Instagram'a erişimi yasaklıyorlar ama kendilerinin de dahil olduğu kalabalıkların teknolojinin sınırsız imkanlarından yararlanarak o uygulamaya dolaylı yollardan yine de girebildiğini gayet iyi biliyorlar. Yasak binbir yerden isteyen herkes tarafından kolayca delinebiliyor ama onlar ille de devam ediyorlar.
Yapmaya çalıştıkları şey sözde uluslararası siyasi bir güç gösterisi. Ama sansür silahını işaret edilen hedefe değil ülkenin kendi bacağına sıkıyorlar. Üstelik bu silahın şimdilik bir su tabancası olduğunu herkes gibi onlar da biliyorlar.
Peki bunu neden yapıyorlar? Yaptıkları yapacaklarının teminatı olsun diye olabilir mi?
Dezenformasyon yasasını boşuna çıkartmadılar. Bu yasayı en "sabun köpüğü" yerden uygulamaya başladılar. Siyasi ağırlığı diğerlerine göre daha az olan, insanların daha çok gündelik hayatlarındaki çeşitli özel detayları paylaşmak için kullandığı, neşeli videoların izlendiği, arada ticari satışlar da yapılan eğlenceli bir oyun alanını kapattılar.
Biz de bu mantıksızlık silsilesi içinde iktidarın böyle bir dili ve işleyişi rahatça uygulamasını mızıldana mızıldana izledik, izliyoruz. Karşımıza çıkan sansüre, ayarlarımızı değiştirerek direniyoruz.
Çünkü sistem buna izin veriyor. Şimdilik. Ama ya bir gün bunu da yapamazsak?
Biliyoruz ki iktidar isterse, ayar değiştirerek sansürü delmeyi de engelleyebilir. Ve yine bu iktidar isterse ülkede her türlü internet uygulamasına gönlünce engel getirebilir. Buna imkân veren yasaları çoktan çıkarttılar, donanım zaten hazır.
Birgün bu yasakları delmeye hukuksal yaptırım da getirilerse… Şu anda yarı açık cezaevi olan ülke, o zaman anında minicik bir hücre.
Şimdilik bir su tabancası olmaktan öteye geçmeyen sansür silahının bir gün uzun menzilli bir silaha dönüşmeyeceğinin ve bizi tek tek tam alnımızın ortasından vurup yere sermeyeceğinin hiçbir garantisi yok.
Bunun için yapmamız gereken en elzem şey tabii ki şu kötücül iktidarı bir an önce tahtından indirmek ve ülkenin demokratik ayarlarını hızla yenilemek.
Ama bunun kadar elzem olan bir şey daha var. Artık başımızı avucumuzun içindeki küçük ekranlara sığdırdığımız sanal dünyadan kaldırıp, gözlerimizi biraz da bizi kuşatan gerçek hayata çevirmemiz gerekiyor.
Öyle bir noktadayız ki… Sanki sesleri ekranlardan duymadıkça anlayamıyoruz. Görüntüleri ekranlarda görmedikçe algılayamıyoruz. Güzellikler karşımıza ekranda çıkmadıkça heycanlanamıyoruz
Kediler bile, sanki, ekranlarda belirmedikçe, sevimli değil yeterince.
Sanal dünyanın iletişimde sağladığı olanakların gücüne tamamen teslim olmaktan gönüllü olarak vazgeçmeyi düşünecek ve eski pratikleri yeniden kazanmak için insani ilişkilere geri dönebilecek yetilerimiz tamamen kaybolmadan, birbirimizle yüz yüze, bambaşka bir yerden ve yeniden tanışma ve haberleşme yöntemlerini hatırlamamız gerekiyor.
İşe yan yana otururken birbirimize mesaj atmayı bırakarak başlayabiliriz. Yeniden birbirimizin gözüne bakmayı, kulaktan kulağa fısıldaşmayı, birbirimizle dokunarak anlaşmayı hatırlamamız çok zor değil.
Kalabalıkların içinde kendimizi yalnızlaştırmaya gönüllü olduğumuz şu dünyada, birbirimizle yeniden ve bambaşka bir yerden tanışmaya gönüllü olursak, elimizden alınan çok önemli bir gücü, "doğal zekâ" ve "doğal duygu" ile iletişim kurma gücümüzü hızla geri kazanabiliriz.
İnternete getirilen erişim kısıtlamasına karşı eylemleri yine internet üzerinden yaptığımız sürece direniş de itiraz da ister istemez bir kısır döngünün pençesinde. Sokakların da yasaklandığı şu düzende, yeni iletişim şekilleri bulmak ve "zihinsel tüketici" olarak kaybettiğimiz gücü "zihinsel üretici" olarak yeniden kazanmanın peşine düşmek gerekiyor.
Belki de o çok konforlu sandığımız ışıklı tavşan delikleri o kadar konforlu değildir. Belki de beslendiğimizi sandığımız o dijital kaynakların bazıları da zehirlidir. Ve belki de insanın "kendi" zekâsı sanıldığı kadar geri değil, bazı durumlarda sanıldığından ileridir.
Ufukta görünen tehlike, uzun vadeli bir ev ödevi veriyor hepimize:
Hatırlamaya çalışalım, hayatında emojiler olmadan önce, insan duygularını nasıl aktarırdı birbirine?
Mine Söğüt kimdir? Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti. Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı. Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı. Yayımlanmış yapıtları - Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) |