Sevda Yüzbaşıoğlu

21 Temmuz 2020

Habersiz kalmanın kritik eşiğine doğru

Geçmişte "haberin olsun" uyarısıyla pozitif güdülenme yaşayan günümüz insanı bugün sahte ve olumsuz haberin etkisiyle haberden kaçar hale geldi. Salgın sürecinde şiddetlenen bu sorunu çözmek için ise disiplinler üstü bir çaba gerekiyor

Çevremizde olup bitenlere kulak kabartma güdümüz eski çağlardan beri bizimle. Haber almak insanları tehditlere karşı koruyan, hayatta kalmayı kolaylaştıran bir eylem zira… Ancak bu durum teknolojinin giderek hızlanması ve kutuplaşmanın artmasıyla farklı bir boyut kazanmış gibi görünüyor. Akıllı telefonlar aracılığıyla sürekli erişilebilir olan habere olan tavrımız giderek çetrefilli bir hâl alıyor... Habere erişimin kolaylaşması koltuğuna yaslanıp huzurla haber okuyan kişi sayısını artırmıyor. Bilakis, sürekli olumsuz ve sahte haberlere sınanan okuyucunun haber okuma iştahı azalıyor, kafasını kuma gömüp ya kişisel gelişimden medet umuyor ya da kendi mahallesinin dinamiklerine gömülüp kakafoniye katılıyor. Aslına hem farkında olmadan reklam bütçesiyle sahte haberin yayılımını destekleyen marka, hem kendini algoritmaların insafına terk eden okuyucu, hem de sürekli üretmekten bitap düşmüş gazeteci aynı gemide…

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde dünyanın küresel bir köye dönüşmesini, duvarların yıkılmasını, özgürce seyahat etme ve yaşama hakkını neşeyle karşılayanlar için rüzgâr ters yönden esiyor. 21. yüzyılda teknolojinin hızlı gelişimiyle öyle bir sıçrama yaşattı ki beynimizin bütün bu süreci işlemesi, sıraya koyması, limbik sistemimizin toparlaması için zaman kalmadı. Zaman en değerli emtia haline gelirken, dikkat sürelerimiz kısaldıkça kısaldı. Dış uyaranlarla fazlaca sınanmadığımız günlerde bir kitabı huzurla okurken, şimdi aynı kitapları çok daha uzun sürede bitirmemiz bu yüzden olsa gerek… Beynimizi bu durumun içinden çıkarmak için ise içinde sosyolog, psikolog, iletişimci, nörolog ve antropologların bulunduğu disiplinler üstü çalışma şart görünüyor.

Sussex Üniversitesi'nden psikoloji profesörü Graham Davey tarafından yapılan araştırma, haberlere sürekli maruz kalmanın izleyicinin ruh hali üzerinde güçlü bir olumsuz etkisi olabileceğini gösteriyor. Davey, OneZero'ya verdiği röportajda "Araştırmamız, olumsuz olarak değerlendirilen haberlerin bu olumsuzluğu okuyucuya geçirdiğini ve kendilerini daha endişeli, stresli veya hatta depresif hissetmelerini sağladığını gösteriyor. Bu olumsuzluk kendi kişisel endişeleri ve kaygılarıyla da birleşince çok daha ağır bir hâl alıyor," diyor.

Reuters Gazetecilik Çalışmaları Enstitüsü'nün 2019 Dijital Haber Raporu da bu savı güçlendiriyor. Rapora göre İngiltere'deki katılımcıların yüzde 35'i ve ABD'dekilerin yüzde 41'i haberi aktif olarak yok sayıyor. Koronavirüs salgınının başlangıcından sonra haber tüketimi kısa bir süre artmış olsa da, Enstitü nisan-mayıs ayları arasında haberleri yok saymada "önemli bir artış" gözlemiş. Katılımcıların yüzde 59'u haberlerden "bazen" kaçtıklarını söylüyor.

Özetle kritik bir eşiğe doğru adım adım ilerliyoruz.

Hız hata payını artırıyor

İşin kötüsü, hızlandıkça hata payımız da artıyor. Deneysel Psikoloji Dergisi'nde yayımlanan araştırma kişinin bir haberi anlamak için ne kadar az zaman harcarsa, habere şüpheyle yaklaşma olasılığının o kadar azaldığına dikkat çekiyor, yani insanların bu hızlı ortamda sahte habere inanması çok daha kolay. Dikkat süresi giderek azalan ve 3 dakikadan uzun bir şeye odaklanmakta güçlük çeken haber tüketicisi derinlemesine araştırmak yerine paylaşıp geçmeyi tercih ediyor. Böylece bugün Dünya Sağlık Örgütü’nün en az salgının kendisi kadar tehlikeli gördüğü ve "infodemi" olarak adlandırdığı salgın sürecinde okuyucu kötü bir sınav veriyor.

Geçtiğimiz hafta insan kaçakçılığı ile itham edilen #Wayfair olayı da bunlardan biriydi. ABD’li çevrimiçi mobilya satış yapan şirket, bir dolabı aşırı pahalı bulan bir kişinin bunu çocuk kaçırmayla ilişkilendiren bir tweet atmasıyla küresel bir lincin hedefine oturdu. Türkiye’de de gündem olan konu hakkında haber doğrulama siteleri "sahte haber" deseler de ok yaydan çıkmıştı. Geçtiğimiz hafta Türkiye’de de Twitter gündeminde ilk sırada yer alan şirketle ilgili haber, teyit sitesi Snopes tarafından "bir kişinin pahalı bir dolapla ilgili yaşadığı şaşkınlık" nitelendirdi ve bu savı destekleyecek hiçbir delile ulaşılamadığını belirtti. Yine bu süreçte haber doğrulama sitelerinin de yükü giderek artıyor. Salgının en fazla etkilediği ülkelerden biri olan İspanya’da haber doğrulama sitesi Maldita.es yöneticileri, salgın öncesi ortalama günlük 200 başvuru alırken artık bu rakamın 2 binlere çıktığını söylüyor.

Reklam verenlerin algoritmalarla imtihanı

Geçen ay başında ABD'de hak ve özgürlük savunucusu gruplardan oluşan bir ittifak #StopHateForProfit (#KarİçinNefreteHayır) etiketiyle bir kampanya başlattı ve büyük reklam verenleri Facebook'a reklam boykotuna çağırdı. Fitili ateşleyen şey, ABD Başkanı Donald Trump’un nefret söylemi içeren gönderisi için zamanında adım atılmamasıydı. Unilever, Coca Cola, Verizon, Starbucks gibi birçok şirket boykota katıldı ve 6 ay süreyle Facebook’a reklam vermeyeceklerini açıkladı. Ancak görünen o ki bu buz dağının sadece görünen yüzü... Küresel Bilgilendirme Endeksi’nin geçen hafta yayılanan araştırmasına göre Google, Amazon.com Inc. ve diğer teknoloji şirketleri tarafından işletilen dijital reklam platformları, Covid - 19 hakkında yanlış bilgi yayan web sitelerine en az 25 milyon dolar aktarmış durumda. Büyük reklamverenler sahte haber yayan sitelere bilinçli olarak kaynak sağlamıyor tabii ki... Birçoğu, "marka güvenliği" algılama teknolojisi için bir ödeme yapıyor ancak bir algoritmanın haberlerin gerçek haber mi yoksa sahte haber mi olduğunu söylemesi kolay değil. Burada yapay zekaya değil, gerçek gazetecilere ve doğrulama yapanlara iş düşüyor. Bu nedenle de reklamverenlerin reklamları sahte haber yayan sitelerde görünmeye devam ediyor. Bu da bambaşka bir tartışma konusu…

Madalyonun diğer tarafında ise sürekli küçülen haber merkezleri ve fazla mesai yapan gazeteciler var. Özellikle yerel medya bu süreçten en zararlı çıkan taraf durumda. Teknoloji güzellemeleri bir yana, insanın zamanla olan ilişkisini sürekli zorlayarak, dikkat çekmek için tık avcılığına soyunan ve haberin bir tehdit gibi algılanmasına sebep olanlar diğer tarafta… Özetle haberin haber tüketicisi için tehdit olmaktan çıktığı, konuların enine boyuna araştırıldığı ve gerçeklerin ortaya çıkarıldığı bir dünyada mı yaşayacağız yoksa manipülasyonlarla dönen bir dünyada mı? İşte bütün mesele…