Fetullah Gülen
Gazeteciler, sanatçılar, aydınlar, akademisyenler onun masalarında boy gösterdiğinde Gülen karşıtları parmakla sayılacak kadar azdı.
En umulmadık siyasetçiler kendisinden “Sayın” diye bahsederken ve geleceğin liderleri eteğinin dibinde diz çökerken Gülen cephesinde her şey yolundaydı.
Siyasal İslam'ın tehlikelerine karşı halkı uyaran aydınlar, Uğur Mumcu’lar, Bahriye Üçok’lar, Turhan Dursun’lar ardı ardına siyasi cinayetlere kurban gittiğinde Gülen ve örgütlenmesi hiç deşifre edilmemiş gibi tüm hızıyla çıtayı yükseltmekteydi.
Cüzzamın kökünün kurutulmasından, yoksul kız öğrencilerin okuyabilmesine kadar en zorlu alanlarda büyük mücadeleler veren Türkan Saylan terörist ilan edildiğinde hala Gülen geniş çevrelerde muteber bir insandı.
Bu ülkede yaşayanlar, Gülen’in vatan haini olduğuna anca eski ortakları onu vatan haini ilan edince ikna oldular. Tam olarak neye nasıl ikna olduklarını da pek sorgulamadılar.
Çünkü böylesi daha güvenliydi.
Haliyle sadece kimin suçlu kimin suçsuz olduğu değil suçun da ne olduğu asla tam olarak anlaşılamadı, Gülen meselesinin adı hiçbir zaman doğru konulmadı.
50’lerden beri dillendirilen karşı devrim adım adım gerçekleşirken ve bu ülke cumhuriyetin tepesine devrildiği gerçeğiyle asla yüzleşmemekte inat ederken daha başka bir sürü gerçeklikle de yüzleşmedi.
Tıpkı bugün yenidoğan çetesinin varlığı ve çete üyelerinin vicdansızlığı karşısında dehşete düşerken asıl gerçeklerle yüzleşmediği gibi…
Yıllardır özel bir hastaneye baş ağrısı şikayetiyle gidildiğinde, gerekip gerekmediğine bakılmadan en pahalı tetkiklerin yapılabildiği bilinen bir gerçek.
Hastanın cebinden ya da sigortadan para almak için boş yere insanların bıçak altına yatırılabilmesi kanıksanmış bir ihtimal.
Doktorların bir ilacı gerektiği için mi yoksa ilaç şirketlerinden pirim aldıkları için mi tercih ettikleri asla çözülemeyen bir muamma.
Başta hukuk olmak üzere neredeyse tüm resmî kurumlarda işler alenen rüşvetle dönerken…
Şahsi sorunların çözülmesi için iktidara yakın tanıdıklara sahip olmak yeterken…
Üstüne üstlük her yere liyakatsiz yöneticilerin atanması bu kadar sıradanlaşmışken…
Kuzuyu kurda emanet edenler kendilerini nasıl işin içinden sıyıracaklarını düşünmüyorlar bile.
Çünkü bir zamanlar “Hükümet istifa” diye bağırmanın karşılığı bugün “Cumhurbaşkanı ve bakanlar istifa” diye bağırmak.
Bu çığlığın karşılığı da muhtemelen terörist diye damgalanmak.
Netice de bu sessizliğin ve korkaklığın gölgesinde…
Hayallerindeki karşı devrimi tamamlamak ve Gülen’in ülkeyi 80’lerden beri getirmeyi hedeflediği noktaya vardırmak üzereler.
Hoca efendilerini sahte küfürlerle gömüyorlar ve daha onun cesedi soğumadan Kürt meselesini karmakarışık argümanlarla bir kez daha ortaya seriyorlar.
Artık bir anlasak iyi olacak.
Bu ülkede devamlı çözüm diye bir şeyden bahsediliyor ama hiçbir şey çözülmüyor.
Bu ülkede yıllardır darbe gibi bir şey oluyor ama hiçbir şey devrilmiyor.
Bu ülkede her gün ölüm gibi bir şey oluyor ama kimse ölmüyor.
Bu ülkede yıllardır her şey oluyor, bir tek uyanış olmuyor.
Kürtlerle Türkler, yaşlılarla gençler, laiklerle muhafazakârlar, kadınlarla erkekler, sağcılarla solcular ve yoksullarla varsıllar farklı ninnilerle hep aynı uykuya yatıyor.
Mine Söğüt kimdir? Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti. Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı. Yayımlanmış yapıtları - Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) |