Cadılığın ne zaman başladığıyla ilgili kesin bir malumat yoktur. Ancak bildiğimiz 17’ci yüzyılın sonu, 18’inci yüzyılın başlarında her kesimin güçlenmeye başladığıdır. Marx’ın işaret ettiği gibi “bilimin saf ışığı bile, cahilliğin karanlık zemini üzerine gelmeden” parlamıyordur. Cadılar, zenginler ve din adamları tarafından hafife alınıyor ama yoksulların umut kapılarıdır. Emirlerindeki ya da emirlerine girdikleri hayaletlerle tanrıyı ve şeytanı bir araya getirmek kolay bir şey olmasa gerek. İlk kimyacı, ilk yoldan çıkarıcı ve ilk yeraltına çekilen, onlardır.
19’uncu yüzyıl, “İki kişinin doğumuyla başlar” dense yeridir: Marx 1818, Dostoyevski 1821’de doğar. Marx, bütün kaleleri yıkmak, bütün resmi evrakları, idari kayıtları, mahkeme ve hükümet kayıtlarını, soyluluk evraklarının hepsini yakmak bilincindedir. Bütün ipotekleri kaldırmak, bütün borçları silmek ister. Bunu da yeraltından, emrine aldığı hayaletle (komünizm) yapar:
“Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti.” Üstelik Avrupa'nın tüm eski güçleri bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avı için ittifak halindeler. Bu hayaletle yaşamak zordur. Hayaletler, “yalnızca belleğin, mirasın ve de kuşakların bir siyasetine indirgenmese de aynı zamanda bunların bir siyasetidir.”
(Derrida, Marx’ın Hayaletleri, Ayrıntı yay, İstanbul 2007, s., s.11)
Marx’ın hayaletinin bir de çocuklar için bir versiyonu var. Ronan de Celan’nın yazdığı Karl Marx’ın Hayaleti’nde. (Metis yay., İstanbul 2011) Marx, çocuklara çarşafın altında sınıf mücadelesini anlatır.
Dostoyevski ise bilinçaltımıza yerleşmiş, bizi ele geçirmiş, ne yapacağımıza karar verir bir dizi hayaletle (kahramanla) karşımıza çıkar. Kimi seviyor ya da kime karşı çıkıyorsa bir hayalet, hatta demon gibi sunar onları; örneğin Stavrogin, Verhanovski biraz yoklarsak birer Bakunin olarak da okunabilirler. Biraz daha ileri gidebiliriz. Türkçeye Ecinniler diye tercüme edilen romanın aslı Şeytanlar’dır. Dostoyevski, bu tarihlerde bu demonlara karşı sabahları yer altından notlar yazar, akşamları suç ve cezanın peşine düşer…
Yeraltından notlar
Yeraltından Notlar’ın kahramanı, “Karaciğerimden hastayım” diye bir sitemle başlar ama tedavi olmaz: “Varsın daha beter ağrısın” Nedenlerini açıklar:
“Evet, efendim, on dokuzuncu yüzyıl insanı en başta iradesiz olmalıdır, böyle olmak onun boynunun borcudur; iş beceren, iradeli adam dar kafalıdır. İşte benim, kırk yıllık yaşımım da vardığım sonuç. Kırkından fazla yaşamak ayıptır, aşağılıktır, ahlaksızlıktır. Haydi, bana açıkça, elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin! İstersiniz size ben söyleyeyim: Aptallar, namussuzlar yaşar kırkından sonra.”
(Yeraltından Notlar, Engin yay, İstanbul 1993, s.7- 8)
Romanın kahramanı kendini “henüz tükenmemiş bir kuşağın temsilcisi” olarak görür. Sınıra vardığında, yalnız kaldığını kendi kendine söylenir, bundan zevk alır, bağırır, “Ben tek başınayım, onlar hep birlikte.” (s., 58)
İtiraz etmek imkânsızdır, çünkü toplum tek bir gövde halinde, matematiğin ‘iki kere iki dört eder’ kesin sonucuyla konuşmaktadır. Karşı durmak imkânsızdır:
“Hele bir karşı durmaya kalkın; ‘Aman efendim, nasıl karşı çıkarsınız? Bu, iki kere ikinin dört etmesi kadar açıktır!”
Kitaptan yeterince veri aldık, arada yine kitaba başvurarak, Zeki’nin yeraltısıyla devam edebiliriz artık.
Dostoyevski, bu romanı yazdığı sırada kısa bir Avrupa seyahati yapar. Buradan ürker; burada ihanet ve acıyla karşılaşır. Bir yanda yükselen ve yükseldikçe insanı ürküten kuleler, diğer yandan kulelerin üstünden bakılınca birer cüceye dönen insanlar... Filmin ilk sahnesi de tıpkı böyledir. Muharrem yukarıdan görür kenti. Aşağı indiğinde oyun salonları vardır. Biri diğeriyle konuşmaz. Biri diğerine yan bakar. Sınıra gelen adam artık kendi kendine konuşmaktadır. Kendine dahi bir geçiş bulamayan adam işi gücü bir yana bırakıp vida değil, bir insan olduğunu kendine kanıtlamaya çalışırcasına maceraya atılacaktır: Ya kahraman ya da çamur olacaktır.
Zeki Demirkubuz'un Yeraltı filmindeki başkarakter Muharrem'i canlandıran Engin Günaydın
Yeraltının kimseleri
Muharrem ne ters bir adamdır ne uysal ne alçak bir adamdır ne onurlu ne kahraman bir adamdır ne de korkak. Kendi köşesine çekilmiş, zeki insanların bir iş tutmayacaklarına, tutanlarınsa aptal oldukları gibi kin dolu, boş avuntuyla günlerini geçirmektedir. Etrafa hep pel pel bakar. Ankara, böyle bakanlarla doludur. Herkes bir şeydir; burada bir şey olanlar İstanbul’da ödüllendirilir. Ankara yüzse, İstanbul aynadır, kendini buraya göre düzenlemek gereklidir. Film Ankara’da geçer ve ama filmin konusu Ankara’da yazılan bir romandır. İstanbul ödül vermiştir, bütün arkadaşlar toplanıp bunu kutlayacaklardır. Muharrem, yemekten mağlup ayrılır; saatleri bile tutturamaz, onlar eğlenirken eğlenemez, gülerken gülmez, attığı her adım onu biraz daha aşağı çeker, gittikçe aşağılanır; arkadaşları, komşuları, hizmetlisi, gittiği hayat kadını, herkes… Hatta bu öyle bir raddeye gelir ki fiyatını verip aşağılamak isterken bile aşağılanır; cinnet ve cehalet arasında kalır, bastırdığı ne varsa, açığa çıkar. Komşu evlerine bir gece patates fırlatır, sanır ki kıyamet kopmuştur, hiçbir şey olmamıştır… Muharrem bir kez olsun kendisine uymayan her şeye baş kaldırır. Topluma açtığı savaşta, kendince cam kırıp zafer kazansa bile hiçbir şey olmamıştır.
Soru: Muharremle, toplum arasında samimiyet bağları mı kopmuştur? Her yerde yalnızdır. Öyle bir yalnızdır ki, bakışları bile bıçak gibidir. Kimseye bakmaz sanırsın, baktığında bıçağı biliyordur.
Soru: Bunlarla uzlaşmak zorunda mıdır? Değil. Burada Muharrem, yeraltından notlardaki adamla yollarını ayırır. Muharrem buna, bunlara mecburdur, ekmek kapısı…
Ekmek kapısı yalnızca Muharrem için geçerli değildir. Bir de Türkan vardır. Bir çocukla Muharrem’e gelir, temizlik yapar; sevgilisini görmeyiz, tanımayız, anlattıklarıyla ikna oluruz. Anlattıklarına bakılırsa bu adam, ona eziyet eder, kötü davranır, hatta Sevr’e benzer bir anlaşma yapmıştır. Türkan, baktığı adamdan şikâyet eder. Muharrem onu merdivenlerden aşağı bırak diye akıl verir. Bunu yapar ama sonra pişman olur, suçu da hemen Muharrem’e atar: “Sen demedin mi?” Ona kötü davranan adamla evlenme sözü alınca yine değişir… Bu, onu açıklar… Alttan altta, Muharrem’in bu kadında gözü vardır imgesi belirir.
Muharrem aydınlarla anlaşamaz. Cevat, entelektüel olarak dikkat çeker. Sürekli ilgi bekler, hırsızlıkları bile görmezlikten gelinir. Ünlü olduğu için arkadaşları onun ününden beslenir. Bu yüzden Cevat, dokunulmazdır.
Filmin göstergeleri de sanki bunun üzerine kurulmuştur. Patates, yoksulların beslendiği bir yiyecektir. Cevat, patatestir, cahiller ondan beslenir, kimlik edinir. Patates aslında yalnızdır da. Tek başına bir şey ifade etmeyecek kadar yalnız. Hatta Muharrem’in avuçlarında bir oyuncak bile değildir. Sırasında cam kırmaya bile birkaç denemeden sonra ancak yarayabilecektir; bu kadardır. Kurtça uluma, hırlama, hırıltı çıkartma, mastürbasyon yapma gibi imgelerde yine bir açlık, doyum, giderek çevre edinme telaşlarıdır. Buralara, bu doğaya, kendi öz haline de dönülmeyecektir; ne kadar ulursa ulusun, kar suyuyla beslenen bir kurt olmayacaktır. Cevat rol çalacaktır hep. Örneğin masada otururken, arkadaşlarından ilham geldi diye kalem isteyecektir. Bu küçük, küçük olduğu kadar da basit bir iktidar olma, bir yapaylık üretmekten öteye geçmeyecektir.
Filmde politik göstergeler de vardır. İlk akla gelen, Muharrem’in zile basarken dikkatimizi çeken Kızıl Elma Ajans’tır: Che ve ağzı kırmızı bir bantla bağlanmış kızın fotoğrafına sırtını verip oturan Muharrem, artık kavganın fotoğraflara indiğini göstermektedir.
'Yeraltı' filminde yemek sahnesi
Zeki Demirkubuz’un kahramanı eleştirmendir. Bu eleştirmenin iç dünyasını görmek, bilmek için de dönüp Dostoyevski’nin kahramanına bakmamız gereklidir. “Baylar” diyordu, “Yemin ederim, her şeyi anlamak bir hastalıktır.” İki kez âşık olduğunu söyler Yeraltından Notlar’ın kahramanı; ilki öldükten sonra âşık olduğunu fark ettiği karısı Maria, ikincisi, Liza’dır. Bu yüzden Yeraltından Notlar’ın kahramanı iki kar damlası arasındadır. Dışarıda kar vardır ve üşümektedir. Ancak sevdiği iki kadın da yoktur, biri veremden ölmüştür, diğeri onu terk etmiştir. Kar her anlatıda yalnızlığı ifade eder, Yeraltından Notlar’ın ilk kısmı “Bugün kar yağıyor, sarı, bulanık, sulusepken” diye biter. Romanın ikinci kısmı, “sulusepken üstüne bir anı olsun” der, sulusepken üstüne…
Sulusepken, bedeni soğuktan bir kemer gibi sarar, tuhaf bir şekilde eriyecekmiş gibi yağar, bunun duygu hali Liza’dır. Anlaşılan, sulusepken, kolay erimeyecektir. Bu Muharrem ve benzerleri için de hep böyle olacaktır.
Demirkubuz, zor bir alandan çok iyi bir film çıkarabilmiş; bu yükü başarıyla omuzlamıştır. Usta yönetmenler seyirciyi de zahmete sokarak sürece katan üretimler yaparlar. Filmleri üzerinde büyük tartışmalar kopması tam da bunun göstergesidir. Yani film üzerine başlayan farklı görüş ve tartışmalar, film üretim sürecinin perdede görünmeyen finalidir aslında. Gelgelelim filmin çok önemli bir eksiği vardır ve cevabı aşağıdadır.
İroniye, ironi demenin ironisi!
“Melali anlamayan nesile…” ironiden bihaber toplumu da eklemek gerekir. Evet, filmin önemli eksiği benim!
2012 yılında gösterime giren 'Yeraltı' filminin çekimleri sırasında yönetmen ve senarist Zeki Demirkubuz (sağda), başrolde Engin Günaydın (solda) ve filmde 'Cevdet' karakterini canlandıran Sırrı Süreyya Önder kamera başında
Bendenizin, Muharrem’i bir güzel dövdüğü sahne ve devamı çıkarılmasaydı başyapıt olacaktı. Zeki’ye çok bulaştım. Sırf gıcıklığına Engin Günaydın’ı da suç ortağı yaparak program bile çektim. Zeki bana bulaşamadı. Nuri Bilge ile malum polemikte, birçok kez görüştüm. Niyetim fitne ateşini harlamaktı ama Nuri Bilge sadece uzun uzun bakmakla yetindi, kendisi bilir.
Sevgili okur, yukarıdaki satırlar tabii ki mavradır, aman ha düşmeyin!
Mavra olmayan gerçeklik de şudur: Nihal Yalçın ve Engin Günaydın, bu filmde bir kez daha muazzam bir oyunculuk şöleni sunmuşlardır.
Sırrı Süreyya Önder kimdir?Yönetmenlik, senaristlik ve yazarlığın yanı sıra çok sayıda film ve dizide rol alan, hâlen TBMM Başkanlık Divanı’nda İstanbul Milletvekili olduğu DEM Parti’yi TBMM Başkanvekili olarak temsil eden Sırrı Süreyya Önder, 7 Temmuz 1962’de Adıyaman’da doğdu. Berber ve arzuhalci olan babası, 1960'lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi'nin Adıyaman’da kurucusu ve il başkanı oldu. Sekiz yaşındayken babasını kaybetti, annesi ve dört kardeşi ile dedesinin evine taşındı. Bu dönemde bir fotoğrafçıda çırak olarak çalışmaya başladı. 16 yaşını bitirdikten sonra Sıtma Savaş ve Eradikasyon Teşkilatı'na mevsimlik işçi olarak girdi. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Milliyetçi Cephe Hükûmeti döneminde bu işini kaybetti, lastik tamiri dükkânı açtı. 1978 yılında Adıyaman Lisesi'nde ikinci sınıf öğrencisiyken Maraş Katliamı'nı protesto ettiği için tutuklandı. Tahliye edilmesi ve lise mezuniyetinin ardından girdiği üniversite sınavında ilk tercihi olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni (Mülkiye) kazandı. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından ilk tutuklama dalgasında Ankara’da gözaltına alındı, işkenceli sorguların yapıldığı Ankara Emniyet Müdürlüğü DAL (Derin Araştırma Laboratuvarı) biriminde 105 gün tutuldu. Çeşitli cezaevlerinde yedi yıl hapis yattı. Mayıs-Haziran 2013 Gezi Parkı direnişi sürecinde biber gazı fişeğinin isabet etmesi sonucu yaralandı. ‘Dolmabahçe Mutabakatı’ ile sonuçlandıktan sonra rafa kaldırılan Kürt sorununa çözüm sürecinde aktif rol aldı. 2013 yılında Nevruz kutlamaları sırasında yaptığı konuşma nedeniyle 3 Aralık 2018'de 43 ay hapis cezasına çarptırıldı. 6 Aralık 2018'de Kocaeli Cezaevi’ne girdi. Anayasa Mahkemesi'nin “ifade özgürlüğünün ihlal edildiği” kararı üzerine 4 Ekim 2019'da serbest bırakıldı. BDP'nin desteklediği bağımsızlardan oluşan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku içinde katıldığı 2011 genel seçimlerinde, İstanbul 2. Bölge’den milletvekili seçildi. 2014 yerel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi (HDP) İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı olarak yüzde 4,8 oy aldı. HDP saflarında katıldığı Haziran 2015 ve Kasım 2015 genel seçimlerinde Ankara 1. Bölge’den milletvekili seçilerek parlamentoya girdi. TBMM’de 24. Dönem İstanbul, 25 ve 26. Dönemlerde Ankara Milletvekili olarak görev yaptı. 2023 Türkiye genel seçimlerinde DEM Parti listesinden 28. Dönem İstanbul Milletvekili seçildi ve TBMM Başkanvekili olarak TBMM Başkanlık Divanı’na girdi. 17 Mart 2021'de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Anayasa Mahkemesi’nde açtığı HDP’yi kapatma davası kapsamında hakkında beş yıl siyaset yasağı talep edilen isimler arasında yer aldı. Kobani olaylarından yıllar sonra açılan Kobani davasında yargılandı ve Mayıs 2024’te hakkında beraat kararı verildi. Ödüllü yönetmen, senaryo yazarı, oyuncuÇok sayıda film ve dizi için senaryo yazan ve senaryo danışmanlığı yapan, rol üstlenen Sırrı Süreyya Önder, Adıyaman’daki yerel müzisyenlerin (gevende) hayatı üzerinden 12 Eylül darbesinin sıkıyönetimini anlattığı Beynelmilel filmi ile büyük yankı yarattı. Senaryosunu yazarak yönettiği ve Türkiye’de sinema tarihine geçen Beynelmilel filmi Uluslararası İstanbul, Ankara, Altın Koza film festivallerinde, Hindistan ve Pakistan’da çok sayıda ödül kazandı. Yönetmen, senarist, senaryo danışmanı ve oyuncu olarak Emret Komutanım (senarist), Kalpsiz Adam (senaryo danışmanı), Sis ve Gece (oyuncu), Mutluluk (uyarlama), O... Çocukları (senarist), Zombilerin Düğünü (oyuncu), Ejder Kapanı (oyuncu), Mar (oyuncu), Yeraltı (oyuncu), F Tipi Film (ortak yönetmen, senarist), Düğün Dernek (oyuncu), Ferahfeza (oyuncu), İtirazım Var (senarist, oyuncu), İçimdeki Ses (oyuncu), 14 Tirmeh (oyuncu), Manyak (oyuncu), Taş Yok Mu Taş (kısa film; yönetmen, senarist, oyuncu) projelerinde yer aldı. Radikal İki, Birgün ve Özgür Gündem’de köşe yazdı. |