Mine Söğüt

20 Mart 2025

Nurtopu gibi bir 19 Mart

Hadsiz ve kötü niyetli bir iktidarın demokrasinin zaaflarını kullanarak neler yapabileceğini yeterince deneyimlediysek, şimdi biraz da bu iktidara karşı neler yapılabileceğini deneyimlemek gerekiyor

Başımıza geleni anlamamakta direndiğimiz ve başımıza gelecek olanlara karşı hazırlıksız olmakta inat ettiğimiz bu süreçte artık yeni bir tarihi dönüm noktamız daha var.

18 Mart’ın sonrası ve 20 Mart’ın öncesi, yeni bir bir milat, 19 Mart.

Bugünden sonra neler ne yönde değişir bilmek zor olsa da geçmişe bakıp geleceği tahmin etmek mümkün.

Zira 19 Mart, 28 Şubat’ın baba bir anne ayrı üvey kardeşi gibi.

Birbirlerine hem çok benziyorlar hem de hiç benzemiyorlar.

Her ikisinin de anneye çeken ve babaya çeken farklı tarafları var. Her ikisi de değişik rahimlerde büyüdüler ama aynı tür tohumun ve benzer niyetlerin ürünü gibiler.

Bunu ispatlayamayız ama bundan emin olabiliriz.

İspatlanamayan korkunç gerçekliklerin yönettiği bu dünyada gücünü sonuna kadar kötüye kullanacak denli gözü kararmış olan bir iktidarla baş etmeğe çalışıyoruz.

Bu iktidar bu noktaya kendisini o makama taşıyan anayasal düzeni ve o düzenin yasama ve yürütme kurumlarını sabote ede ede geldi. Bu süreçte demokrasiyi Aşil topuğundan defalarca vurdu. Üniversitelerin özerkliğini elinden aldı, mahkeme kararlarını tanımadı, Anayasa’ya kulak asmadı, hukuki tehditlerle korku iklimi oluşturdu ve o iklimde bildiğini okudu.

Bizim bu süre zarfında her şeye hazırlıklı olmayı öğrenmenin ötesinde başka bir beceri geliştirememiş olmamız bir meziyet değil.

Hele hele “Daha fazla ne yapabilirler” ya da “Artık onu da yapamazlar” cümlelerini kurma ehliyetimiz artık hiç yok.

Şimdiye kadar şüphe duymadığımız şeylerden artık şüphe duymamız, bugüne kadar güvendiğimiz ne varsa hiçbirine artık güvenmemiz gerektiğini idrak vakti.

“Her şey çok güzel olacak” derken dayanaklarımız neyse, onları önce bir zahmet çöpe atalım. Olan bitenin hukukla asla açıklanamayacağı gerçeğini de cebe koyalım. Ve her şeyi açıklamanın bugün değilse bile bir gün muhakkak mümkün olacağını bir kenara yazalım.

O günün bir an önce gelmesi için de güvendiğimiz ve güvenmediğimiz şeylerin listesini baştan yapalım.

Mesela hukuk. Düzen değişene kadar güvenilmez olduğunu unutmamamız gerekiyor.

Mesela demokrasi. Düzen değişene kadar işlemeyeceğini görmemiz gerekiyor.

Mesela cumhuriyet. Düzen değişene kadar bu ülkenin adı cumhuriyet olan tek adam rejimiyle yönetildiğini inkâr etmememiz gerekiyor.

Mesela darbe. Artık ülkenin darbelerle değil, darbelerin ülkeyle imtihan edilme zamanının gelmesi gerekiyor.

Mesela direniş. Konuşmaktan korkmakla susmaktan korkmak arasında artık bir seçim yapmak gerekiyor.

Terör örgütü lideri kurucu önder olarak anılırken bir belediye başkanının terör örgütü üyesi olarak mimlendiği bir paradoksun gölgesinde, sancılı bir seçim sürecine doğru gidiyoruz.  

Görüldüğü gibi, İslami referanslarla iktidara gelenler işlerini asla Allah’a bırakmıyorlar.

Demokrasiye, hukuka ve laikliğe güvenenlerse hala her şeyi Allah’a havele ediyorlar.

Hadsiz ve kötü niyetli bir iktidarın demokrasinin zaaflarını kullanarak neler yapabileceğini yeterince deneyimlediysek, şimdi biraz da bu iktidara karşı neler yapılabileceğini deneyimlemek gerekiyor.

Bir de…

Üniversite bahçesinde toplanıp oradan Saraçhane’ye yürüyen üniversiteli gençlerin hep bir ağızdan haykırdığı gibi nihayetinde:

Hem “Gün gelecek devran dönecek; AKP halka hesap verecek!” hem de “Zıpla, zıpla, zıpla! Zıplamayan Tayyip’tir.”