"Kültür Savaşı" ifadesi benim değil, onu ödünç aldım. "Bu ülkedeki kültür kurumlarına her yandan gelen baskı artıyor. Bir kültür savaşı gözleniyor." Bu iki cümle Goethe Enstitüsü'nün Başkanı Prof. Carola Lentz'e ait. 98 ülkede şubesi olan bir uluslararası kültür enstitüsünün başkanı böyle dediğine göre, artık bir kültür savaşı yaşadığımızı yadsıyamayız. Lentz, hemen öncesinde de şunları söylüyor: "Antisemit saldırılar dikkat çekici biçimde artıyor ve Hamas yanlısı çığlıklara Filistin yanlısı mitinglerin karışması kabul edilemez. Sağ kanat popülistlerin antisemitizmi en önce göçmenlere ve genel olarak Müslümanlara bağlamasına tahammül etmek de aynı şekilde zor…. Etkinlikler peş peşe hızla iptal ediliyor, ödül törenleri erteleniyor ya da geri çekiliyor ve eleştiriye uğrayan kültür önderlerinin boykot edilmesi çağrıları başlatılıyor." Nazizmin utancını 80 yıl taşımış (ve hâlâ taşımakta olan) bir ülkenin en önde gelen ve dünya ölçeğinde saygınlığı olan uluslararası kültür kurumunun en tepesindeki yönetici bunları söylüyorsa, eh savaş içinde olduğumuzu geç olmadan kabul etme zamanı gelmiş demektir. Hem de safları her ülkenin içinde ve dışında oluşan cinsten bir savaş. Yine de akıllı/ akılsız hiç susmayan onca silahın gölgesinde ve amansız cinsiden.
İşaretlerini daha 2016'da Norveç Ulusal (Devlet) Tiyatrosu'nun YouTube'a yüklediği bir videoda görmüştük. Tiyatronun sözcüsü olduğunu söyleyen bir oyuncu, gayet tiyatral biçimde "etnik temizlik, işgal, ırkçılık ve apartheid" doğrultusunda politikalar izleyen İsrail devletine alet olan ve yasadışı Yahudi yerleşimlerinde oyun sergileyen İsrail Devlet Tiyatrosu Habima ile "utanç verici işbirliği"nden ötürü kamunun önünde özür diliyor ve sorumsuz ilan ettiği Avrupa Tiyatrolar Birliği'nden çekildiğini ilân ediyordu. Aynı zamanda da 30 milyon Euro tutarındaki yıllık bütçesini 2017 ve 2018 sezonlarında tüm programını Orta Doğu sorunlarına ayıracağını açıklıyordu. (Videonun tamamı için şuraya bakılabilir.)
Norveç tiyatrosu dediğini ne kadar tuttu bilinmez, ama savaşın ilk kıvılcımının 2016'da çaktığı pekâlâ söylenebilir.
Bu tarihi, yine Norveç'te, Neonazi Breivik'in aynı gün içinde 77 kişiyi peş peşe katlettiği 2011'e yahut da 2015'deki Charlie Hebdo ve Paris katliamlarına hatta 11 Eylül'e ve çok istersek İsrail'in 75 yıldır sistematik biçimde Filistinlileri yüzyıllardır oturdukları topraklardan sürme ya da hepsini yok etmesi olarak özetlenebilecek 75 yıllık tarihe kadar geri götürebiliriz. Saymakla bitmeyecek bugünkü savaşın işaret fişekleri.
Bana göre, "dünya kültür savaşı"nın başladığını haber veren olay, Aralık ayının başlarında Güney Afrika'daki bir dizi kültür profesyoneli ve sanatçının Johannesburg'daki Goethe Enstitüsü müdürüne yazdıkları "soru - mektup" idi. (Bugünden bakınca, Lahey Adalet Divanı'nda sürmekte olan İsrail- soykırım duruşmalarının davacısının da güney Afrika olması hiç şaşırtıcı değil.) Güney Afrika'da (ve muhtemelen dünyada) kültür alanında iş yapanların belki en fazla ortaklık içinde oldukları Goethe Enstitüsü'nün müdürü Andreas Strolz'un cevaplaması istenen mektup, Gazze'de 7 Aralık'da, erkek kardeşinin yanı sıra, kızkardeşi ve onun dört çocuğuyla birlikte katledilen yazar ve edebiyat profesörü Rıfat el-Arir'in katledilmesinden duyulan üzüntü ile başlıyordu.
Mektupta Alman makamlarının ve kültür kurumlarının gitgide artan sayıda yaratıcı insana yaptıkları haksızlıklar sıralanıyordu. Öncelikle dünyanın en önemli çağdaş sanat etkinlikleri arasında kabul edilen, beş yılda bir Kassel şehrinde yapılan Documenta 16 küratör seçim komitesi üyelerinden Hintli şair Ranjit Hoskote, Filistin yanlısı "Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar" (BDS) hareketinin bir protesto mektubunu imzaladığı için antisemit olmakla suçlandı ve istifa etti. Ardından da Komite'nin diğer üyeleri. Daha 2022'de Documenta 15 sırasında yine kıyamet kopmuş ve Endonezyalı yeraltı sanatçı kolektifi Taring Padi'nin ("pirinç başağının acıtıp kanatan sivri ucu"?) "Halkin Adaleti" adlı eseri Almanya'daki antisemitizm karşıtı Yahudi örgütleri ile onlara destek veren Alman yetkililerin (hepimizin demokratlığıyla tanıdığı Kültür Bakanı Claudia Roth da dahil) müdahalesiyle önce kapatıldı sonra da sergiden kaldırıldı. Bu gelişmeler serginin açılışı üzerinden henüz bir ay dahi geçmemişken Documenta Başkanı'nın istifasıyla sonuçlanmıştı.
Güney Afrika'nın mektubunda, Frankfurt Kitap Fuarı'nın Filistinli yazar Adania Shibli'nin ödül töreninin iptali de örneklenen olaylar arasında yer alıyor. Berlin'de yaşayan Shibli olayın duyulmasından sonra verdiği bir mülâkatta, "çocukluğumdan beri edebiyatla etik birbirinin içine girmiştir. Edebiyat ve etiğin Arapçası aynı: Edep" demiş. (Söyleşinin tamamı için tıklayın.)
Mektupta sıralanan iptaller arasında Güney Afrikalı Yahudi bir sanatçının Saarland Müzesi'ndeki sergisi ile yine BDS hareketini destekleyen İngiliz yazar Sharon Dodua Otoo'nun ödülün sahibi olduğu açıklandıktan sonra ödül miktarının kendisine verilmek yerine bir yardım kuruluşuna aktarılacağı da vardı.
Mektup, Almanya'nın anti-semitizm konusundaki hassasiyetinin anlaşıldığını ama İsrail devleti ile onun terörüne gösterilen tepkilerin antisemitizmle bir tutulması eleştirildikten sonra, Goethe Enstitüsü'ne yöneltilen 7 soru ile bitiyordu. Goethe Enstitüsü'nün ifade özgürlüğü ve insan hakları yaklaşımı sorgulandıktan sonra, "Goethe Enstitüsü bizlerele bu konularda görüşmek niyetinde midir, yoksa tutumunun müzakereye kapalı olduğunu mu savunmaktadır" sorusu ortaya atılıyordu. Mektubun benzer versiyonları Singapur, Vietnam, Malezya, Bangladeş, Fas ve Tunus'daki kültür insanları tarafından ülkelerindeki Goethe müdürlerine yollandı. Norveç'te de sansür ve ifade özgürlüğü ve sanatçı hakları konusunda aktif uluslararası Free Muse ağının başkanı da bir mektup yolladı. (Meraklısı için: Türkiye'de 10 imza için dolaşıma sokulan mektup taslağına sadece sekiz kişi olumlu cevap verdiğinden mektubun Goethe Müdürü'ne yollanması mümkün olamadı.)
Goethe müdürlerinden soru-mektuplara Aralık ortasında verilen cevaplar birbirinin hemen hemen aynı idi. Goethe'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında herhangi bir ideolojinin kültüre müdahalesini önlemek üzere yasa ile kurulmuş ve büyük ölçüde Federal Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından fonlanan "bağımsız" bir kurum olduğu belirtiliyordu. Daha sonra tüm halkların barış içinde korkusuzca yaşamasının önemi hatırlatılıyor ve tüm rehinelerin serbest bırakılması hatırlatıldıktan sonra soru-mektuplarda Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail'e karşı giriştiği terör saldırısına değinilmemiş olması üzüntü verici olarak değerlendiriliyordu. Karşılıklı ilk mektuplarda pozisyonlar belli olmuştu.
Savaş başladı ama onun yanında diplomasi karşılıklı adımlarla bir taktik savaşı olarak da sürüyor. Küresel Güney'deki kültür insanları ve sanatçıların ikinci mektubu 25 Ocak'ta yazıldı. Mektup tam yedi sayfa tutuyordu. Mektup sahipleri, Almanya'nın Holokost'tan dolayı İsrail devletine karşı duyduğu suçluluğu anlamakla birlikte, Enstitü'nün cevabında Filistinlilerin devlet kurma hakkına hiç değinilmeden, İsrail'in var olma hakkını "gözünü kırpmadan" destekleme kararlılığını anlamakta zorlanıyordu. Goethe'nin uzun süredir çeşitli projelerde ortakları olduğu belirtildikten sonra, verilen cevabın kendilerinin gelecekte enstitü ile kuracakları ilişkiyi biçimlendireceği de sonuca eklenmişti.
Dünya ölçeğinde kendi ülkelerinde köşeye sıkıştıkça Batı'nın kültür kurumlarından fon alan, Küresel Güney olarak genellenen ülkelerdeki kültür profesyonellerinin diplomatik atağı henüz bitmedi. Bugünlerde Goethe Genel Merkezinin tüm mektup sahiplerine ortak olarak yazacağını söylediği mektup bekleniyor.
O arada başka şeyler oldu. 11 Ocak günü İtalyan düşünür ve yazar Franco (Bifo) Berardi "Avrupa'nın Riyakârlarına Mektup" başlıklı bir metin paylaştı. Metin, Türkiye'de de adalet ve kamusal alan konusunda yazıp konuşanların değişmez referansı Habermas ve arkadaşlarının Kasım ayının ortasında Frankfurt Üniversitesi "Normatif Düzenler" Araştırma Merkezi'nde yayımladıkları mektuba cevap niteliğindeydi.
Habermas'gilin mektubunda, "Filistin halkının kaderine dair duyduğumuz tüm kaygıya rağmen… İsrail'in eylemlerine soykırıma dair niyetler atfedildiğinde yargı standartları tümüyle kayıyor" denmişti. (Habermas mektubun İngilizcesi.)
Bifo ise mektubuna "Bir zamanlar filozofların etik tutarlılığın ve edepli entelektüelliğin bekçileri olduğunu sanırdım" diyerek başlıyor. "Avrupalı entelektüeller o kadar sessizler ki, ben entelektüelin bir kategori olarak sona erdiğine ve onun yerini Riyakârlık A.Ş'nin alacağına inanıyorum." En sonunda da, Habermas'ın Frankfurt Okulu'ndan ağbileri Adorno ve Horkheimer'e başvurarak onların Nazizm dünyayı kasıp kavururken 1941'de yazdıklarına başvurarak şöyle bitiriyor:
"Aydınlanma kavramı… Bugün her yerde öne çıkmakta olan bir geri gidişin tohumlarını taşıyor. Ancak aydınlanma bu geri gidişin bilincine varamıyorsa, kendi ölüm fermanını imzalıyor demektir. İlerlemenin yıkıcılığı üzerine düşünmeyi ilerlemenin düşmanlarına bırakırsak pragmatizmin kör ettiği düşünme yeteneğimizi kaybederiz."
Bifo, Akdeniz'de her gün boğulan binlerce insanın gerçeğine, Filistin halkına reva görülen Holokost gerçeğine gözlerimizi kapatırsak bu sözler bugün de yinelenebilir." diyerek mektubunu kocaman bir uyarıyla bitiriyordu. (Bifo mektubunun Türkçesi.)
Arada başka şeyler de oldu. İsrail'in politikalarının yılmaz destekçisi ABD'de, İsrail karşıtı kampüs gösterilerini düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirerek izin veren Harvard Rektörü Claudine Gay, intihal suçlamaları da sümen altından çıkarılarak istifa etmeye zorlandı. Yeşiller Partisi denetimindeki Heinrich Böll Vakfı'ndan ödül alan Rus asıllı Yahudi Amerikalı, New Yorker'ın kadrolu yazarı Masha Gessen'in Yeşiller Partisi'nin Heinrich Böll Vakfı tarafından verilen Hannah Arendt Ödül Töreni, Gessen'in New Yorker'daki "Holokost'un Gölgesinde" başlıklı yazısı (İngilizcesi) bahane edilerek Bremen Belediyesi'nin büyük salonu yerine özel bir mekânda yapıldı ve ödülün parçası olan kamuya açık panel de iptal edildi (panel daha sonra başka yerde yapılabildi).
Örnekleri çoğaltmak gereksiz. Bilinmesi yeterli olan, Birinci Kültür Savaşı'nın patlamış olması. Bir zamanlar, ben Siyaset Bilimi – Uluslararası İlişkiler öğrencisiyken, savaşların safahati uzun uzun okutulurdu. Bugün kültürel diplomasi ya da daha doğru söylersek uluslararası kültürel ilişkiler de bu disiplinlerin parçası. Yukarıda özetlemeye çalıştığım gelişmelerde yer alan mektuplar, konuşmalar ve belgeler bence bu bölümlerin ve tabii dünyamızı hızla terk etmekte olan hukuğun müfredatındaki derslerin okuma listelerine girecek. Ya da geç olmadan şimdiden girmeli.
(Son bir not: Ya Türkiye? Merkezi otoritenin kriterleri belli olmadan verdiği sınırlı desteklerin yanı sıra özellikle Batı Avrupalı kültür enstitüleri ve vakıfların fonları, kültür ve sanat alanında iş yapan bağımsızların en önemli hayat damarı. Kültür savaşı onları nasıl etkileyecek? Soru geçerli ama cevap vermek zor. Böyle bir ortamda, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin geçen yılın sonunda başlattığı ve bu yılın başında pilot aşamasının sonuçlarını açıkladığı, önceden ilân edilen şeffaf kriterler doğrultusunda açık çağrı yapılarak tarafsız kurullar tarafından değerlendirilerek yapılan destek programı İzmir Kültür Fonu (İzKF) örnek bir uygulama olarak takip edilmeyi hak ediyor.)
Serhan Ada kimdir? Serhan Ada 1955’te İzmir’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra aynı fakültede asistanlık ve daha sonra özel sektörde yöneticilik yaptı. 15 yıldır İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde ve zaman zaman kimi Avrupa üniversitelerinde ders veriyor. Yayımlanan ilk şiir kitabı “İlan-ı Şiir” (YKY, 1995)’den sonra “Radikal”de haftada bir “İnce/Uzun” köşesinde yazdı. Kültür politikası alanında kitapları yayımlandı. |