Türkiye'nin genç yeteneklerinden Ramis Sulu, klasik müzik dünyasında adından söz ettiren bir şef ve piyanist. Henüz lise yıllarında başladığı müzik yolculuğunu, İstanbul Gençlik Orkestrası gibi yenilikçi projelerle sürdüren Sulu, enerjisi ve vizyonuyla genç müzisyenlere ilham veriyor.
Ramis Sulu’yu 2023’te orkestra şefliği masterclass’ın da izleme şansı yakalamıştım. Henüz 17 yaşında genç bir müzisyen masterclassta orkestra yönetecekti, eğlenceli anları kaydetmek etmek için cep telefonunun video kamerasını açtım. Sonra ağzım açık onu izledim. Bu söyleşiyi yapmanın bana kısmet olacağını bilmiyordum. Yolunun açık olacağına eminim.
Ramis Sulu ile söyleşimizde, İstanbul Gençlik Orkestrası’nın kuruluş hikayesi, Türkiye’deki genç müzisyenlerin karşılaştığı zorlukları, Sulu’nun kişisel deneyimlerini konuştuk.
Sulu, klasik müziği gençler arasında yaygınlaştırmayı hedefleyen vizyonuyla, sanatın coğrafyasız ve evrensel olduğunu savunuyor. İstanbul Gençlik Orkestrası, bu misyonun somut bir yansıması olarak 21 Kasım saat 18.00'de Grand Pera Emek Sahnesi’nde Beethoven’ın 6. Senfonisi olan “Pastoral”i seslendirecek.
Ramis Sulu
- İstanbul Gençlik Orkestrası’nı kurma fikri nasıl doğdu? Seni motive eden neydi?
Bence çok komik bir hikayesi var. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı’nda henüz lise 3. sınıf piyano bölümü öğrencisiyken üniversitenin açılış konseri için orkestra provası vardı, ben de provaları izlemeye gidiyordum. Zamanında evde eğlence amaçlı kendi kendime orkestra yönetiyor gibi yapıyordum. Bir prova arasında o konseri yönetecek olan Erdem Çöloğlu’na orkestrayı bir seferlik yönetip yönetemeyeceğimi sordum, kendisi de yönetemeyeceğimi söyledi, “Ancak kendi orkestranı kurarsan yönetebilirsin” dedi. Ben de bu sözün üstüne ertesi gün orkestrayı kurma çalışmalarına başladım.
Aslında bu süreçte beni en çok heyecanlandıran şey bir yerlerde konserler vermek, orkestranın tanınır olması vs. değildi. Asıl amacım -tabi kişiden kişiye değişir ama- bugüne kadar en mükemmel, yazılanın çok dışına çıkmadan belki de tam stilinde, en doğru şekilde icra edilmiş ve halen daha ediliyor olan bu yüzyıllar önce bestelenmiş harikulade eserlerin “SANAT” kavramının en büyük amacı olan yenilik ve farklılık kuramlarına hizmet edebilmekti. Beni bu orkestrayı kurarken en çok heyecanlandıran şeydi.
Evet farkındaydım tabi ki bir Berlin Filarmoni, Viyana Filarmoni vb. orkestralar gibi icra edemeyecektik o eserleri, ama onların yorumundan daha farklı bir yorum ortaya koyabilirdik, daha farklı, belki daha yenilikçi… Ama tabi ki besteci ve onun arzularının çok dışına çıkmamak şartıyla.
- Karşılaştığın zorluklar neydi?
Ben her zaman bir işin iki yollu zorluğu olduğuna inanırım, bir işe başlayabilmek ve onu sürdürebilmek. Tabi ki zorluklarla karşılaştık ve halen daha karşılıyoruz ama orkestrayı kurma amacımız bu zorluklara karşın o kadar baskın kalıyor ki zorluklar bir anda gelip geçiyor, engellerden çok amacımıza odaklanıyoruz diyelim.
Türkiye o güzelim kültürümüz gereği coğrafi konumundan dolayı şu an için Evrenin Müziği olarak adlandırdığımız Klasik “BATI” Müziğine uzak bir kültür. Bu çok doğal ama ben inanıyorum ki sanatın coğrafyası olmaz, her coğrafyanın kendine özgü bir sanat anlayışı olsa da aslında hepsi “SANAT” kavramının içinde yer alıyor, bu yüzden tabi ki doğamız gereği bu müzikleri icra ederken bir Avrupalıya göre daha çok zorlanıyoruz ama işin güzelliği de şu biz Türkler yine doğamız gereği zorlansak da kolay kolay vazgeçmiyoruz, bu durumu İstanbul Gençlik Orkestrası’nda en çıplak haliyle gördüm. Ve umarım ülkemiz sanatın her türlüsünü daha çok kucaklar. Bu konuyla alakalı önerileri çok uzakta aramaya gerek yok: Mustafa Kemal Atatürk’ün sözünde buluyoruz, “Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş olur.”
- Kendi deneyiminden yola çıkarak, genç müzisyenlerin klasik müziğe adım atarken yaşadığı zorluklar sence neler?
Türkiye’de klasik müzik öğrencisi olmanın ve özellikle bu öğrencinin kariyer hedefinin dünya çapında olacağını varsayarsak işinin çok zor olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü gündelik standartlarımızın dışında, kültürümüze ve geleneklerimizle bağlantısı olmayan bir iş yapıyoruz. Ve doğal olarak klasik müziğin Avrupa’da işleyiş şekli Türkiye’de farklı. Dolayısıyla eksilerde başlayıp bir yerlere gelmeye çalışıyoruz ve görüyorum ki birçok Türk genci bunu başarıyor, bir şekilde adımızı eskiye oranla dünya çapında daha çok duyuruyoruz, bu da aslında geliştiğimizi gösteriyor.
İsimlerini dünya çapında duyduğum bir sürü arkadaşım var bu beni ülkem ve arkadaşlarım adına çok sevindiriyor ve ben ismi henüz duyulmamış ama duyulması gereken birçok arkadaşım olduğuna inanıyorum.
Zamanın, belirlenmiş bir yolun -amacın- ve çalışmanın her şeyin ilacı olduğunu düşünüyorum ama bununla beraber bir insan halkı tarafından destekleniyorsa onun önünde hiçbir engelin duramayacağına da inanıyorum.
Umarım biz Türk gençleri her alanda şu anda olduğundan çok daha fazla destek görürüz, çünkü şu anda bir yerlere gelmiş olan insanların yerlerinde bizler olacağız ve o konumların hakkını verip daha fazlasını yapabilmemiz için o desteğe ihtiyacımız var.
- Genç müzikseverler arasında klasik müziğin gençler arasında daha çok sevilmesi ve yaygınlaşması için neler yapılabilir? İstanbul Gençlik Orkestrası ile bu konuda nasıl bir vizyon taşıyorsunuz?
Günümüz gençlerinde, kendim de genç olduğum için sürekli gördüğüm bir şey var, bu aralar “zevkler ve renkler tartışılmaz” kavramını çok yaşıyoruz. Aslında belki güzel bir şeydir bu, herkesin kendi fikrinde sabit ve kararlı olmasını sağlıyordur ama ben “bütün fikirlere saygı” kavramına karşıyım, fikirlerin değil insanların saygı konusu olduğuna, fikirlerin de değerlendirme konusu olduğuna inanıyorum.
Klasik müzik ne kadar “elit” kesime hitap eden bir müzik olarak günümüzde lanse edilse de ben bu algıya çok karşıyım. Evet belki bestelendikleri zaman diliminde çoğunlukla kilise, krallar ve imparatorlar için bestelenmiş olsa da aslında o zamanın ve o coğrafyanın halk müziği klasik müzikti.
O dönemin konserlerine imparatorlar giderdi ama sadece halk için yapılan konserler de bir o kadar vardı. O yüzden klasik müziğin sadece bir kesime hitap ettiğini söylemek çok yanlış olur. Eğer ki bu algıdan çıkılabilirse birçok insan kendi adına klasik müziği dinleme veya dinleyebilme çabasına girecektir eminim. Evet günümüz müzik türleri çok kolay anlaşılır -tartışılır- olduğu için klasik müziği anlayabilmek adına çok çok azcık bir çaba gerekiyor, çünkü klasik müzik tek renklilikten ve tek fikirlikten uzak çok sesli ve hafif komplike bir müzik türüdür, e haliyle anlaşılması da biraz zor oluyor tabii.
İstanbul Gençlik Orkestrası umuyorum ki oluşumunun sadece gençleri barındırmasından ve enerjisinin de doğal olarak farklı olmasından dolayı gençleri daha çok içine çeken bir oluşum haline gelir.
Ramis Sulu
- Grand Pera Emek Sahnesi'nde yapacağınız beş konser için önemli solistlerle aynı sahneyi paylaşacaksın. Bu isimlerle birlikte çalışmak sana ve orkestrana neler katıyor? İzleyiciler bu konserlerden neler beklemeli?
Çok ama çok mutluyum. Çünkü 1 yıl gibi çok kısa bir sürede İstanbul Gençlik Orkestrası bu hale geldi. Ülkemizin yetiştirdiği en önemli müzisyenler ile aynı sahnede olacak olmak çok heyecan verici.
Aynı zamanda 20 Şubat tarihinde yapacağımız bu beş konserin üçüncüsünde yurt dışından çok önemli İtalyan gitarist Alessandro Deiana ile aynı sahneyi paylaşacağız. Diğer konserlerimizde de hepsine ayrı ayrı çok değer verdiğim sevgili Pelin Halkacı Akın, Rahşan Apay, Altuğ Tekin, Sezai Kocabıyık, Evrim Güvenli ve Sertaç Çevikkol ile aynı sahneyi paylaşacak olmaktan hem kendim hem de İstanbul Gençlik Orkestrası adına büyük onur duyuyorum.
Aslında bu konserlerde enstrümanlarında ustalaşmış bu çok değerli isimlerin arkasında fazlasıyla enerjik ve bir o kadar da tutkulu bir orkestra olacak. Dolayısıyla henüz biz de daha tecrübe etmedik ama beklenmedik bir sonuç olacağına inanıyorum.
- Fransa’daki Metz Grand Est Orkestrası'ndan asistan şeflik teklifi aldın. Bu teklif genç bir şef olarak sana nasıl bir sorumluluk yüklüyor? Orada kazanacağın deneyimlerin kariyerini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsun?
2023 yılının temmuz ayında bu orkestra ile Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda masterclass yapma imkânım olmuştu. 2024 yılının mart ayında tam konsere çıkmadan 15 dakika önce Fransa’dan bir telefon geldi ve Metz Grand Est Orkestrası’nın sanat yönetmeni çok değerli Florence Alibert beni bir kez daha masterclass için davet etti. O an gerçekten çok mutluydum hem 15 dakika sonraki konserin heyecanı hem de böyle bir davet beni çok heyecanlandırmıştı. Masterclass’ın ilk gününde, orkestranın daimi şefi David Reiland ile konuşurken, bana Metz Grand Est Orkestrası’nda asistan şef olmam için bir teklif sundu. Nutkum tutulmuştu ve büyük bir onurla kabul etmiştim bu teklifi. Bu konu ile alakalı çalışmalar halen daha sürüyor. Öncelikle bireysel kariyerim için böylesine bir teklif almak çok onur verici ve böylesine harikulade bir orkestra ile sürekli çalışacak fırsatı bulmuş olmak da bir orkestra şefi için büyük fırsat.
- Şefliğe ilk adımlarını 2021'de attın ve ardından birçok önemli isimle çalışma fırsatı buldun. Türkiye’de şeflik eğitimi alan gençler için sence ne gibi ihtiyaçlar var? Kendi gelişim sürecinden yola çıkarak neler önerirsin?
Öncelikle Türkiye’de orkestra şefi sayısı çok az, bununla birlikte biz gençler de özellikle bu yıllarda orkestra şefliğine daha çok yöneliyoruz ve sayımız eskiye oranla artıyor. Bu yüzden bence artık Türkiye'deki konservatuvarlarda orkestra şefliği eğitimine daha çok ağırlık verilmesi ve bu eğitimin nasıl yapılacağı ile alakalı daha çok üstüne düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Bununla beraber ben bir orkestra şefini en iyi eğiten şeyin akademiden ziyade orkestra provalarını izlemek, oralardaki müzisyenler ile iletişim kurmak ve bu konuda istikrarlı olmanın bir şeflik öğrencisi için en geliştirici şey olduğuna inanıyorum.
Ülkemizin yetiştirdiği dünya çapında kariyer yapmış çok büyük orkestra şefleri var ve bir o kadar da orkestra var. Ben şahsi fikrim olarak ülkemizdeki orkestraların, bu orkestraların şeflerinin ve onları destekleyen kurumların yılda bir defa orkestra şefliği masterclass’ı yapması gerektiğini düşünüyorum.
Bir orkestra şefinin en büyük dezavantajlarından biri, orkestra ile sürekli prova yapamamasıdır. Bu durum, Türkiye'de Avrupa'ya göre çok daha belirgin. Ülkemizin konservatuarlarından mezun olmuş bir sürü genç orkestra şefleri bu konuda çok çaresizler. Çünkü meslekleri ile alakalı tecrübe sahibi olmalarını sağlayacak imkan çok az. Bu yüzden ülkemizdeki orkestraların ve onları destekleyen kurumların bu konu ile alakalı yapacağı çalışmalar biz genç orkestra şefleri için çok önemli.
Orkestralarımızı dünya çapında daha çok duyurmak istiyorsak, orkestra şeflerinin de eğitimine bir o kadar değer vermemiz gerekiyor. Çünkü bir orkestra şefinin orkestrada çalan müzisyenden hiçbir farkı yoktur, orkestra tamamen bir grup çalışmasıdır. Bu yüzden bugün enstrüman eğitimine ne kadar değer veriliyorsa orkestra şefliği eğitimine de o kadar değer verilmesi gerekiyor. Umuyorum ki çok kısa sürede bu durum herkesin daha çok farkındalığı haline gelecek ve bu konu hakkında çalışmalara daha çok önem verilecek.
- Solo piyano, obua, klarnet gibi eserler besteledin. Genç bir besteci olarak müzik üretirken nelerden ilham alıyorsun? Eserlerinde belli bir tarz veya tema var mı?
Kendimi bir besteci olarak asla görmedim. Ama bir sanatçının her sanat dalıyla az da olsa ilişkili olması gerektiğine inanıyorum. Çünkü sanat bir bütündür. Bir kemancı sadece kemanıyla, bir yazar sadece kalemiyle ve bir ressam sadece fırçasıyla ilgilenemez. Bununla beraber örneğin bir kemancı bir müziği icra edeceği zaman o müziğin hangi dönemde, bestecinin hangi durumda, nerede, hangi ressamlardan hangi mimarlardan ve hangi edebi eserlerden etkilenip de o besteyi yazdığını bilmeden eseri icra etmemeli. Dolayısıyla benim beste yapmaya çalışmamın temel amacı da budur. Bir orkestra şefinin en büyük işi besteleri çok büyük bir titizlikle işleyebilmektir. E haliyle besteleri işleyebilmek için bestelerin nasıl yazıldığını da bilmek gerekir.
- “Sanatçı ve İzler Kitle” üzerine bir deneme yazıyorsun. Sanatçı ile izleyici arasında nasıl bir bağ olması gerektiğini düşünüyorsun? Kendi deneyimlerin bu bakış açını nasıl etkiliyor?
Bu deneme üzerinde uzun bir süredir çalışıyorum. Bu konu hakkında birçok farklı görüş var. Denemenin asıl amacı, "sanat sanat içindir" ve "sanat toplum içindir" ayrımlarına bir açıklama getirmektir. Sanat, toplumun en önemli yapı taşlarından biridir. Toplumu güçlendiren ve onu kültürel ve geleneksel olarak ayakta tutan şey sanattır. Ayrıca, hiçbir sanatçı sanatını sadece "sanat için" icra etmez. Bu, sanatçıların sadece kendilerini anlatan eserler üretmediği anlamına gelmez; elbette böyle eserler de vardır. Ancak topluma ışık tutmayı amaçlayan eserler de bir o kadar fazladır. Denemede bu konuya çok daha uzun bir şekilde değiniliyor. Ama sonuç olarak, sanat hem sanat içindir hem de toplum içindir. Zaten sanat ve toplumu birbirinden ayırmak ne kadar doğru emin değilim.
- Genç yaşta birçok uluslararası sahnede çalma şansı yakaladın. Çaldığın mekanların sunduğu atmosferler performansını nasıl etkiliyor? Bu mekanlardan en çok hangisi sende iz bıraktı?
Çok güzel bir soru. Aslında bu soru tam da sanat dallarının birbiriyle ne kadar iç içe olması gerektiğini gösteriyor. Bir müzisyen için en önemli şeylerden biri, iyi bir akustikte konser verebilmektir ve bu müziği icra ediş şeklimizi tamamen etkiler. Bir konser salonunun iyi bir akustiğe sahip olabilmesi için iyi bir mimarı olması gerekir. Bugüne dek konser verdiğim ve atmosferinden en çok etkilendiğim salon, dünyadaki en iyi 5 akustiğe sahip olan Metz Arsenal salonudur. Rimsky Korsakov’un Şehrazat eserini yönetmiştim ve ortaya çıkan ses ilk provada bile beni inanılmaz etkilemişti.
- Gábor Takács-Nagy ve David Reiland gibi isimlerle çalışma fırsatın oldu. Bu iş birlikleri sana müzikal anlamda neler kattı?
Yaşı ve konumu ne olursa olsun tanıştığım her müzisyen ve sanatçı benim için bir öğretmendir ve hepsinden en az bir şey öğrenmişimdir. Beni en çok geliştiren deneyim, İstanbul Gençlik Orkestrası ve içindeki müzisyen arkadaşlarımla geçirdiğim zamandır. Ayrıca, başta Şevki Karayel ve Murat Cem Orhan olmak üzere, zaman geçirdiğim birçok değerli müzik insanıyla iletişim kurmak ve her birinden bir şey öğrenme fırsatı bulmak benim için paha biçilmezdir. Her insan, farklı bir düşünce yapısı ve yaşam deneyimi demektir. Eğer bu insanlardan neler alabileceğini iyi biliyorsan, büyük bir hazineye sahip olduğun anlamına gelir.
Yolun açık olsun Ramis.
Ramis Sulu hakkında: Ramis Sulu, 2005 yılında İstanbul Türkiye’de doğdu. Şevki Karayel'den aldığı ilk piyano derslerine 10 yaşında başladı veaynı zamanda Emre Dündar'dan teori eğitimi almaya başladı. 2020 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı Müzik ve Sahne Sanatları Lisesi'ne girdi ve bu süreçte Prof. Metin Ülkü'nün öğrencisi oldu. Daha sonra 2021'de Prof. Gülden Gökşen'in öğrencisi oldu. 2019 yılında Uluslararası Hisar Piyano Yarışması'nda birincilik ödülü kazandı. 2023 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı Lisesi'nden Piyano Ana Sanat Dalı'ndan mezun oldu. Şeflik kariyerine 2021 yılında Erdem Çöloğlu'nun desteğiyle başladı. Aynı yıl içinde "İstanbul Gençlik Orkestrası" adlı 65 kişilik bir orkestra kurdu ve Cem Mansur, Erdem Çöloğlu, Can Okan, Remzi Buharalı ve Murat Cem Orhan gibi isimlerden destek aldı. Bu orkestra ile İstanbul’un birçok yerinde konserler verdi. Bireysel olarak şeflik çalışmalarını ilerletirken, 2022 yılında Murat Cem Orhan'dan eğitim almaya başladı. 2023 yılında Süreyya Opera Evi'nde düzenlenen W. A. Mozart’ın "Don Giovanni” Operası’nda yardımcı şef olarak görev aldı. Aynı yıl içinde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı'nda Orkestra Şefliği bölümünü kazandı ve eğitimine orada devam etmektedir. 2024 yılında Süreyya Opera Evi’nde düzenlenen G. Rossini’nin “Il barbiere di Siviglia” Operası’nda yardımcı şef olarak görev aldı. Gábor Takács-Nagy, l'Orchestre national de Metz Grand Est ve şefi David Reiland, Sinfonia Rotterdam orkestrası ve şefi Conrad van Alphen ve Ertuğrul Sevsay ile çalışma fırsatı buldu. 2021-2023 yılları arasında Henri Dutilleux’un "Ainsi la nuit, Au Gré des Ondes, Mystère de l’instant", Bela Bartok’un "Concerto for Orchestra" parçaları hakkında, "W. A. Mozart’ın Müzik Anlayışı" ve "Klasik Müzikte Klasik Dönem" hakkında denemeler yazdı. "Sanatçı ve İzler Kitle" üzerine bir deneme üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. 2020-2023 yılları arasında 3 Solo Piyano, 1 Solo Obua, 1 Solo Klarnet, 1 Solo Perküsyon, 1 Keman ve Piyano Duo, 1 Tenor, Piyano ve Anlatıcı Trio, 1 Flüt Quartet olmak üzere toplam 9 eser bestelemiştir. 2019 yılında "Mamma Mia" müzikalinde "Harry" karakterinde rol aldı ve 2022 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin reklam filminde rol aldı. Metz Arsenal, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Saint Michel Fransız Lisesi, Atatürk Kültür Merkezi, Yeldeğirmeni Sanat Merkezi gibi çeşitli mekanlarda konserler verdi. |
Sümeyra Gümrah kimdir? Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu. Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi. 2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı. Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor. |