Selin Tamtekin

25 Mayıs 2022

Tiyatro yönetmeni Barış Celiloğlu: Eşitlik ve adalet temalarıyla ilgili olan işler beni daha çok ilgilendiriyor

"Öyle yazarlar seçiyorum ki, mesela Sevim Burak, Ariel Dorfman ya da Loula Anagnostaki gibi, ders vermeden düşündürüyorlar"

Barış Celiloğlu'yla birlikteyken saatler su gibi akıp gidiyor. Celiloğlu çok tatlı dilli. Dahası, özel hayatında onda iz bırakan olayları ve tiyatro kariyerinde, ilk olarak bir oyuncu ve ardından bir yönetmen olarak, edinmiş olduğu zengin deneyimlerini benimle paylaşırken hep içten ve olduğu gibi. Zaten Celiloğlu'yla Kuzey Londra'daki dairesinde bir araya geldiğimizde ona ve yaşadığı mekâna en doğal halleriyle tanık oluyorum.

Salonunda, bir yan sehpada üst üste bırakılmış kitaplar, ödenmeyi bekleyen bir fatura. Kapısı aralık olan bir yatak odasında tel askıya asılı halde kurumakta olan çarşafların görüntüsü. Celiloğlu sırf ben geliyorum diye evini büyük bir titizlikle en düzgün haline sokmakla uğraşacak kadar burjuva kuruntulara sahip biri değil. Tahminim, böyle şeylere vakti de yok, çünkü o gençliğinden beri, tam zamanlı bir iş hayatıyla tiyatro kariyerini bir arada götürmeye devam etmeyi başararak, hâlâ çok hızlı bir tempo içerisinde hayatını idame ettiriyor.

Celiloğlu, Londra'ya taşınmadan evvel, İstanbul'da, Boston Bankası ve Garanti Yatırım bankalarında toplam 11 yıl boyunca yönetici asistanlığı yaparken, iş çıkışlarında koştura koştura tiyatro provalarına yetişirmiş. Yaz tatillerinde Viyana'da, Londra'da ve New York'ta (namlı Lee Strasberg Tiyatro ve Film Enstitüsü'nde) oyunculuk workshoplarına katılırmış. Bugünlerde ise, yıllardır sahne sanatları bölüm başkanı olduğu Londra'daki bir ön lisans kolejinde gençlere hem tiyatro eğitimi veriyor hem de 2007'de kurmuş olduğu tiyatro kumpanyası Theatre East N Bull'la* değerli tiyatro projelerine imza atıyor. 

Barış Celiloğlu ve 'Karantinada Mahsur' film posteri

Uluslararası film festivallerinde ödüller alan bir dijital proje 

Pandemiden önce Celiloğlu'nun Londra'nın alternatif tiyatro mekânlarında sahneye koyduğu oyunları hiç kaçırmazdım. Pandeminin ortaya çıkmasıyla tiyatro etkinlikleri dünyanın her bir yanında iptal edilmeye başlanınca, durmak bilmeyen yönetmen bu sefer sanatsal üretimini dijital mecraya taşıdı. Avustralya, İngiltere, İspanya, Kıbrıs, Rusya, Türkiye ve Yunanistan dahil olmak üzere tam 7 farklı ülkenin oyuncularını, yazarlarını ve başka yetenekli profesyonellerini sanal ortamda buluşturarak, karantina sırasında aile içi şiddet konusunu işleyen dijital projesi Lockedown Locked In'i (Karantinada Mahsur'u) gerçekleştirdi. Bu duyarlı proje 2021'de Berlin Indie Film Festivali'nde 'En İyi Deneysel Film' ödülünü aldı. Ayrıca California IndieFest Film Festivali, LA Bağımsız Kadın Filmleri Festivali, Toronto Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, Londra Lift-Off Film Festivali ve Atina Uluslararası Sanat Filmleri Festival'inde değişik dallarda ödüllere layık görüldü. 

 Gülistan Sarbas 'Karantinada Mahsur'un bir sahnesinde

"Babam trafik kazası süsü verilerek öldürüldü"

Celiloğlu'yla salonunda karşılıklı oturduğumuzda, ona her şeyden önce, tüm hayatına yön vermiş olan bu tiyatro tutkusunun onda ilk olarak nasıl oluştuğunu sorar sormaz, bunun ardında büyük bir kişisel travmanın yattığını öğreniyorum.

"Solcu bir aileden geliyorum. Eski TİP'liler. Babam İlhami Celiloğlu tam 1971 askeri darbesinden önce trafik kazası süsü verilerek öldürüldü. O öldürüldüğünde 4 yaşındaydım ve onu ancak hayal meyal hatırlayabiliyorum. Ama acısı çok ağır oldu. Bütün hayatıma yayıldı. Yaptığım her iş, politik tiyatro yapıyor olmam onunla ilgilidir," diye açıklıyor yönetmen. 

"Tiyatro beni kurtardı diyebilirim"

Kaza esnasında babasının yanında arabada bulunan amcası komadan çıktıktan sonra olanları diğer aile fertlerine anlatır. Ancak babasının bir suikasta kurban gittiği Celiloğlu'ndan çocukluğu boyunca büyük bir aile sırrı olarak saklanır. Ta ki, Celiloğlu 14 yaşındayken akciğer kanserine yenik düşmek üzere olan amcası ölüm döşeğinde onu yanına çağırıp gerçeği olduğu gibi ona anlatana kadar. 

"Tıpkı bir film gibi" yorumunda bulunuyor Celiloğlu acı ironiyle, bir an gözleri önündeki boşluğa dalmış bir halde. Ardından tüm samimiyetiyle ekliyor:

"14 yaşından sonra çok değiştim. Zaten hassas bir çocuktum, daha da hassaslaştım. Babası öldürülmüş biri olarak o yaşlarda duygusal problemlerim vardı. Annem çok kuvvetli bir kadındı, beni ve erkek kardeşimi stabile edebildi ve o yüzden çok şanslıydık. Ama yine de düşünüp geri baktığımda o yıllara, tiyatro beni kurtardı diyebilirim. O duygularımı başka karakterlerin üzerinden ifade ettiğim bir platform oldu. Hayat içinde ağlayamıyorsam, orada karakter olarak ağlayıp rahatlıyordum. Tiyatro hem duygularımı ifade etmemi hem de başka insanlarla empati kurmamı sağladı."

Uçurtmayı Vurmasınlar'dan Tabutta Rövaşata'ya

Ardından Celiloğlu bana 1984'te edinmiş olduğu ilk sahne deneyiminden söz ediyor:

"'Genç Oyuncular' diye Tunç Tatoğlu yönetiminde çok iyi bir tiyatro grubu vardı o yıllarda ve politik oyunlar yapıyorlardı. Alman yazar Wolfgang Borchert'in 'Kapıların Dışında' adlı oyununu sahneye koyuyorlardı. Oyunda Elbe nehri intihar eden askerle konuşuyor. Elbe nehrini bir kadının oynamasını istiyoruz ve senin de sesinin çok iyi olacağını düşünüyoruz, denemek ister misin? diye bana sordular."

Bu beni hiç de şaşırtmıyor çünkü Celiloğlu'nun evine vardığım andan itibaren kusursuz diksiyonu konuşmalarımızın arasında, arada bir odak noktam haline dönüşüveriyor. Onun bu özelliği Kuzey Kıbrıslı film yönetmeni Derviş Zaim'inde dikkatini çekmiş olmalı ki, ona unutulmaz ilk filmi Tabutta Rövaşata'da (1996) küçük olmakla birlikte hikâyenin anlatımında önemli bir nüansa sahip olan 'spiker' rolünü uygun görmüştü. Bu onun beyazperdedeki ilk deneyimi değildi. Celiloğlu 1989'da, yönetmen Tunç Başaran'ın en ses getiren başyapıtlarından biri olan Uçurtmayı Vurmasınlar'da küçük bir rolle yer almıştı. Celiloğlu ayrıca iki sene boyunca Şahika Tekand Stüdyo Oyuncuları'nda tiyatro eğitimi aldıktan sonra İngiltere'ye göç etmeden evvel modern Türk tiyatrosunun önemli tiyatro kumpanyalarından biri olarak görülen Bilsak Tiyatro Atölyesi'nde çalışır.

"Hiçbir zaman büyük roller oynayamayacaktım"

Celiloğlu'na hazır bir genç oyuncu olarak 80'lerde ve 90'larda Türkiye'de (o döneme ait en kült iki filmde yer almak dahil olmak üzere) edinmiş olduğu bu renkli oyunculuk tecrübelerinden sonra neden 1997 yılında Londra'ya taşınma kararı aldığını soruyorum. 

Celiloğlu kendinden çok emin bir şekilde şöyle yanıt veriyor: 

"Ben şunu çok net fark ettim. Gençtim belki ama naif değildim ve çok gerçekçiydim. Bir kadın oyuncu olarak daha önemli yerlere gelmek için ilişkileri kovalayarak, tavizler vererek hareket etmek gerekiyordu. Tabii ki birçok insan kendi hakkıyla bir yerlere gelmiştir – o ayrı, ama oyunculuk camiasında kontaklara sahip olmak benim zamanımda çok baskındı ve o yıllarda ajanslar veya artist menajerleri de henüz yoktu. Utangaç bir insanım, artı bir şey isteyemiyorum kimseden. İnsanlar gelsin beni tiyatroda görsünler, rol versinler. Ben onun dışında bir şey yapamıyordum. Sadece ben değil, Bilsak Tiyatro Atölyesi'ndeki diğer sanatçılar da öyleydi. Biz tiyatro odaklı insanlardık ve kendimizi pazarlamayı bilmiyorduk. O yüzden de hiçbir zaman büyük roller oynayamayacaktım. Ancak şansıma bir şey çıkarsa diye bekleyecektim ve o da açıkçası beni çok fazla heyecanlandırmıyordu."

Celiloğlu bana ayrıca yurt dışına gitmenin, babasının öldürülmesinin onda yaratmış olduğu isyan duygusu ve kalp kırıklığı sebebiyle, çocukluğundan beri içinde oluşmuş olan bir arzu olduğunu itiraf ediyor. 

Barış Celiloğlu 'Tabutta Rövaşata'nın bir sahnesinde

"O dünyayı kafamda çok rahat kuruyordum"

Londra'ya taşındıktan sonra The Royal Central School of Speech & Drama'da tiyatro üzerine mastırını tamamlayan Celiloğlu yıllar içerisinde Young Vic, The Gate, Arcola gibi, Londra'nın tanınmış tiyatro mekânlarında sahneye çıkar, İskoçya'nın Edinburgh Festival Fringe'de baş rolle yer alır. Ayrıca ITV televizyon kanalının popüler dizisi The Bill'de oynar ve BBC radyosunda Elif Şafak'ın romanı Baba ve Piç'teki 'Feride' karakterini seslendirir. Ancak Celiloğlu'nun özgeçmişine baktığımızda son yıllarda reji olarak gerçekleştirmiş olduğu tiyatro projelerinin çoğunluğu aşikâr.

Ona, "Genç bir oyuncuyken bir gün tiyatro yönetmeni olma hayalleri kurar mıydın?" sorusunu yönelttiğimde bana şu şekilde yanıt veriyor:  

"20'lerimde birileriyle çalışırken karışmasam da – çünkü bir oyuncu olarak bu benim işim değildi – hep fikirlerim vardı. O dünyayı kafamda çok rahat kuruyordum ve bundan çok keyif alıyordum. O yaşlarda da bir oyunu baştan sona yönetebileceğimi hissediyordum."

"Körü körüne propaganda yapan tekstleri sevmiyorum"

Celiloğlu kadın meselesi, sınıf meselesi, savaş, faşizm gibi temalara ilgi duyduğunu bana belirttikten sonra şunu ekliyor:

"Eşitlik ve adalet temalarıyla ilgili olan işler beni daha çok ilgilendiriyor. Ancak körü körüne propaganda yapan tekstleri sevmiyorum. Öyle yazarlar seçiyorum ki, mesela Sevim Burak, Ariel Dorfman ya da Loula Anagnostaki gibi, ders vermeden düşündürüyorlar."

"Kapanma sürecinde ilk aklıma gelenler kadınlar oldu"

Pandemi 2020'de kasvetli etkilerini İngiltere'de ve Türkiye'de ilk göstermeye başladığında, Celiloğlu İstanbul'a birkaç aylığına annesinin yanına gelir, ona bu zorlu süreçte destek olabilmek amacıyla. Bu vesileyle (dijital) son tiyatro projesi 'Karantinada Mahsur' için sanal ortamda görüşmelerini ve prova hazırlıklarını annesinin oturma odasında başlatır.

Biraz esprili bir şekilde, "Herhalde boş durmak istemedin," diyorum, o da buna karşılık olarak, "İnsanın her duruma adaptasyonu inanılmaz bir şey," diye yanıt veriyor. Gerçekten de öyle. 

"O ilk kapanma sürecinde ilk aklıma gelenler kadınlar oldu," diyor yönetmen ve ekliyor:

"Dedim ki, eyvah, cinayetler artacak ve kapanmanın ilk iki haftasında İstanbul'da 21 kadın, Londra'da ise 14 kadın öldürüldü. Türkiye'de kadın cinayetlerinin resmi verilerden daha fazla olduğunu biliyoruz ama yine de Avrupa ülkelerindeki rakamların bu kadar yüksek oluşu beni çok şaşırttı. Önce bu projeyi İngiltere ve Türkiye ile başlatayım dedim. Ardından şunu düşündüm, böyle bir kapanma içerisindeyiz ve bu olay her yerde var ve artmakta."

Erkekler 8 aşamada öldürme noktasına geliyorlar 

BBC News haber sitesinde 2019'da yayımlanmış olan bir habere göre,** kriminoloji uzmanı Dr. Jane Monckton Smith Britanya'da 372 kadın cinayeti üzerinden yürütmüş olduğu kapsamlı vaka araştırmasında, kadın cinayetlerinde bir 'zaman çizelgesi' tespit ediyor. Bu çizelgeye göre, katil olan erkeklerin eşlerini 8 aşamada öldürme noktasına geldikleri anlaşılıyor. Bu önemli tespite gönderme yapmak amacıyla Celiloğlu 'Karantinada Mahsur'u 8 bölümden oluşturmuş. Her bölüm bu zaman çizelgesindeki artan zulmü yansıtıyor ve kapanma esnasında evde yaşanan erkek şiddetini değişik teatral yaklaşımlarla işleyen, farklı dillerde canlandırılmış monologlardan oluşuyor. 

Kültürleri birleştiren, global seyirciye ulaşan projeler dalında ödül

Farklı ülkelerden birçok yetenekli profesyoneli bir araya getirerek son derece güncel ve evrensel bir konuyu oldukça zamanlı işleyen bu çalışmanın uluslararası platformda büyük ilgi ve beğeni toplaması o kadar da şaşırtıcı değil. 'Karantinada Mahsur' yazımın başında belirttiğim gibi uluslararası film festivallerinde birçok ödüle layık görüldü. Bu ödüllere bu geçtiğimiz Nisan ayında İstanbul'da düzenlenen Direklerarası Seyirci Ödülleri töreninde bir de 'Kültürleri Birleştiren, Global Seyirciye Ulaşan Projeler' kategorisinde bir ödül de eklendi. Tuhaf olan, Türkiyeli bir yönetmenin bu derecede ses getirmeyi başarmış bir çalışmasının henüz Türkiye'de hiçbir film ya da tiyatro festivalinin programına dahil edilmemiş olması. 



* https://theatreeastnbull.com

** https://www.bbc.co.uk/news/uk-49481998

'Karantinada Mahsur'un Türkiye ekibinde, Celiloğlu'nun kendisinin yanı sıra, oyuncular Ezgi Bakışkan Barış, Ada Burke, Gülistan Sarbas, İrem Sayılgan, Aslı Özgönül, Naz Yeni ve Dilek Yorulmaz, Celiloğlu'nun kendisinin yanı sıra yazarlar Yapıncak Gürerk, Aysel Karaca, Onsun Meryem, Yıldız Çakar ve Betül Dünder, şair Neşe Yaşın, çevirmen Berna Vardar, video sanatçısı Çiğdem Boru, video editörü Şeref Özdemir, sanatçı Zehra Doğan, ses tasarımcısı Ceren Ayşe Özbudun ve besteci Ezgi Günüç yer aldı.