Serhan Ada

09 Temmuz 2024

Açık Radyo hep açık: "Söz" lisansa tabi değil

RTÜK'ün haksız müeyyidesi durduğu yerde dursun. Sayıları binlerle ifade edilebilecek, Türkiye'de ve dünyanın herhangi bir yerindeki Açık Radyo topluluğu hukuk, dijital teknoloji ve mühendislik, strateji konusunda kuracağı dayanışma ağı ve çözüm yoluna koşacağı birlikte huzurlu yaşama iradesine dayalı akıl radyomuza yepyeni bir ivme kazandıracak. Hem Türkiye'deki özerklik tartışmalarına hem de dünyadaki bağımsız kültürün başarı öyküsüne bir yeni sayfa ekleyerek

Atilla Aksoy
Oruç Aruoba
ve
Cem Madra'nın
sevgili hatırasına…

Ne zamandır radyo hakkında hem de biraz öznel bir şeyler yazmak vardı aklımda. Biliniyor, RTÜK Açık Radyo'nun yayın lisansını iptal etti. Ben bu yazıyı yazarken Radyo'dan Angeliki Tuvanaki'den i Thymiula i Mavro Mata'yı (Kara Gözlü Timiula) dinliyorum. "Krinaki mu", yani "kum zambağım" diye anıyor sevdiğini. Kum zambağı, Açık Radyo'ya ne çok uyuyor. Bir imkânsız çiçek. Sadece çırılçıplak güneşin, tuzlu kumların ve denizin çocuğu. Orada nasıl olup da nasıl olup da dik durduğuna inanmakta zorlandığımız bir güzellik.

Açık Radyo kişisel tarihlerimizin yanı sıra, tabii Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ama aynı zamanda dünya yayın tarihinin de en parlak sayfalarından biri. Abartmasız öyle.

Ömer Madra ile geçmişte Mülkiye'de, galiba yenilerde rahmetli, efsanevi Recep Abi'nin çay ocağının dibindeki asistan odamızı paylaştık. Milletlerarası Münasebetler Enstitüsü'nün bitişiğinde. Geçmiş zaman derken geçtiğimiz yüzyılın son çeyreğini, yani bugüne göre yarım yüzyıl öncesini kastediyorum. O zamanlar asistana asistan derdik, "araştırma görevlisi" (araştıracak ne kadar zamanı ve ortamı olduğu şüphe götürür) YÖK'le icat edildi. Asistan sekreterin yerini aldı. Milletlerarası (ya da bölümün adıyla Uluslararası) da TDK'nın herşeyi (buna herşey'in "her şey" olması da dahil) ayıran o buyurgan yazım kılavuzlarına rağmen, tüm dillerdeki gibi birlikte yazılıyordu. Bunları niye yazıyorum? O zamandan ne kadar uzakta olduğumuzu sezdirebilmek için.

O zamanki Mülkiye'nin ne olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Yazmak ve anmak için ne zamandır fırsat kolluyordum. Hiç tanışmadığım Murat Sevinç'in Diken'de çıkan Cem Eroğul yazısına bakabilirsiniz. Kurum aidiyetim zayıftır. Mülkiyeliler Birliği üyesi değilim, rozet takmam, yıldönümlerine gitmem. Sevinç'in yazısını okuyunca Ömer ile ben ayrıldıktan sonra 1988'de Mülkiye'ye öğrenci giren Murat Sevinç ve arkadaşları ile bir zamanlar aynı koridorları paylaşmış olduğum için bir tür sevinç ve gurur duydum. Ayrıca, Cem Eroğul'un (bizim için Cem Abi) Demokrat Parti kitabının (1970) bugünü anlamak isteyenler için parlak bir ışık olduğunu eklemek isterim.

Evet o asistan odamızda herşey konuşulurdu hayata dair. Siyaset, tabii edebiyat, sinema, müzik, futbol, dersler, hayata dair herşey. İşte o odada Türkiye'de 10 yılını henüz tamamlayan ve de bilebildiğimiz kadarıyla dünyadaki haliyle televizyon denen mecranın köşeli ve sıkıcı halini çekiştirip "abi radyo yapmalı, söz uçar" der dururduk. Ömer'in Açık Radyo mucizesini yaratıp radyomuzun temel ilkesinin "söz uçar" olacağını hayal edemezdik.

Önce Ömer uzaklaştırıldı. Sonra ben istifa ettim. Mülkiye'nin ülke tarihiyle içiçe geçen kırılmalarından birindeydik. Kırılmalar bitmedi. Mülkiye ayakta durmaya devam ediyor. Oda arkadaşlığımız hayatta dostluğa dönüştü. Ben İzmir'de özel sektöre sığındım. Ömer de gazetelerde çalıştı, dergi yöneticiliği yaptı. "Abi söz uçar"dan vazgeçmedik.

Ben özel sektörün bitmek bilmeyen kapalı devre hayatına rağmen şiir yazıyordum, tek tük gazete ve dergi yazıları da. O arada bir şey daha oldu. İzmir'de Ahmet Burak'ın başını çektiği harikulade Radyo Aktif deneyimi yaşandı. Birinci Kordon'da bir çatı katında Açık Radyo'ya da ilham kaynağı olmuş bu radyo '92-'95 sırasında yaşamış da olsa özgür bir nida olarak bugün bile anılarda. Yine sevgiyle anacağım Kürşat Bumin arkadaşım burada yaptığı "Retorik" adlı gazete, okuma, yorum ve eleştiri kuşağına haftada bir konuk programcı olmamı önerdiğinde hem şaşırmış hem de sevinmiştim. İş nedeniyle yurt dışına çıkışlarımda işporta tezgâhlarından topladığım kasetlerin müziklerini dinlettiğimiz bu bölümün adı (Satılık Değil) "Bakılık Dünya" idi. Rebetiko filminin yönetmeni Kostas Ferris ile müziklerinin düzenleyicisi Tesya Panayotu, Yeni Hayat'ı henüz yayımlamış Orhan Pamuk'la ve beyin ameliyatından henüz çıkmış Ece Ayhan'la stüdyoda söyleştiğimizi hatırlıyorum… Tansu Çiller'in başbakanlığı zamanında "kanununu çıkaracağım" gerekçesiyle radyoları kapatacağı günün gecesi tüm programcılar yayının kapanacağı saate kadar radyoda sabahlamamız ve "bu da geçer ya hû" başlığını koyduğumuz bir nehir program yapışımız unutulmaz… Ömer'le Radyo Aktif'i hep konuştuk. Sonradan programcıların bir kısmı Açık Radyo ekibine katıldılar. Ben de 1995'deki ilk yayın döneminde Bakılık Dünya'yı İvgen Özön'le yaptım. Daha sonra da Antonio Jurado ile "Pandispanya" ve geçen yıl Sarp Keskiner'le "Ortalık Yer".

Açık Radyo'nun açılış hikâyesini çeşitli kaynaklarda bulup okuyabilir ya da Ömer Madra'nın sesinden dinleyebilirsiniz. Ben iki anekdotla yetineyim. Müstakbel kurucularla ilk toplantıların yapıldığı sırada Ömer'in ta çocukluğundan benim ise gençliğimden "yerimiz" olan Ayvalık'da, Cunda'daki evde yağmurlu kış gününde radyonun nakit akışlarını filan ocağın karşısında çalıştığımızı unutmuyorum. Bir de açılış partisi vardı. Tarihi net çıkaramasam da 1995 Eylül gibi aklımda kalmış. Şimdi muhtemelen yayın yapmayan Ortaköy'deki bir radyo istasyonuna gidip Esma Sultan'da yapılacak açılışın konuşma metinlerini ve çalınacak parçaları birlikte kaydettiğimiz aklımda. Şakır şakır yağmur altında yapılan ve kimsenin bırakıp kaçmadığı partide iki şey dikkati çekiyordu. Açık Radyo en düşündürücü şeylerin dile gelmesine ortam sunarken birlikte eğlenmeyi ihmal etmeyeceğini açıkça ilân ediyordu. Bu gelenek sonra da sürdü. Hayatımızda en çok ihtiyaç duyduğumuz birlikte eğlenme konusunda da bir radyo ancak bu kadar önemli bir misal olabilirdi. Bu arada partide çalınan parçalardan biri de "Kasap Nisak" idi. Nevşehir doğumlu Theodoros Demircioğlu'nun besteleyip Ordu kökenli bir ailenin oğlu olarak Yunanistan'da doğan Stelyos Kazancidis'in Türkçe seslendirdiği "Kasap Nisak" (asıl adı Misak Serkisyan)1909'da, 31 Mart vakası sonrasında onbinlerce insanın hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan Adana Katliamı'nda suçlu bulunarak idam edilen Kasap Misak adına yakılmış "bu ne haldir kasap Nisak? bu haline can dayanır mı? koyun gibi asıldın sen, seni gören inanır mı?" dörtlüğüyle dinleyenlerin bağrını dağlayan bu güzelim ve içli ağıt bir partide pekâlâ çalınabiliyordu. Açık Radyo eğlenirken de olsa, birlikte ve derin düşünme ilkesini otuz yıla yaklaşan tarihi boyunca hiç terk etmedi.

Manifestosunda apaçık belirtilir: "Özel değil özgür" radyo. İçi çoktan boşalmış ama bir o kadar hayati özgürlük kavramına yayın manifestosunda yer verilmesi boşuna değil. Özel denilerek ticari yanı öne çıkarılmaya çalışılsa da yayıncılığın ancak özgür (ve bağımsız) olabilirse kendisinden beklenebilecek kamusal misyonu yerine getirebileceğini vurgulaması bakımından ne kadar belirleyici. Bugün üç kişinin kurduğu küçük tiyatrolardaki arkadaşlara tüzel statülerine rağmen özel değil özgür ve bağımsız olduklarını hatırlatmak hiç kolay olmuyor.

Açık Radyo, 100'e yakın insanın inanarak ve tartışarak kolektif akılla geliştirdiği bir düşünme ve üretim mecrası olarak sivil toplumun varlık nedeninin karşı çıkmak, eleştirmek ve talepte bulunmak kadar çözmek ve yeniyi yaratmak olduğunun Türkiye'deki ilk örneklerinden biri. Sevgili Osman Kavala'nın başlattığı, henüz yeterince deşilip araştırılmamış olduğuna inandığım Anadolu Kültür de ikincisi. İkisi de güçleri yalnızca çok sayıda kurucusu olan kolektif girişimler olmalarından değil, aynı zamanda yapıp ettiklerin her defasında baştan tasarlayıp çok çeşitli kesimden ve görüşten toplulukları çoğaltan etkisiyle işin içine katabilmelerinden kaynaklanıyor. Haksızlıkların en acımasızına uğrayan Osman'ın Anadolu Kültür'ün kültürel çalışma yürüttüğü şehirlerde AKP dahil tüm siyasi görüşlerden, farklı sanat disiplinlerinden insanı işin içine katmak için gösterdiği hepimizi şaşırtan o bilge sabrı unutulmaz. Açık Radyo'nun kitle fonlaması konusunda yazan çizenlerin sunumlarda anlattıklarını sollayan kitlesel fonlama uygulaması "Dinleyici Şenliği" bir başka örnek uygulama.

RTÜK'ün haksız müeyyidesi durduğu yerde dursun. Sayıları binlerle ifade edilebilecek, Türkiye'de ve dünyanın herhangi bir yerindeki Açık Radyo topluluğu hukuk, dijital teknoloji ve mühendislik, strateji konusunda kuracağı dayanışma ağı ve çözüm yoluna koşacağı birlikte huzurlu yaşama iradesine dayalı akıl radyomuza yepyeni bir ivme kazandıracak. Hem Türkiye'deki özerklik tartışmalarına hem de dünyadaki bağımsız kültürün başarı öyküsüne bir yeni sayfa ekleyerek.

Açık Radyo'nun 1995'deki çıkış Manifestosu'ndaki şu cümle: "Haysiyetli İşler Yapmak Lazım!" Almanya doğumlu olsa da Fransız yurttaşı olmayı seçmiş diplomat Stéphane Hessel, Türkçeye "Öfkelenin! "olarak çevrilmiş, ama bence "Haysiyetli Olun! "olarak çevrilmesi daha doğru olacak, "vicdanların barışçıl isyanına çağrı" altbaşlığını taşıyan, sivil toplum direnişlerinin elkitabı olmuş risalesi Indignez- Vous'yu yayımlamadan tam 15 yıl önce. Zira öfke tek başına bir saman ateşi iken haysiyet sorumluluk yükler.

Ne dediğini iyi bilen Latinlerin lafları boşuna mı tekrarlanıp duruyor, tersten söylersem: Scripta Manent Verba Volant. Yazı durduğu yerde durup beklerken söz uçar. Açık Radyo'nun açık Söz'ü lisansa tabi değil, hep açık.  

Serhan Ada kimdir?

Serhan Ada 1955'te İzmir'de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olduktan sonra aynı fakültede asistanlık ve daha sonra özel sektörde yöneticilik yaptı.

15 yıldır İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde ve zaman zaman kimi Avrupa üniversitelerinde ders veriyor.

Yayımlanan ilk şiir kitabı “İlan-ı Şiir” (YKY, 1995)'den sonra “Radikal”de haftada bir “İnce/Uzun” köşesinde yazdı. Kültür politikası alanında kitapları yayımlandı.