Baba filmini seyretmeyen var mıdır, bilmem.
Defalarca seyrettim.
Onun geçtiği her filmi, anektodu da filmin kendisi kadar severim.
"Mesajınız var (You've Got Mail)" filminde Tom Hanks'in göndermelerine bayılırım. Her sorunun yanıtının Baba filminde olduğunu söyler, büründüğü Joe Fox karakterinin ağzından.
Film, 1940'lı yıllarda geçer malum. Don Corleone'nin biricik kızı Connie'nin düğün sahnesi ile açılır. Mekan, Corleone konutudur. Bu muhteşem ev birçok sahnede baş rolü paylaşır oyuncularla.
İşte bu ev, Staten Adası'nda bulunur. Adresi tam olarak, Longfellow Bulvarı 110, Staten Adası, New York.
Staten Adası'na "Unutulmuş Ada" da denir. Şehir yönetimleri burayı hep ihmal ederlermiş.
Unutulmuş Ada, geçen hafta kendisini Covid-19 olgu artışları ile hatırlattı.
Ama bu olgular başka.
Bunlar beyaz kuyruklu geyikler. Adada yaşıyorlar.
Amerika basınında geyiklerin burunlarından örnek almaya çalışan bilim insanlarının fotoğrafları yer aldı.
Haberler, hayvanlarda bulaşmanın arttığını gösteriyor. Özellikle beyaz kuyruklu geyikler arasındaki yayılımın çok yüksek düzeyde olduğu bildiriliyor.
Bu geyikler çok güzeller. Çok da sıcak kanlılar. Bu nedenle insanlarla iletişimleri yüksek. Çoğu elden beslenecek kadar.
Belli ki bu yüzden bir ters zoonoz durumu meydana geldi mi diye araştırılıyor? Yani, bu sefer de insandan hayvana geçen bir hastalık durumu.
Kanıtlanırsa, bunun pratikte anlamı ne olabilir?
Bilim insanları, geyik veya diğer vahşi hayvanlar virüs için bir kaynak haline gelirse, etkenin mutasyona uğrayabilmesi ve tehlikeli yeni varyantlara yol açabilmesinden endişeleniyorlar.
Şimdilik geyikler yakından izleniyor.
"Bu böyle sonsuz bir döngü mü olacak? Hani 'endemik hastalık' olacaktı", dediğinizi duyar gibiyim.
Yalnız değilsiniz. Omicron'la beraber, yayılma hızı ve hastalığın görece daha hafif geçirilmesi, pandeminin bir endemi haline geleceği ve biteceği şeklinde görüşlerin ortaya çıkmasına sebep oldu.
Virüs tamamen ortadan kalkmayacak ve evet, büyük olasılıkla, endemik bir hastalığa dönecek.
Bu beklentilerle başta Avrupa olmak üzere kısıtlamaların gevşetilmesi ya da tamamen kaldırılması gündeme geldi, uygulamalar başladı. Ülkemizde de adı konmamış benzer bir durum var.
Öncelikle, "endemik" kavramı ile ilgili söylemek istediklerim…
Endemik olmaktan gördüğüm beklenti, dünyada bazı bölgelerde zaman zaman ortaya çıkacak bölgesel salgınlar ve ölümlerin çok azalması.
Kısıtlamalar olmadan "virüsle yaşamayı" bekliyoruz.
Ama aslında şöyle bir tehlike içindeyiz: "Endemik" kelimesi ile ortaya çıkan bir rehavet var. Ne yazık ki, farkına varmamız gereken, endemik bir hastalığın da ölümlere neden olduğu.
Endemik olmak, bir bölgede bir enfeksiyona bağlı hastalanmaların belli bir oranda sabit olduğunu anlatır. Bazı bölgelerde sıtma endemiktir. Adana ile aklımıza geliveren bir hastalıktır. Ama sıtma öldürmez mi? Hem de nasıl. Afrika'daki bir türü yılda yaklaşık 600 bin ölümden sorumludur.
Endemik olmak, bir hastalık etkeninin daha az hastalandıran bir etkene dönüştüğünü göstermez. Bir enfeksiyonun endemik hâle geleceğini belirtmek, bu duruma ulaşmanın ne kadar süreceği, olguların sıklığı, hastalığın şiddeti ya da ölüm oranları hakkında, nüfusun ne kadarının ya da hangi kesiminin duyarlı olacağı hakkında bir şey söylemez.
Covid-19 için endemik ve hafif geçirilen bir hastalık olması beklentimiz. Olabilir.
Ama hâlâ orada değiliz. Salgının Omicron varyantı dalgasının içindeyiz.
Hâlâ olgu sayıları çok yüksek, hâlâ insanlar hastalanıyor ve ölüyorlar.
Sormamız gereken, ölümle sonuçlanan bir hastalığın önlenmesi için neler yapıldığıdır.
Bir hastalık için önleme araçlarının hepsi tam olarak hayata geçirilmemişse, her ölüm önlenebilir değil midir? Bu durumda "kabul edilebilir ölüm" diye bir tanımlama kullanmak mümkün müdür?
Mümkün olmadığından, asıl yapılması gereken virüsün yayılımının baskılanmasıdır. Virüsün yayılmasını durdurmak gerekiyor ya da en azından öncelikle azaltmayı hedeflemek gerekiyor.
Bunu da ancak sağlık politikaları ve bireysel davranışlar şekillendirebilir.
Yönetimler farklı nedenlerle karar alıyor olabilirler.
Danimarka örneğinde olduğu gibi aşılama oranlarınız çok yüksekse, virüsü takip sisteminiz dünyanın en iyisi ise bu nedenle de yükselen olgularınıza rağmen hastaneye yatış ve ölümleriniz çok düşük ise, önlemleri askıya almaya karar verebilirsiniz.
Ama mart başında New Jersey gibi bazı eyaletlerde olacağı gibi bu hedeflere ulaşmadan okullarda maske zorunluluğunu kaldırmayı anlamam mümkün değil. Biden hükümeti ve daha da önemlisi Hastalıkların Kontrol Merkezi (CDC) buna karşı çok temkinli yaklaşıyor; kısıtlamaların kaldırılmasını onaylamıyor. Covid-19'a bağlı ölümlerin bu kadar yüksek gittiği bu bölgelerde kısıtlamalar her ölümü engellemek için aşılarla beraber hâlâ en geçerli strateji gibi duruyor.
Ülkemiz için de karamsar olalım demiyorum ama her şey bitmiş, bitiyor gibi bir yaklaşımı kabul etmemeliyiz.
Pandemi hâlâ sürüyor.
Aşı eşitsizliği hâlâ devam ediyor.
Mevcut durumumuzu iyi okumak ancak veriye dayalı olarak mümkün olabilir. Bu nedenle, hastalık ve ölümler, izlemede ortaya çıkan uzun dönemdeki sorunlar, aşılama durumuz ve önündeki engeller konusunda şeffaf olmaya gereksinimiz var. Tüm bilim insanlarının en başından beri söylediği gibi.
Bu yolda, en az birimizin çok sevdiği olan her canı kaybetmeden yürümek için elimizden gelen tüm gayreti sarf etmeliyiz.
Virüse karşı her gün daha iyi araçlar geliştiriyoruz. Geçen hafta çok etkili bir protein aşısı onay aldı. Pfizer'in BioNTecH aşısı 6 ay-4 yaş grubu çocuklardaki verilerini Gıda ve İlaç Dairesine (FDA) acil kullanım onayı almak üzere sundu. FDA, bu konuyla ilgili toplantısını 15 Şubat'ta yapacak. Ardından, CDC tavsiyeyi kabul ederse, bebeklerin ve okul öncesi çocukların ebeveynleri, çocuklarını Covid19'a karşı aşılama sürecini başlatabilecek. Belki de süreç, bebeklik dönemi aşı şemasına eklenme ile sonlanacak.
Tedavide yeni gelişmeler var ama benzer şekilde, ilaçlar ve tedavi araçlarının da adil şekilde ulaşılabilir kılınması için önlemleri hayata geçirmek gerekiyor.
Bu süreçte yönetimlerin, başta kamusal alanlar olmak üzere bazı kısıtlamaları tanımlamaları, bunların denetimlerini hassasiyetle yerine getirmeleri, aşılamayı hızlandıracak stratejiler geliştirmeleri, başta aşı kararsızlığına yol açabilecek infodeminin önüne geçmeleri, şeffaf ve katılımcı, güven verici bir salgın yönetimi gerçekleştirme sorumlulukları her zamankinden daha çok öne çıkıyor.
Not: 14 Şubat öncesi dinleme önerisi:
You've Got Mail'den "Somewhere Over the Rainbow" (Harry Nilsson)