Efsane der ki, Prometheus ateşi çalıp insanlığa sunduğunda, yalnızca ışık değil, ruhun en derin kıvrımlarına dokunan bir alev de yakmış oldu. O günden beri, o ateşle anlatılan her hikâye, insanın kendi karanlığını aydınlatma çabasıydı.
Aradan yüzlerce ve hatta binlerce yıl geçti… Avusturyalı besteci Franz Schubert, Prometheus’un hikâyesini bestelerine taşırken, kaderin ağırlığı ile insan ruhunun özgürlük arayışını aynı melodide birleştirdi. Onun müziğinde, başkaldırmış bir Titan’ın yalnızlığı da vardı, insanlığa sunduğu hediyenin ölümsüz yankısı da.
Aradan iki yüzyıl daha geçti… Almanya’da yaşayan Türk bariton Kartal Karagedik, çağımızın en önemli piyanistlerinden biri olan Helmut Deutsch eşliğinde kaydettiği ilk albümü Prometheus’u Şubat 2025’te Amerika merkezli plak şirketi Prima Classic etiketiyle yayınladı.
Avrupa’nın önemli salonlarında konserler veren Karagedik, bu ilk albümünde dinleyiciyi F. Schubert’in mitolojik besteleri Prometheus ile sesini dünyaya duyururken; dinleyiciyi ise mitolojik, tılsımlı bir yolculuğa çıkarıyor.
Dünyaca ünlü baritonumuz Kartal Karagedik ile pek çok şey üzerine söyleştik:
Opera her ne kadar bizim kültürümüze uzak gibi görünse de, geçmişe baktığımızda -sonradan yitirmiş olsak da- bu konuda önemli bir kültürümüz var. Müziği hobi olmanın dışında profesyonel olarak yapmaya ne zaman karar verdiniz? Bu konuda ilk hayaliniz neydi ve ilk ilham kaynağınız kimdi?
Karagedik: Gençken tutkuyla hareket ediyorsun, pek zorlukları düşünmüyorsun, sadece içinden geleni yapıyorsun. Konservatuvara girerken hayalim bestecilik ve orkestra şefliğiydi. Ama küçük yaşta müzik eğitimi almadığım için bu mümkün olmadı. Hayat beni şarkıcı olarak konservatuvara yönlendirdi. İlk yıllarımda resmen sünger gibi her şeyi emmeye çalıştım, müzik repertuvarı, müzik tarihi, teori… Operacılar arasında ilk ilham kaynaklarım Renato Bruson, Dmitri Hvorostovsky ve Cecilia Bartoli’ydi. Arie Antiche albümlerini dinleyip bir gün onlarla tanışmayı hayal ederdim. Sonunda o hayal de gerçek oldu, hepsiyle tanışma fırsatım oldu.
Peki, ilk kez sahnede ‘işte şimdi oldu’ hissini yakaladığınız o anı hatırlıyor musun? Sahneden inince kendinize dair bir şeylerin değiştiğini hissettiniz mi?
Karagedik: Opera söylemek, tek bir şey yapmaktan çok daha fazlası, aynı anda şarkı söylemek, hareket etmek, oyunculuk yapmak, partnerinle uyum sağlamak, şefle iletişimde olmak ve seyirciyle bağ kurmak gerekiyor.
“O an işte bu!” dediğin anlar tabii ki oluyor, partnerinle müthiş bir uyum yakaladığın bir sahne, vokal olarak harika hissettiğin bir gece ya da şefle kusursuz bir işbirliği… Ama tamamen kusursuz bir akşam diye bir şey yok bence. Çünkü biz sürekli öğreniyoruz, hep daha iyisini yapmaya çalışıyoruz. O anlar gelip geçici, onlara bel bağlayamazsın. Çünkü her zaman sırada yeni bir sahne, yeni bir eser, yeni bir meydan okuma var.
Kuşkusuz opera sahnesi, birçok sanatçı için disiplin ve tutkunun iç içe geçtiği zorlu bir yolculuk. Sizce yolculuğu heyecanlı kılan, her defasında yeniden motive eden en güçlü duygu hangisi? Müzikal meydan okumalar mı, seyirciyle kurduğunuz bağ mı, yoksa tamamen başka bir şey mi?
Karagedik: Hepsi birden tabii ki! Sonuçta insanım, motivasyon ve disiplin dalgalanıyor. Ama yeni bir yolculuğa başlamak her zaman heyecan verici—özellikle de freelance bir sanatçı olarak, çünkü her proje yeni bir ekip, yeni insanlar, yeni deneyimler demek.
Bu zamana kadar karşıma çıkan fırsatlar ve tanıştığım harika insanlar için gerçekten minnettarım. Prometheus’a gelince… Helmut Deutsch’tan aldığım motivasyon inanılmazdı. Beni bu repertuvara daha derinlemesine dalmaya, onun büyüklüğünü hakkıyla yansıtmaya ve gerçekten özel bir şarkı koleksiyonu oluşturmaya itti.
Bologna ve Hamburg gibi kentlerde yaşamak, çok kültürlülük açısından sizi beslemiş olmalı. Farklı ülkede yaşamanın sanatınıza ve kişiliğinize artıları veya eksileri nelerdir? Türkiye ve Almanya’daki müzik çevrelerini kıyaslayacak olsanız, gözünüze çarpan en temel farklılıklar hakkında neler söylersiniz?
Karagedik: Evet, yıllarca farklı Avrupa şehirlerinde yaşayınca biraz bir yere bağlı hissetmeyen ama bir o kadar da gezgin ruhlu her duruma kolay adapte olabilen biri oldum. Özellikle COVID döneminde, uzun süre aynı yerde kalmak, seyahat edememek ve yeni deneyimlerden uzak kalmak gerçekten zordu.
Şimdi ise yaşamak istediğim düzeni belirleme ve ona doğru adım atma sürecindeyim. Ama her şeyde olduğu gibi burada da denge önemli—bir yere ait hissetmekle sürekli seyahat etmek arasında bir denge kurmak gerekiyor. Ve dürüst olmak gerekirse, bunu sağlamak hiç de kolay değil.
Almanya ve Türkiye arasındaki fark ise bence şu: Almanya, opera geleneğinin merkezlerinden biri olduğu için dünyanın dört bir yanından sanatçıları kendine çekiyor. Bu da etkileşimi çok daha yoğun hale getiriyor.
Ayrıca Almanya’da geleneksel bir opera prodüksiyonu görmek neredeyse imkansız. Çünkü opera sahnelerinin çoğunda reji tiyatrosu, yani yönetmen tiyatrosu hâkim. Buna karşılık, takip edebildiğim kadarıyla Türkiye’de daha çok klasik prodüksiyonlar tercih ediliyor. Bu da iki ülke arasındaki önemli farklardan biri bence.
Sizi oldukça titiz ve nazik şekilde detaycı buluyorum. Muhtemelen yeni albümünüzü kaydederken de hem mitolojik hikâyenin derinliği hem de Schubert’in bestelerinin zorluğu sebebiyle bu titizliği sürdürdünüz. Bu albümün zor kısmı neydi? Hikâye mi yoksa teknik mi?
Karagedik: Detaycılığıma verdiğiniz övgü beni çok mutlu etti, teşekkür ederim. Albümün her aşaması, Helmut ile birlikte, titizlikle hazırlandı. Her şarkının hikayesini ve bağlamını derinlemesine inceleyerek, her detaya büyük özen gösterdik. Bu bazen zorlayıcıydı; özellikle Schubert’in döneminde Avusturya’da sıkı bir siyasi rejim ve sansür olduğu için besteciler bazı şeyleri açıkça ifade edemiyorlardı. Bu yüzden eski Yunan mitolojilerini, tıpkı Ezop’un dilini kullanarak, gerçekliklerine uygun fikirleri metaforik bir şekilde iletmek zorunda kalıyorlardı. Bazı şarkıları anlamak gerçekten zordu—neden belirli mitolojiler ya da hikâyeler seçilmişti, ve ne mesaj vermek istemişlerdi…
Teknik açıdan da aynı özeni gösterdim. Harika ses mühendisimiz Florian Rabl ile uzun tartışmalar yaparak, sesimi nasıl duymak istediğimi ve nasıl kaydedileceğini dikkatlice düşündük ve karar verdik. Hangi konser salonunda kayıt yapacağımız da akustik açıdan çok önemliydi. Teknik detaylar gerçekten büyük bir işti. Bu sırada Helmut da enstrümanın kalitesinde, tınısında son derece titiz—ne istediğini çok iyi biliyor ve olağanüstü bir kulağa sahip. O da beklentilerinde çok hassastı. Bu yüzden dürüstçe söyleyebilirim ki, albümün prodüksiyonu, çalışması ve hazırlık süreci gerçekten derin ve kapsamlı bir süreçti.
Helmut Deutsch gibi usta bir piyanistle çalışmak albüm dışında size de çok şey katmış olmalı. Sayın Deutsch ile müzikal enerjiniz nasıl kesişti? Kayıt hazırlıklarında fikir ayrılığına düştüğünüz oldu mu?
Karagedik: Kesinlikle haklısınız. Helmut’tan öğrendiğim şeyin sayısını gerçekten hesaplayamam. İlk tanıştığımız andan itibaren çok iyi anlaştık ve uyum sağladık. Onun bilgeliğine, deneyimine ve ustalığına hayran olsam da, bu benim üzerimde bir otokratik kuvvet yaratmadı. Bu yüzden, Helmut’tan bazı nüanslar ya da değişiklikler istediğimde, özellikle tempo değişiklikleri gibi, bu onu çok mutlu etti. Bu durum, müzikal hem de gerçek hayattaki dostluğumuzdaki bağımızı daha da derinleştirdi.
Sadece Prometheus değil, genel olarak Yunan mitolojisi, bariton repertuvarında çok sık rastlanmayan bir konsept sanıyorum. Sizce bu temaların bugünün dinleyicisine ulaşmasının önemi nedir? Daha az bilinenler üzerine üretim yapmak riskli değil mi? Prometheus sembolü sizin için neyle ilgili?
Mitler, arketipsel hikâyelerdir ve arketipler her an, her gün, hepimizin içinde yaşayan kavramlardır. Yani evet, Antik Çağ’a ait hikayeler ama aslında bugünden daha güncel bir şey yok. Schubert’in zamanında olduğu gibi bugün de özgürlük için mücadele, aşk arayışı, güç çatışmaları, kendi sesimizi bulma ve iç huzura ulaşma gibi evrensel temalardan bahsediyoruz.
Bu noktada, arketipsel psikolojiye olan ilgimi de eklemeden geçemem. Carl Gustav Jung’un kolektif bilinçdışı kavramı ve arketip teorisi, mitlerin ve insan ruhunun derin bağlantısını anlamak için harika bir başlangıç olabilir. Kısaca, arketipler, tüm insanlığın bilinçdışında ortak olarak bulunan, nesilden nesile aktarılan temel imgeler ve kavramlardır. Jung’un çalışmaları, mitleri yalnızca geçmişin hikâyeleri olarak değil, bugün hâlâ bizimle yaşayan güçlü semboller olarak görmemize yardımcı oluyor.
Benim için bu Albüm projesi çok kişisel oldu, çünkü insan olarak kendimle ilgili çok şey öğrendim. Albüme Prometheus adını vermek de bu yüzden önemliydi. Çünkü o, insanlığa ateşi veren titan—ruh, yaşam enerjisi, kültür, mücadele, özgürlük, bizi insan yapan her şeyin simgesi. İçimizdeki ateşi, gözlerimizdeki ışığı, kendi kaderimizi yaratma tutkusunu temsil ediyor
Ve aslında, bu albümdeki mitolojik hikâyeler hepimizin ortak yaşadığı hikâyeler.
Opera elit ve ulaşılmaz olmakla eleştiriliyor. Sizce bu konudaki önyargıları kırmak için çaba gösterilmeli mi? Örneğin bir gün pop müzikle opera arası ilginç bir füzyon projesi gelse yer almayı düşünür müsünüz? Yoksa “Geleneksel format benim için vazgeçilmezdir” mi dersiniz?
Karagedik: Benim fikrim, klasik müziğe gerçekten derinlemesine baktığınızda, ticari bir amaç uğruna yapılan bir şey değil. Bu nedenle, elit olmaktan doğası gereği uzak. Aslında, herkese hitap eden bir şey.
Klasik müzik ve opera, tıpkı diğer sanat dalları gibi, gerçekten anlayarak dinlemek için belli bir bilgi birikimi gerektiriyor. Sinema, pop müzik, rock, resim… Hepsi bir noktada bilgi ve algı gerektiriyor. Klasik müzik ya da opera neden farklı olsun ki?
Bir füzyon projesinde yer almak konusunda ise açıkçası böyle çalışmaların klasik müziğe kayda değer bir katkı sağladığını düşünmüyorum. Füzyon türü popülerleşebilir ama bu, klasik müziğin bir sanat olarak daha çok insana ulaşmasını sağlar mı, emin değilim. Bana sorarsanız, daha geniş bir kitleye ulaşmanın en doğru yolu, işimizi en yüksek kaliteyle ve en büyük samimiyetle yapmaya devam etmek.
Dijital platformlar daha önce opera dinlememiş binlerce kişiye ulaşmak açısından büyük bir fırsat. Oradan beğenileri de anlık olmak takip etmek mümkün? Elbette salondaki dinleyici ile iletişimin yerini bir şey tutamaz. Fakat dijital platformlara nasıl baktığınızı, oradaki beğeniler, dinlenme rakamlarının sizin yeni projelerinizi etkileyip etkilemediğini merak ediyorum.
Karagedik: Dijital platformlarda bir sanatçı olarak kendimi görmeden çok önce, onları günlük hayatımda kullanıyordum ve gerçekten harika buluyorum. Ulaşabildiği alan inanılmaz geniş; dünya çapında popüler olanlardan tutun da büyüleyici yeni keşiflere ve gizli kalmış müzisyenlere kadar her türden sanatçıyı barındırıyor. Adeta sonsuz bir hazine sandığı gibi.
Prometheus konusunda ise plak şirketimle sürekli iletişim halindeyim ve şu ana kadar işler gayet iyi, hatta harika gidiyor. Bu beni çok mutlu ediyor, çünkü bu projeye gerçekten kalbimi koydum. Aynı zamanda gelecekte yapacaklarım için de bana ilham veriyor.
Hedeflerin nelerdir? Klasik müzik sahnesinde güçlü bir kariyer mi, yoksa sanatsal sınırları zorlayan projeler mi sizi daha çok heyecanlandırıyor?
Karagedik: Biri diğerini dışlamıyor. Güçlü bir kariyer inşa ederken sanatsal sınırları zorlayabilirsiniz, hatta bazen bu sınırları zorlamak, o kariyeri inşa etmenin bir parçası bile olabilir. Risk almaya hazırım ve yeni projeler ile iş birlikleri üzerinde çalışmak için heyecanlıyım—takipte kalın!
Kendi adıma en büyük hedefim, sesimi en iyi formda tutmak, öğrenmeye devam etmek ve sanatımla olan bağımı daha da derinleştirmek.
Ses egzersizleri rutininizi ve bunu korumak için kişisel sağlık tüyolarınızı da merak ediyorum.
Karagedik: Güzin Gürel gibi bir hocaya sahip olduğum için gerçekten çok şanslıyım. Onun eğitiminde ses tellerinin sağlığını korumak büyük bir yer tutuyor. Benim de rutinim, onun bana öğrettiği egzersizler üzerine kurulu ve bunların inanılmaz faydasını görüyorum.
Kısa bir süre önce, hocam gerçek bir opus magnum yazdı (Fonksiyonel Ses Eğitimi) ve son İstanbul ziyaretimde bu eseri edinme şansım oldu. Tüm şarkıcılara, öğrencilere ve profesyonellere içtenlikle tavsiye ederim. İyi bir formda kalmanın, öncelikle ses tellerinin sağlığını korumaktan geçtiğine inanıyorum.
Yeni bir opera dinleyicisi nereden başlamalı? Onlara kısa bir dinleme programı/takvimi çıkarabilir misiniz?
Karagedik: Bu tamamen kişisel tercihlere bağlı, ama bir başlangıç noktası önerecek olsam, Verismo operalarından başlamayı tavsiye ederdim—Puccini’nin herhangi bir eseri mesela. Ben şahsen Giordano’nun André Chénier operasını çok seviyorum.
Bundan sonra büyük bir yol ayrımı var: Wagner mi, Verdi mi? Eğer kalbe ve ruha dokunan bir müzik arıyorsanız, Verdi’yi öneririm. Daha çok zihni harekete geçiren bir şey isterseniz, belki Wagner.
Eğer akılda kalıcı, dinledikten sonra melodilerini mırıldanacağınız bir şey arıyorsanız ya da “Bunu daha önce mutlaka bir yerde duymuştum!” demek istiyorsanız, o zaman Carmen harika bir seçenek.
Tabii ki Mozart’ı da unutmamak lazım—Da Ponte üçlemesi ve Die Zauberflöte kesinlikle dinlenmeli. Kendi kızımla yaşadığım deneyimden yola çıkarak söyleyebilirim ki, Die Zauberflöte her yaşa hitap eden bir opera. Küçükler için de harika bir başlangıç olabilir.
Sizin hayat boyu dinlesem sıkılmam diyeceğiniz 3 opera eseri nedir?
Karagedik: Aslında çok var, ama mutlaka üç tane seçmem gerekirse, muhtemelen Verdi’nin Don Carlos’u, Mozart’ın Le Nozze di Figaro’su ve yine Verdi’nin Falstaffı derdim. Ben tam bir Verdi hayranıyım, ne de olsa: Tutto nel mondo è burla!
Kartal Karagedik hakkında: Kartal Karagedik, eğitimini İzmir Konservatuvarı ve Bologna’daki Accademia dell’Opera Italiana’da tamamladı. 2009 yılından bu yana, Elbphilharmonie Hamburg, Viyana Konzerthaus, Münih Herkulessaal, Tokyo Metropolitan Hall, Brucknerhaus Linz gibi önemli mekanlarda, Monte Carlo Operası, Leipzig Operası, Grand Théâtre de Genève gibi sahnelerde ve 2015’ten bu yana Hamburg Devlet Operası’nın kadrosunda başarılı bir kariyer sürdürmektedir. |