Singapur
20. yüzyılı tanımlayan birçok temadan biri çöken imparatorluklar ve doğan ulus devletlerdir.
Ülkemizin de kuruluşunu kapsayan bu yüzyıl yepyeni bir küresel düzen; bu düzende yerini bulmaya çalışan ülkelerin tarihleri ile doludur.
Bu tarihlerin gölgesi günümüzde hala her yerde canlı…
Kuruluşunu, vizyoner bir kurucu lidere borçlu olan ülkemiz gibi; tek bir liderin vizyonu ile şekillenen Singapur, Türkiye’de daha çok konuşulan bir örnek olmalı.
1965 yılında Singapur’un Malezya’dan ayrılması (birçok anlamda atılması), Singapur yönetimi ve halkı için istenmeyen bir sonuçtu.
Kurucu lider ve Başbakan Lee Kuan Yew, televizyonda, Singapur’un artık bağımsız bir ülke olduğu açıklarken ağlamıştı:
‘Hayatım boyunca... Malezya ile birleşmeye inandım,’ diyerek sonuçtan duyduğu hayal kırıklığını halkından gizlememişti.
Ve ardından ülkesi için hayli belirsiz bir geleceğe doğru bir rota çizmeye başlamıştı.
Neredeyse 60 yıl sonra dünyanın her köşesinde demokrasiler sürekli yönetim krizinde iken Singapur demokratik başarı hikayesi arayan herkesin ortak örneği haline geldi.
2024 başladığında en büyük seçim yılı olarak anılmıştı ki ben de bu konuyu ele almıştım.
Bu yıl, 70 ülkede, 2 milyara yakın insan oy kullandı.
Tüm seçimler özgür veya adil değildi.
İnternet, liberal medyanın demokrasinin ayakta kalıp kalamayacağını sorguladığı on binlerce makale ile dolu.
Sağcı partilerin Hindistan, Amerika ve Avrupa’daki başarıları her ne kadar demokratik olsa da karşıtları için halkların liberal demokrasiyi benimsemeyen partileri seçiyor olması da bir kriz işareti haline geldi.
Demokratik sistemin en büyük düşmanı kendisi gibi.
Sistemin risk altında olması, devletlerin ülkelerini başarılı yönetemiyor, en azından seçmenlerinin beklentilerini karşılayamıyor olmasından kaynaklanıyor.
Sebepleri tartışılabilir ama bir hafta geçmiyor ki dünyanın bir köşesinde sistem bir darbe daha yesin.
Bu hafta Fransa’da hükümet çöktü, Güney Kore’de 6 saatlik sıkıyönetim ilanı başladığı anda sona erdi ve bir başka siyasi kriz başladı.
1965 yılında Singapur kurulduğunda ordusu yoktu. Düşman komşular ile çevriliydi.
Doğal kaynakları, tatlı suyu bile yoktu.
Multi etnik ülkede sürekli ırk temelli isyanlar yaşanıyordu.
2 milyonluk nüfusunun neredeyse tamamı gecekondularda yaşıyordu.
Malezya, Singapur’un geri dönmek için yalvarmasını bekliyordu.
Lee Kuan Yew ‘Hayatta kalacağız. Büyüyeceğiz. Hepsine göstereceğiz,’ dedi ve dönüşümü başlattı.
‘Dost olmak istiyorsanız çok iyi; ama istemiyorsanız da hazırız’ diyerek güçlü bir ordu kurdu.
Hayatta kalmak ilk hedefti.
Ardından bugün hala işleyen başarı formülünü uyguladı.
Çin, Maley ve Hintli halklardan oluşan ülkesinde tek bir ulus kimliği yaratabilmek için ulusal dili İngilizce yaptı.
Ortak kimlik inşa ederken, küresel ana dili haline gelen İngilizce kendi ülkesinin de ana dili oldu.
Zorunlu entegrasyon politikası uyguladı.
Etnik grupların ayrı yaşamasına izin vermedi. Kota uygulamasıyla, her mahallede, hatta her binada 3 büyük etnik grubu zorla bir arada yaşattı.
Bütün gecekonduları yıktı ve yerlerine kamu evleri inşa etti.
Büyük çapta sosyal mühendisliği empoze etti.
Kendisi halkının özel hayatını ihlal ettiğini kabul ediyordu.
En ünlü sözlerinden biri ‘Eğer Singapuru süresiz yönetip, yönetilenlerin görüşünü sormazsam, ülkeyi onların çıkarlarına göre çok daha etkili bir şekilde yönetebileceğimden eminim,’ di.
Batı dünyası onu diktatör olarak etiketledi.
Ancak o yaptıklarına halkını ikna etti.
Eğitimde bir devrim yarattı.
Herkes İngilizce eğitim gördü. Ve teknoloji veya mühendisliğe odaklanıldı.
En iyi öğrenciler yurt dışında eğitildi
Öğretmenler kamuda en yüksek maaşı kazanıyorlardı.
Başarıyı teşvik etmek için kültürü hem değiştirdi hem de ödüllendirdi.
Ekonomik stratejisi geleceğe açıktı.
Büyük uluslararası şirketlerin ülkesini istismar edeceğini değil, ülkesini geliştireceği inancı ile davet etti.
Onlara çalışkan, kalifiye bir iş gücü sundu.
Dünyanın en iyi limanını inşa etti.
Yolsuzluğa karşı 0 tolerans, dedi ve uyguladı.
Zorla çalışanlarının maaşlarının bir kısmını birikime yönlendirdi
Ve küresel ticaret dalgası ile ülkesi görülmemiş bir hızda gelişti.
Formül aslında çok basitti.
Ülkesini ideolojik değil, pragmatik bir şekilde yönetti.
1990’da kişi başına düşen GSYİH 1500 dolardan 22 bin dolara çıktı.
Nüfusun yüzde 75’i gecekondudan çıktı, yüzde 90’ı ev sahibi oldu.
Okuma yazma oranı yüzde 50’den yüzde 95’e çıktı.
Bugün kişi başına gelirde dünyanın üçüncüsü!
Dünyanın en iyi eğitim sistemlerinden birine sahip!
Batı’dan daha yüksek hayat kalitesine sahip.
90. doğum gününü Singapur Mecliste kutlarken onu dinleyen genç liderlere son bir uyarıda bulundu.
‘Singapur temiz ve dürüst kalmalı, buna siyasetçiler örnek olmalı.’
Önceliklerinde demokratik idealleri yoktu.
Yine de ülkesinin refahını ve güvenliği misyon edinip, yeni bir kimlik kurarak, demokrasisi en iyi işleyen ülke haline geldi.
Singapur otoriter yaklaşımının en büyük ironisi, dünyanın en sağlıklı demokratik ülkesini kurmuş olması olabilir.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |