Necdet Turhan

03 Mayıs 2020

Korona'lı günlerde engellileri anlayabilmek

"Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" deniliyor. Gönül istiyor ki engelliler içinde bu böyle olsun

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada rastladığım bir paylaşıma tebessüm ediyor ve "bu sözler üzerine bir şeyler yazılabilir." diye düşünüyorum. Çıkışan, sert tonlaması olan bu sözler bir engelli arkadaşımıza ait. Arkadaşımız özetle; "Evde kalmanın ne demek olduğunu artık anladınız mı? Sıkılıyor, bunalımlara giriyorsunuz. Korona'dan korkunuz sizi eve hapsetti ve ne yapacağınızı şaşırdınız. Şimdi anladınız mı evlerinden çıkamayan engellilerin hallerini!" diyor.

Arkadaş bizler için can alıcı bir konuya temas etmiş. Bence de evlerinden çıkamayan, çıktıklarında da pek çok sorunla karşılaşan biz engelliler hakkında düşünmek için koronalı günler bir vesile olabilir. Bu düşünüş insanlığa ve sisteme dair küresel ve ulusal sorgulamaların yapıldığı bu konjonktürde uygun düşecektir.

"Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" deniliyor. Gönül istiyor ki engelliler içinde bu böyle olsun.

Öncelikle toplumsal manada köklü bir kültürel değişime ihtiyacımız var. Bu değişim engelliler tarafından sıklıkla ifade edilen tutum ve beklentilerin gerçekleşmesini hızlandırabilir. Örneğin:

Bizlerle iletişim kurarken engelli oluşumuzdan ziyade Ahmet, Mehmet ya da Ayşe Fatma gibi bir birey, ortalama bir vatandaş olduğumuz düşünülebilir. Yaklaşımlarınız doğal olabilir ve bizlere farklı ses tonuyla, duygusal cümlelerle hitap etmeyebilirsiniz.

Engellilik öykümüze olan merakınızdan, gereksiz sorularınızdan ve bizleri film seyreder gibi merakla izlemenizden artık bıktığımızı bilmelisiniz. Bakışlarınızla engelli bireyi taciz ediyor olabilirsiniz. Doğal olmayan davranış ve gereksiz sorularınızla bizlerle birlikte dışarıya çıkan aile yakınlarımıza da rahatsızlık verdiğinizi düşünmelisiniz.

Dahası isteğimiz dışında yardım amaçlı da olsa lütfen bize dokunmayınız. "Dokunmayınız" sözüm dikkat çekmiş olabilir. Bir görme engelli olarak Bursa'da yaşadıklarımdan örnekler vererek konuya açıklık getireyim. Elde baston kaldırımda yürüyorsunuz. Ansızın bir el mengene gibi baston kullandığınız bileğinizi yakalayıp sizi çekiyor ve sarı takip bandı üzerine bastonu yerleştiriyor. Bazen hiç konuşmadan geldikleri gibi sessizce gidenler de var. Bazen de "buradan yürü" diyerek ayrılanlar oluyor. Metro merdivenlerinden iniyorsunuz. Yine ansızın arkadan bir el gelip koltuk altınızdan sizi yakalıyor. Kendi kontrolünde bir tür askı uyguluyor size. Sıkıntılı, Asimetrik bir durumdasınız. Birlikte aşağıya iniyorsunuz. Amaç yine yardım, niyet yine iyi niyet. Ama olmaz ki; İyi niyetle de olsa kaba bir iletişimle yardım edilmez ki. "Size yardımcı olabilir miyim?" demek niye akla gelmiyor. Bende bunu merak ediyorum. Evet, gerçekten de merak ediyorum. Bizleri sosyal yaşam içinde yolda, kaldırımda, kent kalabalığı içinde görenlerin düşünce kalıplarını, duygularını merak ediyorum. Yine metrodan devam edersek; vagona girdiğimizde bir vatandaşın diğerine bizi neden bir kargo paketi misali iletip "şunu bir yere oturtun." dediğini anlayamıyorum.

Yardım amaçlı olsa da nihayetinde iletişim kabalığı olarak nitelendirilebilecek bu örnekleri artırmak mümkün. Yardımcı olmak isteyenler bir taraftan da bizleri incittiklerinin farkında değiller. Bu da onların masumiyeti.

Tutumları pozitif olan ve bizleri incitmeyen, doğal davranışlara sahip vatandaşlar yok mu? Elbette var. Ancak bu kategorinin azınlık olduğunu düşünüyorum. Genel anlamda toplum engellilerle nasıl iletişim yapacağını bilmiyor ve bilmediğinin de ayırdında değil.

Kent yaşamında özgür olmamızı engelleyen mimari sorunlara da kısaca değinmeliyim. Bu sorunların çözümü için 2005 yılında çıkan engelliler yasası çerçevesindeki kapsayıcı düzenlemeler yeterince gerçekleştirilemedi. Gerçekleştirilemeyeceği de başından belliydi. Zira bir kenti modern mimariyle eş deyişle betonla tanıştığı günlerden başlayarak engellileri ve ulaşım sorunları olan diğer kesimleri gözetecek tarzda planlamadıysanız sonrasında bu iş olmuyor. Şehir planlamasından yoksun binalara, yol ve kaldırımlara, kamusal alanlara engellilerin ihtiyacı olan tasarımları uygulayamıyorsunuz. Mevcut fiziki şartlar buna elvermiyor. Yaptığınız uygulamalarda ya hatalı oluyor ya da yetersiz kalıyor. Örneğin, ben kaldırımlardaki sarı bantları çoğunlukla takip etmiyorum. Zira hemen hepsinde uygulama ve rota hataları var. Kırılmışlar, yer yer çökmüşler. Bastonumla onları takip etmem neredeyse mümkün değil. Mazallah güvenip takip etmeye kalkarsanız bir ağaca veya bir direğe de toslamanız olasılık dahilinde. Oysa uygulamaların tasarım, imalat ve denetim süreçlerinde engellilerde yer alsa ve söz sahibi olsalardı durum daha farklı olabilirdi. Artık dilime pelesenk ettiğim bir ifade var; engellileri ilgilendiren çalışmaların karar ve denetim süreçlerinde mutlaka ama mutlaka engellilerde olmalı.

Bize sıkça sorulan bir soru; "Niye rehber köpek kullanmıyorsunuz?" Bu soruya en kısa yanıtım; planlanmamış, rahat geniş cadde ve kaldırımları olmayan ve sürücülerin çoğunlukla başına buyruk hareket ettikleri yoğun kent ortamlarında rehber köpek kullanamazsınız. Geçtiğimiz yıllarda İstanbul' da rehber köpek derneği kuruldu. Ve bildiğim kadarı ile rehber köpekleri olan bir iki arkadaşta var. Ancak bu konuda ben pek umutlu değilim. Kırsal bölgelerde belki olabilir. Fakat anlatmaya çalıştığım kültürel ve mimari sorunlara sahip kentlerde bu iş çok zor. Olsa da sembolik olur. Ayrıca bu hayvanların eğitim ve bakımları oldukça pahalı ve görme engellilere rehber köpek olanağını yurt dışında çoğunlukla devlet sağlıyor.

Plansız gelişen kent ortamlarında bilhassa ortopedik engelli arkadaşlar çok, zorlanıyorlar. Toplu taşım araçlarına binmelerinde, asansör ve tuvalet kullanımlarında rampa özürlü kaldırımlarda ciddi sorunlarla boğuşuyorlar. Bazen akülü sandalyeleriyle toplu taşım araçlarına alınmadıkları oluyor. Ulaşımda en rahat ettikleri araç Metro, yani raylı sistemler. Engellilerin engeli sadece mimari ve kültürel değil. Eğitim ve istihdam alanlarında da sorunlar yaşamıyor.

2018 yılı rakamlarına göre kamu kurumlarında istihdam edilen engelli personel yaklaşık 54 bin civarında. Ancak yine 2018 rakamlarına göre çalışabilecek iki milyon engelli var. Ve her geçen yıl EKPS üzerinden ataması yapılan engelli sayısı azalıyor. (Konuya dair internet ortamında pek çok veri bulunabilir. Ancak ben rakamlardan ziyade perspektif sunmayı amaçlıyorum. Peki, çalışan engelliler ne yapıyorlar? Maalesef azımsanmayacak bir çoğunluk kurumlarında gerekli düzenlemeler yapılmadığından atıl durumdalar. İşyerlerinde boş boş oturup evlerine geri dönüyorlar. İşe gitmeyen engelliler olduğunu da biliyoruz. Yani sistemde bir sorun gözüküyor. Engelliler iş sahibi pozisyonunda olmalarına karşın üretemediklerinden mutsuzlar. Kendi aramızda yaptığımız sohbetlerde akla gelen ilk çözüm; yardımcı personel kadrolarıyla atanan engelliler için fizibilite çalışması yapılması ve nerelerde üretken olabileceklerinin ortaya çıkartılması. Bu süreçte diploma ve sertifikalarının dikkate alınarak ön eğitimden geçirilmeleri. Sonrasında da rasyonel bir yaklaşımla kurumlarına uyumlanmaları. Nihayetinde üretebilmeleri, ülkelerine katma değer sunup mutlu olabilmeleri.

Değerlendirme yapılırken diplomaların öncelikle göz önünde tutulması çok önemli. Zira, pek çok engelli kapasitelerinin atıl bırakıldığı işlerde çalıştırıldılar ve halende çalıştırılıyorlar. Örneğin biz görme engelliler için telefon santral operatörlüğü bir istihdam klasiği oldu. Bu klasikten ben de nasibimi almıştım.1994 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü'nden şeref öğrencisi statüsüyle mezun olmama karşın Asilçelik Fabrikası'nda telefon santralinde çalıştırıldım. Bir buçuk yıl sonrasında da istifa edip oradan ayrıldım.

Ve eğitim; engelli çocuklarımızı ve ailelerini en çok yoran ve bunaltan ortamlar okullar. "Nasıl olur" diyeceksiniz. Oluyor işte. Eğitimci olarak gözüken bazı okul müdürleri ve diğer idareciler sayesinde oluyor. Bilhassa kaynaştırılmış eğitimde karşımıza çıkan bir sorun bu. Sorunun adını da koyalım; "ayrımcılık." Zorluk en başından itibaren başlıyor. Örneğin görme engelli çocuklar yasal hakları olmasına karşın ikamet ettikleri semtin okuluna kabul edilmek istenmiyor. Gerekçe de şu; "Biz görme engelli bir öğrenci için ne yapabiliriz? Bilmediğimiz bir konu bu. Körler okuluna gönderseniz daha iyi olur?" şeklinde ya da benzeri bir ifadeyle daha kayıtlar esnasında ayrımcılık başlıyor. Oysa engelli öğrenci yasal prosedüre uygun bir tarzda Milli Eğitim Bakanlığına bağlı rehberlik araştırma merkezi kanalıyla o okula gönderilmiş. Sayın müdür veya idareciler ayrımcılık yapmak yerine RAM ile koordine ederek engelli öğrenciyi okullarına nasıl uyumlayabileceklerini değerlendirseler eğitimciye yakışır bir tutum sergilemiş olacaklardı. Bursa Nilüfer Belediyesi Engelliler Birimi'ndeki meslek yaşamımda birçok ayrımcılık örneğiyle karşılaştığımı belirtmeliyim. Ülke geneline bakıldığında eğitim alanında engellilerin karşılaştığı sorunlar, öyküler o kadar çok ki! Kazandığı halde konservatuara alınmayan mı istersiniz. "Benim çocuğumun olduğu sınıfta engelli olmasın." diyen veliler mi istersiniz. Otistik öğrencilerin atılmak istendiği okullar mı istersiniz. Hepsi ve daha fazlası var.

Ancak engellilere kent, iş ve eğitim ve diğer alanlarda sorunlar yaşatanların ve bürokrasinin bilmesi, unutmaması gereken bir şey var; engelli bireylerin yaşamın istisnasız tüm alanlarında yer almaları en doğal insanlık hakları. Yani engelliler imtiyaz değil, haklarını istiyorlar. Zaten bu durum Türkiye'nin de imzaladığı Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi'nde, anayasamızda ve diğer yasalar ile tanımlanıyor. Yani engelliler Engelsiz Erişim Derneği dergisine adını veren engelsiz eşit erişilebilir bir hayatı istiyorlar.

EEEH dergi için tıklayın.

Engelli rakamları için tıklayın.