış bina görüyorsunuz. Ne koku, ne parçalanmış sevdikleriniz, ne soğuk, ne çaresizlik ekrana yansımıyor. Ama yaşama tutunacak bir sebep yaratıyor sistem. Ben sanatımla yeniden var oldum sanatıma tutundum. Taşların yaşayan enerjileri ile onlara can verdiğimi hissettiğimde bana ne kadar iyi geldiğini fark ettim. Taşa dönüşen kentimi taşlara ruh katarak sanki inşa ediyordum. Sanatın “muazzam” iyileştiriciliğini deneyimleyerek var oldum.

Eserim ve ben acaba böyle bir sembol olacağını böyle bir misyon üstleneceğini biliyor muyduk bilemiyorum. Belki ruhum bunu bildiği için bir yıl bu ağacı inşa ettim. Eserimin verdiği mesaj her zaman her yerde söylediğim gibi tıpkı bir zeytin ağacı gibi olmalıyız. Olgun, mantıklı, verimli, dimdik, güçlü ve ayakta. Her fırtınaya, her afete rağmen meyvesini vermekten vazgeçemeyen zeytin gibi olmalıyız. Yıkımın yaratımında ki gücü simgeliyor olsa gerek.

Tadilatını yaptığım her yaprağı kaybettiğim akrabalarıma, arkadaşlarıma, dostlarıma, öğrencilerime, ithafen yaptım. Sesleri, nefesleri, gülüşleri, anıları o kırmızı yapraklarda yaşıyor. Nasıl ki ağaç tüm Antakya’yı anlatıyor o kırmızı yapraklar da tüm Antakyalıların acılarına sessiz selam ediyor.

“Antakya’nın geçmişte 7 kez yıkılıp nasıl yeniden var olduğunu anlatırdım”

Bugünden baktığınızda 6 Şubat’tan öncesindeki size ne söylemek isterdiniz.

Hüzmeli: 6 şubattan önceki Menele o kadar çok şey söylemek isterdim ki…

Etkilendik demek çok eksik olur. Hayatımız alt – üst oldu. Hayatımız kalmadı. Atölyeme yurtdışından ve yurtiçinden çok ziyaretçim olurdu. Atölyem eski Antakya’nın merkez çarşının içindeydi. Çaprazımızda cami, yanımda türbe, az ileride havra, hemen yanında kilise bulunurdu. Affan ya da eski adıyla Efifanya olan mahalle Antiochenia’nın (Romanın üçüncü büyük kenti) en büyük mahallesiydi. Antakya’nın kalbiydi. Herod caddesi (Kurtuluş caddesi) muhteşem canlılığın, enerjinin olduğu caddede olan atölyemde misafirlerimle Antakya kahvesi içip, mozaik çalışmaları yapıp, eski Antakya’yı gezdirirdim ve gezdirirken Antakya’nın geçmişte 7 kez yıkılıp nasıl yeniden var olduğunu anlatırdım. 8. yıkımın kalbinde olacağımı ölsem aklıma gelirdi de bu kıyam gelemezdi.

Yürüdüğüm yollar, dokunduğum binlerce yıllık duvarlar, neşenin sevginin yankılandığı kahveler, sofralar, insanlar … Yıkımdan sonra ne basit söylediğimi fark ettim. Şu andan o günkü Menel’e  “toprağına daha çok vakit ayır, daha çok hisset, daha çok sev” demek isterdim sanırım.

"Antakya’da yok olan, sadece binalar değil, bin yılların mirasıydı"

Antakya'nın yaşadığı yıkım, kültürel miras açısından nasıl bir etki bıraktı?

Hüzmeli: Çok yıkıcı. Ruhum paramparça. Antakya’nın özü olan birliğin, dirliğin, muhteşem enerjisinin yavaş yavaş yok edilmeye çalışıldığını düşünüyorum çok üzülüyor çok etkileniyorum. Çok mezhebin, çok dinin, dostça kardeşçe yaşadığı ve kimsenin kimseyi ötekileştirmediği topraklarımız. Sadece bir şehir yok olmadı. Bir kültür, yaşam, binlerce yıllık gelenekler, yüzlerce yıllık binalar yok oldu. Binaları yapsanız bile bu ruh nasıl dirilecek bilemiyorum. Herkes savruldu. Yaşam sustu. Bir kadının özgürce ve rahatsız edilmeden yaşadığı, sanatını yapabildiği yargılanmadığı bir topraktı Antiochenia... Anadolu’nun ilk camisi ilk kiliseleri havraları ile her dinden her mezhepten insana ANA olan Antiochenia.

Toprağa verdiğimiz gibi cenazelerine dahi ulaşmadığımız canlarımız oldu. Yaşayanlar dağıldı birbirimizden koptuk. Düşünmek çok acı. Sesler yüzler gözümüzün önünden gitmiyor. Geride bırakmak zorunda olduğumuz sadece yitirdiğimiz mal araba vs. değildi. Hepimizin yaşamı söndü.

Cennetin Hediyesi Antakya’nın birliğini anlatan bir çalışma olduğundan yeniden bir araya gelebilmeyi, şehrimin yeniden dirilmesini arzuluyorum tüm Antakya o ağacın içinde. Sevgisi, acısı hüznü ve çoşkusu ile. Kaybolan geçmişimize köprü olmasını ümit ediyorum. Mimari yapı kayboldu yeniden yapılansa da eskisi gibi olmayacak. Antakya’nın insan mozaiğini anlatan bu eser umuyorum Antakya’nın yeniden aynı insan mozaiğine dönmesinde simge olur.

Beyazlar içindeki kadınla zeytin ağacının konuşmaları

Rüyalarınızından ilham alıyormuşsunuz? Bu hep böyle miydi? Rüyalarınızı ne zaman sanatla anlatmaya başladınız?

Hüzmeli: Zeytin ağacı rüyama geldi. Birkaç yerde anlatmış olabilirim. Benden Antakya’yı anlatan bir çalışma istendiğinde hem sorumluluğunun yükü hem de farklı anlatımıyla ne olması gerekliliği üzerinde aylarca düşünmüştüm. Herkesin çalıştığı Antakya sembollerinden farklı olmalıydı. Hüzne battığım bir gün eski sokaklarda gezip sokaklarla duvarlarla konuşup atölyeme döndüm ve gündüz vakti uykuya dalmışım. Çok büyük yemyeşil bir tepede rüzgârın hafifliği salınan bir tepede muazzam bir zeytin ağacı gördüm. Rüzgârın da etkisiyle muhteşem bir melodi ile şarkı söylüyordu. Ağaca vardığımda yanında bir sanduka ve beyazlar içinde bir kadın ile rastlaşıyorum. Kadın ile zeytinin konuşmalarını görüyor ne dediklerini duyamıyorum. Kadının saçları zeytinin dallarına karışıyor huzurla uçuşuyor. Uyandığımda gerçekliğimi sorgular buldum kendimi. Başka bir boyuta gidip dönmüş gibiydim. O an anladım ki Antakya’yı anlatacağım şey zeytin ağacıydı. Tüm kutsal metinlerde geçen tüm semavi dinlerde yeri özel, ulu, ölmez, kadim anıt zeytin ağacı. Eserim de o rüyada gördüğüm ağacın mozaiğe düşmüş hali.

Zeytin ağacından sonra rüyalarıma giren yüzler, motifler hatta şahmeran ve diğerleri sanatıma ilham oldu. Gördüklerimi çizip mozaiğe dökmeye başladım.

Deprem sonrası İzmir'e yerleşmek sizin için nasıl bir dönüşüm oldu? Antakya ve İzmir farklı olsa gerek. İzmir’in kokusu sanatınıza nasıl yansıdı?

Hüzmeli: İzmir’e yerleşmek çok zordu. Ama müthiş bir dönüşüm süreci de başlamış oldu. İlk önce Seferihisar’a sürüklendim. Zeytin ağaçlarına olan tutkumu bilen candaşlar beni Teos antik kentine götürmek istediler. Antik kentte pek çok yaşlı ağaçtan bahsediyorlardı. Antakya’dan yeni gelmiştim ve acılarım çok tazeydi. İçimde bastırdığım tüm duygular o gün Teos’a gitmemi bekliyormuş meğer. İlkbahardı ve hafif esen meltemle beraber Teos’da ki tüm yaşlı ve bilge ağaçlara dokuna dokuna dolaşıp müthiş bir ağacın önünde durduk. “Bu da bizim kadim bilge Umay anamız” dediklerinde sanki ağaca aktım. Sanki Umay nine beni sardı sarmaladı. Hayranlıkla bakıp saçlarımızı rüzgâra saldık beraber. Sonra sarıldım ve saatlerce ağladım. Tüm deprem ertesi süreçte tek gözyaşı dökmeyen sadece mücadele eden ben o gövdeye sarılıp saatlerce ağladım. İçimde ki tüm o birikmiş acı, çığlık, öfke ne varsa o binyıllık zeytin ağacının dibinde aktı gitti. İlaç oldu merhem oldu. Dönüşüm işte tam da o an başladı. İzmir beni şifalandırmak istiyordu. Doğasıyla, kokusuyla, insanıyla bana getirdiği yeni ruhlarla şifalandırıyor.

İzmir’in kokusu sanatımı şahlandırdı. Coşturdu. Çünkü İzmir’de de memleketimin kokusu vardı. Narenciye, zeytin, ılıman iklim, insanının kabulü dahası hasreti ve hüznü. Hasret ve hüzün. Bu kent vaktinde o kadar çok kırık kalbi kabul edip mübadillere kucak açmıştı ki beni de bağrına bastı.

Üç boyutlu mozaik sanatını Türkiye’de bir ilke dönüştürdünüz. Gelecekte bu sanatı nasıl bir noktada görüyorsunuz?

Hüzmeli: Evet bu çok heyecan ve onur verici bir durum. Üç boyutlu mozaik derken bile yüreğim gibi yüzüme de gülümseme yayılıyor. İlk yaptığım üçboyutlu mozaiğin güvercin olması da ayrı manidar. Ruhumdan ülkeme kanatlanan bir sanat oldu. O güvercin dünyayı dolaşacak inşallah. Bu bağlamda dünyanın farklı yerlerinde üç boyutlu mozaiklerimim hem sergilemek hem kalıcı kamusal alan ürünleri yapmayı çok isterim. Çok büyük çalışmalar yapmayı da çok seviyorum. Çok kez duvar, mekân, zemin çalışmaları da yaptım.

Şu anda 'Cennetin Hediyesi' İzmir Selçuk Art Agora'da sergileniyor. Ayrıca, 'Mozaiğin Düşü' serginiz Kuşadası’nda devam ediyor.

Hüzmeli: Evet şimdilik 'Cennetin Hediyesi' İzmir Selçuk Art Agora'da sergileniyor. Yolculuğu nereye devam edecek göreceğiz.

Ocak ayında Kuşadası’nda özel kişisel bir sergi açılışımız oldu. Sergimin yapıldığı müze galeride çok hoş ve özel bir yer.  Katılım ve ilgi çok yüksekti bu beni gerçekten çok heyecanlandırdı.  Farklı illerden farklı ilçelerden çokça sanatsever ziyaret etti. Mozaikle ilk tanış olanlar ya da mozaik sanatını bilip özel ilgi gösterenler ya da beni tanımak isteyenler sergimi hiç boş bırakmadı. Gençler ve çocukların farkındalıkla inceledikleri eserler ve sordukları sorular bende yeniden genç ve çocuklardan ne çok şey öğreneceğimiz duygusunu perçinledi.  10 ocakta başlayan sergim 1 şubata dek devam edecek.

İstanbul’da tamamen üç boyutlu eserlerinizden oluşacak bir sergi hazırlığında olduğunuzu söylediniz. Bu sergide nasıl bir hikâye anlatmayı istiyorsunuz? Hem kendi hikayenizi hem de eserinizin hikayesini topluma aktarmak adına yeni projeleriniz var mı?

Hüzmeli: Bir dönem İstanbul’da da atölyem ve çalışmalarım oldu. İstanbul’da Beyoğlu Belediyesi’nin karma sergisine katıldım. Şu an hazırlıklarım İstanbul’da Üç boyutlu mozaiklerimden oluşan kişisel bir sergi açmak. Galeri görüşmelerim devam ediyor.  Üç boyutlu mozaiğin İstanbul’da geniş kitlelere ulaşması hem sanatım hem mozaik için ilgi çekici olacaktır. Elbette Cennetin Hediyesi’nin de İstanbul’da kalplerle buluşması da çok arzuladığım bir şey.

Bu sergi için düşüncem Antakyamı anlatan eserlerimin olması. Antakya temalı ve doğadaki ayrıntılar üzerine çalışmalar hazırlıyorum.  Yakın ve uzak gelecekte hikayemin paylaşımı için elbette projeler düşünüyorum. Öncelikle Antakyalı bir kadın sanatçı olarak eserlerimin geniş kitlelere ulaşması için haber, söyleşi, sergi çalışmalarını sürdürmek. Akabinde Antakya depremi gibi bir felaketin içinden geçip var olma savaşında dik duran bir sanatçı olarak hikayemle rol model olabilmek. Ne felç geçiren Kahlo resim yapmaktan ne işitme yetisini yitiren Beethoven müzik yapmaktan vazgeçti. Bunlar çok bilinen örnekler. Maddi ya da manevi kayıpların yeni doğuşlara gebe olduğunun örneği olarak bile sanatımın tanınması kırık kalplere umut olacaktır. Sanat ile hayat ve sanata dair izler bırakmak. Sanatı ışık yapmak.

Yerel yönetimlerle yapmak istediğim farklı projelerim de olacak.  Ulusal ve uluslararası şehirlerde mozaik izler bırakma düşümde var.  Sanat daima iyileştiren, geliştiren ve dönüştüren bir dünya. Ben sanatıma tutkuyla aşkla bağlıyım. Yaşadığımız korkunç acıdan beni çekip çıkartan hayata yeniden gülümseten mozaik sanatıma daha uzun yıllar hizmet etmeyi umuyorum. Depremin acısı belki yaşadığım sürece sızlatacak kalbimi ama Mozaik sanatım beni daima canlı yaşam dolu tutacak.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim.

Menel Hüzmeli hakkında:

1979 Libya'nın Zaviya şehrinde doğdu. Ailesinin işi gereği 8 yaşına kadar Kuzey Afrika ülkelerinde yaşadı. 

Çok kültürlü ülkelerde yaşamanın vermiş olduğu merak duygusu ile 10 yaşında mozaik sanatının varlığını bilmeden etrafta topladığı taşlar, seramik, tahta parçaları ile çalışmalar yapmaya başladı.

11 yaşında babaannesi ile yaptığı bir gezi sırasında yerde görmüş olduğu bir mozaik eserden büyülenerek Antakya'nın ilk mozaik ustasının atölyesinde soluğu aldı. Uzun yıllar ustasının yanında atölyede kalarak mozaik sanatının inceliklerini öğrenmeye çalıştı.

MS 1. yüzyılda Antakya, yüzölçümü ve nüfus bakımından Roma İmparatorluğu’nun üçüncü Roma, İskenderiye ve Ktepsiphon´dan sonra dünyanın 4. büyük şehriydi.  Antakya'nın dört mahallesinden biri ve en büyük ticaret alanı Epifania'da atölyesini kurudu.  Klasik mozaikler dışında 3 boyutlu mozaiğin doğduğu yer olan Epifanya mahallesinde birçok öğrenci ve çırak yetiştirdi. Klasik mozaikler dışında 3 boyutlu mozaiklerin tasarımlarını bu eski Roma binasında tasarladı. Özellikle ÜÇ BOYUTLU MOZAİK İcraatları ile adını geniş kitlelere duyurdu. 

Bir süre sonra Türkiye geneline ve dünyaya yaptığı eserler ulaştı. İstanbul'da İzmir'de Mersin'de Suudi Arabistan Riyad'da Ankara'da Dubai'de ve Katar'da çeşitli sergilere katıldı. 

Yoğun atölye çalışmaları yaptı.  İlkokul lise çağındaki çocuklar, baba çocuk etkinlikleri, Engelli bireyler atölye çalışmaları, Yetimhane atölye çalışmaları, Mor kadın dayanışma atölye çalışmaları gerçekleştirdi.

500.000 parçadan oluşan Cennetin Hediyesi - Zeytin Ağacı isimli üç boyutlu mozaik çalışması ülkede ve yurtdışında büyük yankı uyandırdı. 

Yaşanan Antakya depreminden sonra İzmir'in Efes Selçuk ilçesine yerleşti mozaik çalışmalarına öğrenci eğitimlerine ve üç boyutlu mozaik eserlerin tasarımlarına Efes'te bulunan atölyesinde devam ediyor.

Sanatçı ve eserleri hakkında detaylı bilgi için: https://www.menelhuzmeli.com

 

Sümeyra Gümrah kimdir?

Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.

Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi.

2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı.

Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor.