Pınar Okyay

06 Mart 2022

Zeytin

Bin yaşında olanları hemen yanı başımızda; 3 bin yaşında olanları ise arasak bulabileceğimiz uzaklıktadır. Sessiz tanıklarıdır yaşananların. Legolas'ın dediği gibi, "eski, çok eski,..ve hafızası dolu"

Balıklıova'da, sağdaki balıkçıları, tezgâhlardaki mevsimine göre, otları ya da mantarları, soğuk kış ayları ziyaretlerinizdeki mis kokulu nergisleri geçip sola doğru döndüğünüzde, bu yol sizi karşıdaki dağa doğru götürür. İşte ben bu yoldan her geçişimde yavaşlarım. O yolun kadim bekçilerini rahatsız etmekten korkarım. O ağaçların Yüzüklerin Efendisi filminin ikinci serisindeki Fangorn ormanındaki ağaçlar gibi yaşlı olduklarını bilirim.

Yine bilirim ki, en yaşlısı bile her sene çiçeklerini açar.

Mavi denizin kıyısında başlayan bu yeşil umman, zeytin ağaçlarından oluşur.

Bu orman, dağın hemen yamacında terk edilmiş köyün eski yerleşkesini sarar, her yöne doğru uzanır. İnsanlar gitmiş, köyün taş evleri yıkılmıştır; bir tek onlar ilk günkü gibi orada ve görev başındadır.

Yıl boyunca toprağın derinlerine uzanmış kökleri ve gökyüzüne uzanmış dalları ile güneşin ışınlarını, yağmurun tanelerini toplar, gövdesinde buluşturur, sonra da çiçeklenir ve meyvesini bize sunarlar.

Ama derler ya "etinden sütünden", her tarafından yararlanılır. Meyvesi, çekirdeği, küspesi, yaprağı...

Meyvesi yenir ya da sıkılır, her şekilde sofraların başköşesinde yer alır.

Fırından yeni çıkmış bir ekmeğin ancak koparılabilen köşesine en çok yakışan altın sarısı bir soğuk sıkmanın üzerine serpilmiş yine o yıl toplanmış, kurutulmuş kekiktir.

Çocukluğumdan beri bilirim bu tadı.

Bunu üzerinde bildiğim tek tat, bunlara bir de çekişte zeytinin eklendiği hâldir.

Çekişte zeytinin ve sızma zeytinyağının kendine has acımsı bir tadı vardır. Yerken ağzınızda varlığını belli eder. Buna dağ kekiğinin keskin kokusu da elenince duyularınız bayram eder.

Sofrada işiniz bitince, sabunu ile elinizi yıkar, birkaç damlası ile cildinizi de beslersiniz.

Gün içinde yapraklarını demler, yanında kurabiyesini alır; yorgunluğunuzu atarsınız.

Bu üretken ağaç üstelik öyle birkaç yıl değil yıllarca, hayır, yüzyıllarca bu verimliliğini sürdürür.

O yüzden olsa gerek "Ölmez Ağaç" olarak da anılır.

İnsanlıkla birlikte var olmuş; Mezopotamya'dan Anadolu'ya oradan da dünyaya yayılmıştır.

En eski dini metinlerde kutsal kabul edilir.

Bin yaşında olanları hemen yanı başımızda; 3 bin yaşında olanları ise arasak bulabileceğimiz uzaklıktadır.

Sessiz tanıklarıdır yaşananların.

Legolas'ın dediği gibi, "eski, çok eski,..ve hafızası dolu".

Bu topraklardan kim gelmiş geçmişse bedenleri, onun köklerinden dallarına vücut bulmuştur.

Yaprakları bin göz olmuş olup bitenleri kaydetmektedir.

Kuzeyde Kınalı Ali'nin, güneyde Şeyh Bedreddin'in izleri var o gövdelerde.

Bizden öncekilerin öykülerini barındırlar.

Athena Poseidon'a onun dallarını uzatmıştır düşmanlıkları geride bırakmak için.

Onu adı boşuna Ölmez Ağaç değil!

Biz bu topraklarda yokken, onlar vardı.

Korunmalı, sahip çıkılmalıdır.

Bu yüzden de genç Cumhuriyetin ilk kanunlarından biri Zeytin Kanunu'dur. Atamız bu kanuna da öncülük etmiş, Yalova'da başlattığı zeytin seferberliği ile üretimde bilimsel yöntemleri getirmiştir. Ancak çok istediği kanunu görememiş, birkaç ay öncesinde hayata gözlerini ummuştur.

Ölmez ağacın Cumhuriyet'teki hamisi kalbimizdeki ölümsüzdür.

İşte tam da bu nedenle, bugün Ege'nin zeytin festivallerinde davullar ve zurnalar aynı name için vurulur ve çalınır.

"Hoş gelişler ola..."