Sümeyra Gümrah

03 Şubat 2025

İtirazı olanlara senfonik Müslüm şarkıları | Hakan Taşıyan: Müslüm Baba’nın dünyasını kendi yaralarımla yorumluyorum

Musa Göçmen: Projemizin iddiası hiç Türk Müziği enstrümanı kullanmadan eserleri seslendirmek. Bu sayede bu şarkılar artık dünyanın her yerinde yer alan senfonik orkestralar tarafından seslendirilebilir hale geliyor

Arabesk… Uzun yıllar sosyoekonomik alt kültürün dert ortağı görülen, beyaz yakalı dediğimiz kesimin hatırı sayılır bölümü tarafından ötekileştirilen bir tür…

Nasıl ki bir dönem metalciler satanist sanıldı, yine bir dönem arabesk dinleyenlerin kuytu bir yerde kendine jilet atmasından korkuldu. -En azından benim cenahımda öyleydi-.

Kimi zaman hor görüldü, kimi zaman korkuldu, kimi zaman kıyasıya tartışıldı, kimi zaman sahiplenildi…

Sosyoekonomik düzeyin bir tık yükseldiği seviyede, herkes belgesel izlediği gibi hiç kimse arabesk dinlemiyordu.

Sonra arabesk modern medyada tekrar görünür olmaya başladı. Sergiler, hashtag’ler açıldı. Online platformların yıllık raporlarında fark edildi ki Z kuşağının yüzde kırk altısı arabesk dinliyordu.

Bu yılın ikinci gününde arabesk müziğin babalarından Ferdi Tayfur hayata gözlerini yumdu. Sosyal medyada yayınlanan taziye mesajlarında, bizim kuşağın kulağına arabesk tınısı değmediğini düşündüğüm insanları tek tek ortaya çıktı. Öyle ya; sen, ben, o, biz, siz, onlar arabesk dinlemediysek milyonlar satan albümleri kimler almış, dijital müzik platformlarında veya YouTube’da milyonlarca dinlemeleri kimler yapmıştı?

Arabesk, köyün ağıtını kentin kakofonisiyle harmanladı; kimileri sırtını dönse de bu müzik halkın içinden çıkıp büyüdü. “Dolmuş müziği” olarak gördüğümüz arabesk bir piyasa projesi miydi? Bu görüşü savunanlar olsa da; bu müzik, köyden kente göç etmiş insanın yalnızlığı, sevgisi, isyanı ve umudunun bir yansımasıydı. Bugüne geldiğimizde, sebepleri değişse de -belki “yalnızlık” daha öne çıkmış olabilir- aynı insani duygular devam ediyor. Bu süreçte arabesk; rock, pop ve senfonik formlarla birleşerek değişmeye devam ediyor.

Senfoni orkestrası ile farklı projelere imza atan besteci, orkestra şefi Musa Göçmen bu kez “İtirazım Var Senfonik Müslüm Şarkıları” projesiyle karşımıza çıktı. Bu projenin solisti Hakan Taşıyan ise Müslüm Gürses’in yaktığı meşaleyi kendi yaralarıyla taşımaya devam ediyor. Senfonik Müslüm Şarkıları’nın ilk konseri büyük ilgiyle Ankara’da gerçekleşti. Pek çok şehirde ilgiyle karşılanacağını düşündüğüm proje 22 Şubat’ta Antalya’da dinleyiciyle buluşacak.

Öncesinde Hakan Taşıyan ve Musa Göçmen ile yazışma imkânı bulduk.

Hakan Bey, sahnede bir Müslüm Gürses şarkısı söylerken nasıl bir his yaşıyorsunuz? Onun mirasını sürdürmekle kendi yorumunuzu katmak arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

H. Taşıyan: Öncelikle böyle bir soruyla duygularımı ifade etme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Müslüm Baba, bizim için sadece bir sanatçı değil, bir ekol, bir duygu okyanusuydu. Onun şarkılarını sahnede söylediğimde hissettiklerim tarifsiz. Müslüm Baba şarkılarında sadece söz söylemezdi, yaşanmışlıklarını, acılarını, isyanını, sevgisini aktarırdı. Ben de bu şarkıları söylerken önce onun ruhunu anlamaya, o duyguyu doğru yansıtmaya çalışıyorum.

Onun sesindeki acıyı, sevgiyi ve isyanı devralmış gibi hissediyorum. Ama o şarkıları söylerken sadece bir taklit değil, kendi yaşanmışlıklarımdan, kendi yaralarımdan kattığım bir ruhla yorumlamaya çalışıyorum.

Sahnedeyken Müslüm Baba’nın şarkılarının, o konsere gelmiş herkesin hayatında farklı bir yere dokunmuş olduğunu hissediyorum. O yüzden, şarkıları yorumlarken fazla değişiklik yapıp özünü bozmak da istemem.

Sahnede iç içe geçen iki duyguyu yaşıyorum. Hem Müslüm Baba’nın dünyasını hissediyorum hem de kendi içimden gelenleri katıyorum. Bu da sahnede beraberce hissettiğimiz her şeyi samimi, gerçek hale getiriyor.

Arabesk uzun yıllar boyunca alt sınıfların sesi olarak görülürdü. Bugün ise daha geniş bir dinleyici kitlesine ulaşıyor.  Sizce bu genişlemenin arabeskin özüne ve ruhuna nasıl bir etkisi oldu? Bu evrim, müziğin duygusal derinliğini artırdı mı, yoksa bazı yönlerden zarar verdi mi?

H. Taşıyan: Dediğiniz gibi, eskiden daha çok yoksul kesimlerin sesi gibiydi; onların derdini, acısını anlatıyordu. Ama bugün arabesk daha geniş kitleye, özellikle gençlere ulaştı. Bu durum güzel bir şey, çünkü arabesk demek, insanın içini dökmesi, hissettiklerini anlatması demek. Duygular evrensel ya, bu yüzden her kesimden insana dokunabiliyor artık.

Eskiden arabesk daha saf, daha içten bir yerden geliyordu. Şimdi bazı yerlerde, sadece "moda" gibi dinleniyor. Gençler sayesinde arabesk biraz yenileniyor, modernleşiyor. Bu aslında güzel bir şey, çünkü daha fazla insan bu müziği hissediyor. Ama bu değişim sırasında arabeskin özündeki o saf duygular kaybolmasın diye dikkat etmek lazım. Biz de şarkılarımızı söylerken buna özen gösteriyoruz; duyguyu kaybetmeden dinleyicilere ulaşmaya çalışıyoruz.

“Projemizin iddiası hiç Türk Müziği enstrümanı kullanmadan eserleri seslendirmek”

Musa Bey, senfonik müziğin disipliniyle arabesk müziğin yoğun duygusunu buluşturmak elbette kolay değil. Fakat ilk konserinizde büyük ilgi gördünüz. Sizce bu sentezi başarılı kılan unsurlar nelerdir? 

M. Göçmen: Arabesk müzik, halkın içinden gelen yoğun bir duyguyu, hayatın gerçeklerini ve derin hikayeleri taşıyor. Senfonik müzik ise bu duyguları evrensel bir dilde ifade etmenin en etkileyici yollarından biri. Bu sentezi başarılı kılan en önemli unsur, Müslüm Gürses'in seslendirdiği eserlerin besteci ve söz yazarlarının yarattığı duygunun özüne sadık kalmamız ve bu özü senfonik bir zenginlikle sunmamız oldu. Bu projede duyguların geçişkenliği üzerine çalıştık; Müslüm Gürses’in müziğindeki duygusal derinliği, senfonik müzikle buluştururken yapmacıklığa düşmeden samimiyeti korumaya özen gösterdim. Dinleyicinin hem Müslüm Gürses’in hikâyesine dokunan, hem de evrensel bir müzikle ruhunu derinden etkileyen bir deneyim yaşaması istedik.

Makamları senfonik orkestraya adapte etme sürecinde, "Muhayyerkürdi" gibi makamların batılı orkestra yapısına aktarılmasındaki yöntemleri biraz açabilir misiniz? Bu süreçte sizi en çok zorlayan makam veya eser hangisi oldu? 

M. Göçmen: Bu oldukça detaylı bir süreç. Çünkü mikrotonal makam çalmadan eserlerin duygusunu vermek çok önemliydi. Zaten projemizin iddiası hiç Türk Müziği enstrümanı kullanmadan eserleri seslendirmek. Bu sayede bu şarkılar artık dünyanın her yerinde yer alan senfonik orkestralar tarafından seslendirilebilir hale geliyor. En zor olan eser “Tanrı İstemezse” adlı parçanın orta kısmındaki meyan bölümü oldu. Ama çok başarılı bir duygu yaratmayı başardık.

Arabesk ruhunu senfonik bir yaklaşımla canlandırmak, sizin için müzikal bir deneyim mi, kültürel sorumluluk mu?

M. Göçmen: Bu proje hem müzikal bir deneyim hem de büyük bir kültürel sorumluluk. Arabesk, sadece bir müzik türü değil, aynı zamanda toplumsal bir anlatı. İnsanların yaşam mücadelesini, hüznünü ve sevinçlerini taşıyan bir miras. Bu mirası senfonik bir yaklaşımla geleceğe taşımak, arabesk müziği sadece bir dönemin değil, evrensel bir duygunun temsilcisi haline getirme amacı taşıyor. Müslüm Gürses’in seslendirdiği eserlerle, bireylerin anılarına dokunan bir bağ kuruyoruz ve bu bağın, senfonik yorumlarla gelecek kuşaklara aktarılmasını hedefliyoruz. 

Gelecekte üzerinde çalışmayı planladığınız projeler var mı? SenfoRock da büyük ilgi görmüştü ve konserleriniz devam ediyor. Senfoni ile birleştirmeyi düşündüğünüz başka müzik türleri var mı?

M. Göçmen: Evet, gelecekte farklı projeler üzerinde çalışmayı planlıyoruz. Senforock, geniş bir kitleye hitap etti ve klasik müzikle popüler kültür arasındaki köprüyü kurmayı başardı. Ayrıca çocuklara ve ailelerine yönelik, kaliteli zaman geçirmeyi hedeflediğimiz konserler hazırlıyorum. Farklı müzik türleriyle bu sinerjiyi yaratmanın, senfonik müziğin daha geniş kitlelere ulaşmasında etkili bir yol olduğuna inanıyorum. Müziğin sihirli bir iletişim dili ile insanları birleştirdiği inancıyla hep beraber ürettiğimiz senfonik eğlenceli konserlerimizde görüşmek üzere.

Sümeyra Gümrah kimdir?

Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu.

Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi.

2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı.

Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor.