Son yıllardır, özellikle polarize olmuş Batı ülkelerinin toplumlarında, kültürel konularda agresif tavır almak ve histeri normalleşti.
Bu polarizasyonun en belirdiği anlar ise ‘yeni’ düşünce akımlarının inanca dönüşmesi ile gerçekleşiyor.
Ayrıcalıklı sınıflar için farklılık dürtüsü, kendini kitlelerden ayırma arzusudur. Bu onları seçkin ve ‘hak savunucusu’ illüzyonu yaşayan ‘ilerici’ bir topluluğun parçası yapar.
Böylece kendilerini ayırmanın bir yolu olarak; erdem sinyali verirler.
Amaç bir sorunu çözmek değil, ilerici inancı göstererek itibar elde etmektir.
20. yüzyılda yaşamış Fransız sosyolog Pierre Bourdieu, 'Ayrım' adını verdiği kitabında ‘kültürel sermayeden’ söz eder.
Zamanının elitlerinin; şarap, sanat, tarih, coğrafya, mobilya, egzotik seyahatler hakkındaki karmaşık ve gizli bilgiler yoluyla edindikleri yüksek statüleri anlatır ki bunu yapmak hala revaçta...
‘Kültürel sermaye,’ günümüzün yeni moda ve belirsiz inançlarında kendini giderek daha fazla gösteriyor.
2019 yılında bu tarz inançlara ‘lüks inanç’ ismi verildi.
Lüks inançlar, desteklenen fikirlerin inanç sahibi tarafından bir bedele mal olmadığı, fakat aynı ayrıcalıklara sahip olmayan insanlar için ise büyük maliyete bedel olan inançları tanımlıyor.
Bunlarla ilişkilendirilen fikirler, en yüksek maliyeti yoksul çoğunluğa yüklüyor.
Tabirin sahibi Rob Henderson, yarı Kore, yarı Meksika asıllı bir Amerikalı.
Annesi Güney Kore'de istikrarlı, orta sınıf bir aileden olmasına rağmen Kaliforniya'da seks ve uyuşturucu batağında kayboluyor.
Çocukluğunu koruyucu ailelerde geçiren Henderson, aynı bataklığa düşmeden kendisinden çok daha ayrıcalıklı öğrenciler ile Yale Üniversitesinde okuyor.
Yale’deki üst sınıf arkadaşlarını izleyerek tartışmaları başlatan ‘Lüks İnançlar’ kitabını yazdı.
Henderson, "üst sınıf" terimini geleneksel anlamından ziyade yüksek maaş kazanan üst orta sınıf profesyoneller için kullanıyor.
Üst sınıflar kendilerine güçlü güvenlik sağlayan dokunulmaz alanlarda yaşar.
Kapitalizmin gelirleriyle iyi hayatlar sürenlerin, materyal zenginliği küçümsemeleri lüks bir inançtır.
Özel eğitim gören çocukların komünizm fikrini alkışlamaları veya ebeveynlerinin devlet okullarına gitmeyi onore etmeleri lüks bir inançtır.
Üst sınıflar, askerlik hizmetine hayranlık duyar, ancak kendi çocuklarını askere yollamazlar.
Steve Jobs, çocuklarının iPad kullanmasına izin vermiyordu.
Video oyunları yapan başla bir ünlü girişimci, kızlarının oyun oynamasına izin vermemesiyle övünüyordu. Ki yoksul aile çocukları, zengin çocuklarına göre günde iki saat daha fazla ekran karşısında vakit geçiriyor.
BLM protestoları ile popülerleşen polise sağlanan fonların kesilmesi veya Kaliforniya’da Amerikan ‘sol’ yöneticilerin mağaza hırsızlığının suç kapsamından çıkarılması fikirleri üst sınıfları çok etkilemez. Fakat asayişteki artış alt sınıflara kâbus olarak döner.
Tabii bir kültürel akım Batı’da yayılınca, ülkemiz dahil birçok yerde barınıyor ve yayılıyor.
Amacım bu fikirlerin hiç değeri olmadığını savunmak değil.
Materyal zenginlik elbette her şey değildir.
Özel eğitim ile insanın çocuklarına ellerinden gelen en etkin şekilde hayata hazırlamak istekleri doğaldır.
Modern çağda çocukların ekran önünde geçirdiği saatler gerçekten kaygı verici.
Fakat bu inançların doktrin veya din gibi asla tartışılamaz bir üslupla ve bu inançları paylaşmayan insanların ahlaki değerlerinin olmadığı gibi iddialar ile bastırmaya çalışan entelektüel bir yobazlık söz konusu olmakta.
Henderson'a göre en zararlı lüks inanç, kadın-erkek ebeveynli aile modasının geçmişte kalması fikri:
“60'lı yıllardan başlayarak, evliliğin geçerliliğini yitirmesi, açık evlilikleri veya tek ebeveynliği teşvik çok yaygınlaşmıştı. 1970'lerde bir nevi cinsel devrimin ardından boşanma ve özgür aşk hızla yükselmişti. Ancak 1980'lerde üst sınıf; eğlencesine rağmen, bunun aile yapısı için en uygun yol olmadığını fark etti. Huzur buldukları geleneksel evlilik yapısı geri döndü. Alt sınıf içinse durum asla düzelmedi. Aileler parçalanmaya devam etti. Bugün ABD ve Birleşik Krallık'ta yoksul bölgeleri ziyaret ederseniz, iki ebeveyn tarafından yetiştirilen bir çocuk görmek sıra dışıdır. Bu büyük bir sınıf farklılığıdır.”
Benzer bir şekilde, ırk ve azınlık konularını da ele alan Henderson’a göre;
“Artık herkesin ırkının, ten renginin ve cinsel yöneliminin her zaman farkında olmamız gerekiyor. Kimlikleriyle ilgili en önemli durum budur ve kabul etmeniz ve sadakat göstermeniz gerekir. Oysa benim büyüdüğüm yerde insanlar kör değildi; farklılıkları ve olanları olduğu gibi görebiliyordunuz. Ama öncelik bu değildi. Daha çok, hepimiz bir bakıma fakiriz, ailelerimiz aynı görünüyor, hayat bir nevi angarya ve hepimiz günü gününe idare etmeye çalışıyoruz, mücadelesi yerleşikti ki kitlelerin gerçekliği budur.”
Henderson, belki çok insanın düşündüğü ama fikrini söyleyemediği bir konuda Pandora’nın kutusunu açtı.
Bu tartışmalar ‘kültür savaşları’ olarak da bilinen toplumsal polarizasyonda yeni cepheler açmakta.
Fakat farklı görüşe sahip olan kesimler arasındaki uçurum sadece büyüyor.
Etkileri çok zaman geçmeden bizim ülkemizde de görülecektir.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |