Merhaba dostlar,
Buraya (Amerika'ya) geleli tam 1 sene 8 ay oldu. Statümden dolayı da en az bu senenin sonuna kadar buradayım gibi görünüyor. Yani Türkiye'yi ziyaret etmeyeli, ailemi, arkadaşlarımı görmeyeli uzun zaman oldu. Bu kararı alırken Türkiye'yi bu kadar özleyeceğimi hiç düşünmemiştim, işin aslı, özleyeceğimi biliyordum ama; belki de ortak kültürün insana verdiği keyfin ve konforun bu kadar farkında değildim.
Buraya geldiğimde ilk anladığım şey, 32 yaşımda olmama rağmen 6-7 yaşında bir Amerikalı çocuğun yaşama dair bilgisiyle neredeyse eşit bilgiye sahip olduğumu fark etmemdi. Yani evden dışarı adım attığımdan itibaren deneyimlediğim her şey, önceden tecrübemin olmadığı konulardı. Hâlâ alışamadığım şeylerden biri de sokaklarda yürüyen insanların olmaması mesela. Elbette bu, yaşadığınız yere göre değişir, ama herhangi bir şehrin merkezinde oturmuyorsanız, durum çoğunlukla böyle. Biz Wisconsin'in başkentinde yaşıyoruz. Herkesin bildiği Chicago'ya 3 saat uzaklıktayız. Güzel, güvenli bir muhitteyiz.
İlk yürüyüşe çıktığımda evimizin etrafındaki sokakların arasında gezmeye başladım. Büyük, epey aralıklı muhteşem evler, her yer ağaç, çimen, tertemiz... Evimize 100 metre uzaklıkta bir orman, içinde yürüyüş parkuru, Amerikan futbol sahası, basket potaları, göller... 1 saat boyunca sokaklarda, artık Amerika'da olduğumu idrak etmeye çalışarak yürüdüm. Her şey çok güzeldi; fakat bir şey eksikti. Çok önemli bir şey: insan... 1 saat boyunca ne çocuk sesi, ne korna sesi, ne bir karmaşa... Bu güzel evlerin içinde sanki hiç insan yokmuş gibi. O gün yaşadığım şok biraz şekil değiştirdi. Artık yürüyüş yaparken insan görmediğimde değil, gördüğümde tedirgin oluyorum. "Bunun burada ne işi var?"
İlk markete gittiğimde dikkatimi çeken şey ise her üründen 1347 çeşit/marka olmasıydı ve bu markaların hiçbirine aşina olmamam, hangisinin sağlıklı olup olmadığını anlamamı imkânsız hâle getiriyordu. Hâlâ tam olarak bildiğim söylenemez. Kasalarda kasiyerin yanı sıra, bir de ürünleri paketleyen insanlar var. Ödeme icin gittiginizde ilk soru "plastik poşet mi yoksa kâğıt poşet mi?" Bu arada poşetler bizim eyalette ücretsiz… Fakat ürünleri kategorilerine göre poşete koydukları için o kadar büyük bir poşet israfı var ki anlatamam. Yani mesela peceteyle peyniri aynı poşete koymuyorlar. Örneğin; farklı kategoriden 5 ürün aldığınızda 5 posetle cikiyorsunuz marketten. Tabii Türkiye'den alışkanlık, poşetleri atmıyoruz. Şimdi evimizde nereye sıkıştıracağımızı şaşırdığımız koca bir poşet yığını var.
İlk restorana gittiğimde sipariş almadan masaya su koydular. Ben de yemekle suyu bir arada tüketmem genelde. Suyu istemediğimi belirttim. Garson kız, şaşkın bakışlarını gizlemeden suyun ücretsiz olduğunu söyledi. Ben de "ücretinden değil, tüketmeyeceğim" dedim. Sinirini gizlemeden suyumu geri aldı ve masamıza ilk gelişindeki sahte gülücük tamamen kayboldu. Normalde restoranda garson arada gelip masalara sorar ya her şey yolunda mı, bir isteğiniz var mı diye, bizimki bir daha hiç uğramadı. Hesabı almaya bile gelmedi. Sadece bir vakit uğrayıp nereli olduğumu sordu, söyledim, bir şey demeden gitti. Bu davranışa aylarca anlam veremedim. Yani neyi yanlış yapmış olabilirim ki diye. Sonrasında okulumdaki Amerikalı hocaya sordum. Dedi ki "Burada masaya konan şey artık bir daha kullanılamaz olur. Yani sen tüketmesen de onun gideceği yer artık çöptür." Tabii ki bu durum garson kadının davranışına anlam kazandırmıyor; ama benim hareketim de fazla absürt kaçıyor. Sonradan dikkat ettiğimde bunu daha iyi anladım. Mesela menü aldınız diyelim, açılmamış ketçaplar, mayonezler, yoğurtlar; hiçbirini gidip "Ben bunu kullanmadım" diye geri vermiyorsunuz, hepsi çöp. Ne büyük ziyan… Burada bol bol ziyan var. Dünyanın yarısı açlıktan kırılıyor, burada porsiyonlar insanların ihtiyacının 3 katı. Hâlâ içimi acıtıyor.
Neyse çok uzattım dostlar… İki hafta sonra görüşmek üzere…
Maillerinizi bekliyorum.