Sene 2016.
Hâlâ dünmüş gibi hissettiğim o gün, babamı bir sebepten kaybettik.
Sonra zaman durdu. Hayat anlamsızlaştı. Hayatımdaki insanlar bir bir eksildi. Nefes alamadan geçen bir seneden sonra işten ayrıldım.
Üzerine kuracağım çok cümle var elbet. Ancak "duygularımı tam tarif edememek"ten duyduğum korkudan, "ne söylesem eksik kalır hissi"nden sebep şimdilik kayıp sonrası duygularımı daha fazla paylaşmayacağım. Size bugün, babamın kaybından sonra "hayata dönme" çabamın ilk adımını anlatacağım.
Dolu dolu bir hayattan, anlamsızlığa, katıksız boşluğa düşen bir hayatın içine çekildim. Alıp başımı gitmek istedim her yerden. Ve sonra…
Gittim.
Sadece herkesten değil, her şeyden, her yerden gittim. "30 yaşıma kadar" diye de sınır koydum kendime.
İlk adımımı Antalya'ya attım. Az param vardı. Onunla da çadır aldım. İlk otostopu çektim, utana sıkıla. Yanımda yolculuğumun sonuna kadar bana eşlik edecek olan Çağla ile kuzenim Cansu vardı. Hepimizin de belli ki içinde yarası vardı.
Kendimi iyileştirebilmek için önce kaybolmam gerektiğini düşünüyordum. Kayboldum. Akıllı telefon kullanmayı bıraktım. Az yedim, az içtim, çok gezdim. Çok insanla tanıştım.
Ortada bir sorun vardı, babamı kaybetmiştim. Pişmanlığım, hayal kırıklığım, isyanım had safhadaydı. Bu sorunun tek çözümü vardı: bakış açımı değiştirmek. Bunu ya psikolog yapacaktı ya da kendim...
Ben kendimi seçtim. Demek ki, 26 yaşıma kadar öğrendiklerim bu durumla mücadele ederkenki bakış açımı kısıtlamıştı. Öyleyse hiç yapmadıklarımı yapmalı, hiç görmediklerimi görmeliydim.
Yaptım, gördüm, bakış açımı değiştirdim.
30 yaşımda hayata yeniden döndüm.
İyi ki gittim, iyi ki döndüm.
Aradan geçen 4 senelik zaman diliminde neler yaşadığımı, parça parça anılarla ileride size aktarmaya çalışacağım. Belki de benim gibi ağır kayıp yaşayanların hayata yeniden dönmesini sağlarım, kim bilir…