Pınar Okyay

19 Temmuz 2020

Duvardaki iki resim

Neden ikisi? Her ikisi de içinde yaşadığı düzene karşı durmuş ve daha adaletli, daha eşitlikçi bir düzen yaratmıştır. İmkansızı başarmıştır

Bugün 18 Temmuz 2020.

Her yıl bugün "Uluslararası Nelson Mandela Günü" olarak kutlanıyor. Birleşmiş Milletler'in (BM) Kasım 2009 tarihinde kabul etmesinden bu yana.

BM'nin A//RES/64/13 numaralı kararında, bu kararın gerekçesi şöyle açıklanıyor:

"Demokrasi ve barış kültürünün yayılmasındaki katkıları, insan hakları, ırkçılığın önlenmesi, uzlaşma, cinsiyet eşitliği, çocuk hakları, yoksullukla mücadele gibi alanlarda insanlığa hizmete adanmış yaşamı ve dünya görüşünün tüm insanlar için esin kaynağı olması."

Bundan beş yıl önce olmalı, ortada Korona yok, gezmelerde rahatız. İki Ahmet, Sevil ve ben sabah erkenden bir tekneye atlamış Robben Adası yolundayız. Bir gün önce Masa Dağı'ndan baktığımız kendisi küçük, hikayesi büyük kara parçasına.

Robben Adası, Mandela'nın 46 yaşındayken başlanan esaretinin mekânı. Düşüncelerini söylemek dışında herhangi bir suçu yoktu. İnsanların eşit olduğuna inanıyordu ve bunu dile getiriyordu. Ama bunu ırkçı bir beyaz yönetimin olduğu bir ülkede yapıyordu. Bu yüzden tam 18 yıl küçücük bir hücrede tutuldu; taş ocaklarında taş kırdı.

Adaya indiğimizde kısa bir yürüyüşle demir parmakların arkasına geçtik. Taş, beton ve yalnızlık hâkimdi.

Cezaevinde kaldığı küçük odaya ulaştığımızda "Invictus" filmini hatırladım. Beyazların sembolü rugby takımı "Springboks"'un kaptanı Pienaarher hücreye girip, iki kolunu sağa sola açıp hücrenin duvarlarına değen ellerini görünce irkiliyordu. Ben küçük olabileceğine hazırdım; ancak incecik bir yer yatağının üstüne atılmış yıpranmış battaniyeyi görünce içim titredi. Soğuk kış geceleri düşündüm.

Müze cezaevini, bir zamanların gardiyanları gezdiriyordu. Turun bir aşamasında bizi taş ocaklarına götürdüler. Kireç madenlerini de uzaktan görebildik. Kireç taşları her yanlarına yapıştığında ya da güneş gözlerini kör edercesine ışıdığında o ve arkadaşları durmaksızın çalıştırılıyorlardı. Hücrelerine döndüklerinde onları en iyi ihtimalle soğuk suyla yapılabilen bir duş bekliyordu. O da her zaman değil.

Dış dünyayla ilişkileri zaman zaman gardiyanlara para vererek aldırabildikleri gazete ya da kitaplardı. Fiziksel baskı yanında psikolojik bir savaş içindeydiler. Sistem mahkumların dirençlerini kırmak üzere kurgulanmıştı.

Ama olmadı. Hesapları tutmadı.

Onun gerçek adı, "Rolihlahla" idi. Xhosa kabilesindeki anlamı "ağacın uzayan dalı"ydı. Bazılarının çevirdiği gibi, belki de gerçekten, "başbelası". Cezaevinde de böyle olduğu anlatılır. Yöneticilerin gözünde sorun çıkaran mahkumdu. Yaşamı zordu. Bu zorluklar içinde "bir şiir" ona devam etme gücü verdi. Viktorya dönemi şairlerinden, İngiliz şairi William Ernest Henley tarafından yazılmış şiirin adı: "Invictus", yani "Yenilmez" idi.

Nelson Mandela, 1993 yılında Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü.

Bütün bunları bana hatırlatan her zamanki gibi izlediğim dünkü Dünya Sağlık Örgütü basın toplantısının başında yapılan konuşmalardı. Bu sefer ilk söz Güney Afrika Cumhuriyeti'nden gazeteci Sophie'ye verilmişti. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.

Dr. Tedros, Mandela'yı kabilesindekilerin seslendiği gibi "Madiba" adıyla ve şu sözüyle andı:

"Her şey ancak yapılana kadar imkansız görünür."

COVID-19 da üstesinden gelinmek için bekleyen bir "imkansız"dı ve zafer bizim olabilirdi. 

Sonra da COVID-19 pandemisindeki gelişmelerin konuşulmasına geçildi.

Söz ya da toplantıda söylenen haliyle "sahne", bir kez daha bilimin ve bilim insanlarının oldu.

Zaten bilimle yatıp bilimle kalkmıyor muyduk günlerdir? Peki, neydi bilim, ne zaman doğdu, bilim insanı kimdi?

Bilim ne zaman mı doğdu?

Gerçek anlamda kim bilebilir..

"Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?" (Ömer Hayyam)

"İnsan Nasıl İnsan Oldu?"nun yazarları İlin ve Segal'e bakarsanız, "eğer bildiğimiz ilk bilim eserinin doğduğu zamanı bilimin ilk sözü olarak kabul edersek, bu söz milattan 547 yıl önce, Yunan kenti Milas'ta söylenmiştir. 'Doğa Hakkında' başlıklı bu eseri Milaslı Anaksimandros yazmıştır." Peki ama, Anaksimandros'un bir öğretmeni yok muydu? Elbette. Öğretmeni Tales'ti. Hani şu güneş tutulmasını tutulmadan çok önce bilen adam. O da birilerinden öğrendi. Büyük olasılıkla Mısır'a yaptığı ticaret gezileri sırasında. Mısırlılar ve Babilliler o devirde yılı 12 aya, bu ayları da toplamda 365 güne ayırabiliyorlardı.

Bu böyle sonsuza kadar gider... Her bilgi diğerlerinin üzerinde yükselir.

COVID-19 salgınının olduğu bu dönemde bir kez daha bilgilerimizi üst üste koyma çabası içindeyiz.

En büyük sorunlarımızdan biri ise bilgi kirliliği.

Bilgi kirliliği en saygın dergilerde bile yaşandı. Zamana karşı yarışılıyordu ve her sunulan çok da irdelenmeden paylaşılıyordu. Bir günün harika ilacının, iki hafta sonra işe yaramadığının konuşulduğu zamanlardan geçiyorduk. JAMA'nın saygın editörü Dr. Howard Bauchner sohbetlerinden kalan bir anektod, bu son üç haftada "iki hafta dayanabilen bilgi" oldu.

Bu sizi korkutmasın. Bilim insanlarının güçlü yönü, cesaretleridir. Dün mevcut kanıtlara göre davranırken, kanıtlara eklenenler ile dün söylediklerinin bugün geçerli olmadığını söyleyebilme cesaretleri. Gerekenleri en erken zamanda insanlarla paylaşma kararlılıkları.

Uzun zamandır araştırma yöntemleri ile ilgili dersler anlatıyorum. Hemen her seviye. Lisansta ve lisansüstü-yüksek lisans ve doktora- eğitimlerinde. Orada hep bilimsel düşünce dizgesi ile başlarım. Bilim insanını başkalarından farklı yapanın anlaşılabilmesi için.

Günlük yaşamda birçok olay yaşıyoruz. Çoğumuz olan biteni sorgulamadan kabul ediyoruz. Bilim insanı ise, meşhur deyişle "sadece bakmıyor, görüyor ya da görmeye çalışıyor". Merak ediyor. Onun başına elma düşünce, alıp yemiyor sadece, 'Neden düştü, onu aşağıya çeken ne' diye sorguluyor. Hamamlarda taşan su kaplarından çoğumuzun varmadığı hipotezleri kurabiliyor. Bunu da hazırlıklı kafası ile yapıyor. "Şans, hazır kafalara vurur" der Pasteur. Bilim insanı, okuyor, araştırıyor, bakış açısını kapatmıyor. 'Olanaksız' demiyor, 'Olabilir mi' diye başlıyor.

Bu yüzden başlı başına zor bir iş. Gerçekten hakkı verilerek yapılırsa.

COVID-19 sürecinin hele de başlarında, bilim insanı olmaktan çok uzak kişileri gördük ekranlarda. Bazıları ne yazık ki, meslektaşlarım. Hayatımızda hiç duymadığımız unvanları duyduk. Bu unvanların hiçbiri Uzmanlık Tüzüğünde yer almıyordu. Sihirli otlar, iksirler ile hastalığı yenenler vardı. Bir de komplo teoriciler… Onlardan bahsedip, bir an için bile tekrar hatırlanmalarına katkı vermeyeceğim.

Bütün bu kargaşanın arasında giderek gerçek bilim insanları yer aldı. Bir yalanı sonsuza kadar sürdüremezsiniz çünkü. Unvanı, eğitimi ve daha da kötüsü söyledikleri de gerçek dışı olan bir sürü insandan sonra, salgınla ilgili gerçek uzmanlar, halk sağlıkçılar, göğüs hastalıkları uzmanları, enfeksiyon hastalıkları uzmanları gibi sahada, klinikte çalışan, okuyan, emek veren uzmanlar konuşmaya başladı.

Ve çok şükür diyordum ki...

Bir haberle sarsıldım.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala hocamız hakkında disiplin soruşturma açıldığını öğrendim.

Haber içeriğine göre, hocamız hakkında, "Koronavirüs Salgını ve Türkiye" programında yapmış olduğu açıklamaları nedeniyle "halkı yanlış bilgilendirme ve paniğe yönlendirici" açıklamalar yaptığı iddiası ile disiplin soruşturması açılmıştı.

Bu süreçte, Kayıhan Hoca'nın hemen hemen her programını izledim. Konu olan programı da. Bursa'da olguların artışından bahsediyor. Bu bilinmez bir veri değil ki. Sağlık Bakanlığı da 1 Temmuz'dan beri günlük ve haftalık olarak detaylı raporluyor, bölgeleri görebiliyorsunuz. Sayın Sağlık Bakanı'mız da her gün illeri veriyor. Bu sunumlarda Bursa da ne yazık ki hep başı çekenlerden.

Bu soruşturmanın nedenini gerçekten anlayamıyorum. Sunumların hepsinde pandemi sürecinde yapılanlar, alınan kararlar iyisi kötüsüyle en gerçekçi dille anlatılıyor.

Bilim insanları, sayılarla uğraşırlar. Pisagor'dan bu yana sayıya hakkını verip, veriyi oluşturup, ya da oluşturulmuş olanı kullanıp, karşılaştıran ve yorumlayan insanlardır.

Kayıhan hoca da her hekimin, ama en çok da Halk Sağlığı uzmanlarının bu dönemde pandemi ile ilgili görüşlerini paylaşmanın en önemli mesleki sorumluluk olmasının gereğini yerine getirmiştir. Bu paylaşım nedeni ile de kimseyi zor durumda bırakmamış, panik hali yaratmamıştır.

Soruşturma nedeni ile kaygılı mıyım? Pek değil. Bu anlayamadığım süreç bir şekilde olmuş; ama sürmeyeceği umuyorum.

Bu olanları görünce ne oluyor biliyor musunuz? Canım yanıyor.

"Bu dünya sırrını söylemez kimseye; 
Bin Mahmud'u bin Ayaz'ı serdi yere;" (Ömer Hayyam)

Öğrenilecek o kadar bilinmez,
Yapılacak o kadar iş,
Aşılanacak bebek,
Eli tutulacak gebe,
Korunacak yaşlı varken,
Ve yoğun bakımdaki bir hasta için her an değerliyken...
Bırakalım bilim insanları işlerini yapsınlar.
Araştırsınlar, öğrensinler ve elbet paylaşsınlar.

Bilim insanlarının toplumdan kopuk olmasının bedelini çok ödedik. Dünya farkına vardı. Öyle ki, şimdi araştırmalar hemen özetlenip, hastaların anlayacağı şekilde erkenden paylaşılıyor. En saygın dergilerce. Hatta sırf bu özetleri yayınlayan dergiler ya da web sayfaları var.

Bildiklerimizi hayata taşıyamazsak, ihtiyacı olanlara tam da gereksinim duydukları zamanda iletemezsek o bilgiyi bilmemizin ne değeri olur?

Merak etmeyin, bilgi halk için gereklidir. Onu paylaşarak değil, saklayarak panik yaratılır.

Paylaşılmayan bilginin sonucu ise er geç yaşanır.

Galieo eve kapatıldı da ne oldu? Dünya "yuvarlak yuvarlak" dönmeyi sürdürdü.

Bir kez daha,

Yaşadığımız toplumun, daha özgür, daha adaletli, daha eşit olması için bilime ihtiyacımız var. Dünyamızı daha iyiye, daha güzele dönüştürmedikçe, bunun için de tek yol olan bilimi kullanmadıkça, insan olmamız yarım kalır, hayallerimiz de imkansız olur.

İmkansız denilince Mandela'ya birlikte, ve elbette ondan önce Ata'mız gelir aklıma.

İkisinin de birer resmi evimin duvarında yer alır. Neden ikisi? Her ikisi de içinde yaşadığı düzene karşı durmuş ve daha adaletli, daha eşitlikçi bir düzen yaratmıştır. İmkansızı başarmıştır.

Robben Adasındaki "insan ruhunun zaferi" çiziminde, sarı bir zeminde mavilikler üzerine çizilmiş dört figür vardır. Ardışık çizimler bir öyküyü anlatır. İlki kaba saba kalın bir ağaç gövdesi gibidir. İlerleyen figürlerde bacakları, sonra da gövdeyi seçebilirsiniz. Son figürde kolları havaya yükselen bir insan figürü halini alır; başarmış özgür bir insana dönüşür.

DSÖ'nün dünkü toplantısında da pandemiden insanın zaferiyle çıkılacağını söylendi.

Bunu başarmak için de her zamankinden daha çok sorgulanması gerekenler, bilim dışı davrananlardır.

Bilimle, imkansızı aşıp, hep beraber amacımıza ulaşabiliriz. Yenilmez ruhumuzla.

Hadi "Mariba"nın şiirini hatırlayalım:

"Hangi tanrılar bahşetmişse bana
Şükrederim yenilmez ruhum için onlara
Kaderimin efendisi benim
Ruhumun kaptanı benim" - Invictus (Yenilmez)


Kaynaklar

  1. Nelson Mandela International Day-18 July.
  2. Karimi F. Nelson Mandela: 10 surprising facts you probably didn't know.
  3. İlin M, Segal E. İnsan Nasıl İnsan Oldu? Yeni Dünya Yayınları.1983.