Geçtiğimiz günlerde Bolu’ya yolum düştü.
Çok rastlantı olarak, farklı siyasi kimliklerdeki şehir sakinlerinin (çöp atma cezası ödeyenler dahil) belediye başkanına sıra dışı güvenlerine tanık oldum.
Şehir, Türkiye’de nadir görünen derecede temizdi.
İhaleler, işe almalar, canlı ve kamuya açık yapılıyordu.
Kayıtsız göçmenler şehre alınmıyor, imkânlarda öncelik şehrin yerlilerine veriliyordu.
Kreşler, yaşlı bakım evleri her an denetimine açıktı.
Yiyecek satışlarında hijyen ve kalite çok sıkı denetleniyordu.
Ancak ulusal ve sosyal medyada; şehri yöneten Başkan Tanju Özcan fikir birliğiyle “faşist” olarak adlandırılıyordu.
Bir şehrin mucize yaratmış başkanının kendi partisi tarafından bile faşist olarak tanımlanması oldukça ilginç...
“Faşizm" kelimesi eskiden ağırlıklı olarak tarih derslerinde veya rejim analizlerinde karşımıza çıkardı.
İdeoloji, terimin doğum yeri olan İtalya'yı, ardından Avrupa'nın diğer bölgelerini kasıp kavurdu.
1. Dünya Savaşı'nın dehşeti ortasında "faşist" kelimesi tarafsız bir tanımlama olmaktan çıkıp bir hakarete dönüştü.
Faşizm kelimesini hak etmek için eskiden diktatör olmak, siyasal şiddet uygulamak veya savaş çıkartmak gerekirdi.
Aşırı sağcı veya şiddet yanlısı grupları tanımlamak için de kullanıldı, otoriter sosyalist rejimleri de…
Bugünlerde ise kelime, gevşek bir şekilde ortalıkta dolaşıyor ve genellikle kime muhalif iseniz, onun siyasi kimliğini itibarsızlaştırmaya yönelik bir lakap olarak kullanılıyor.
Deyim siyasi alanda da favori bir sıfat haline geldi.
Kendisini sol politikada tanımlayan birçok kişi, dünyanın her yerindeki muhafazakâr ve sağcı liderlere bu terimi yakıştırmakta.
En keskin örnekleri Amerika’da Trump, Avrupa’da ise İtalya Başbakanı Meloni oldu.
ABD seçim sonucunda Demokratlar şaşkınlığa uğradılar.
Çünkü Trump azınlıklardan ve kadınlardan yüksek oranda oy aldı – Demokratlara göre bunlar ‘faşizme’ karşı durması gereken gruplar idi.
Demek ki faşizm yapışmamıştı.
Sormamız gereken soru niye yapışmıyor?
Trump’ın, faşizm kelimesini hak edecek kadar, hele ki darbe yoluyla devletin devrilmesini isteyen bir ideolojiye sahip olduğuna dair hiçbir kanıt görünmüyor.
Örneğin yabancı askeri işgalleri Amerika'yı tekrar harika yapmanın bir yolu olarak benimsemediği gibi, askerleri eve getirmeyi vaat etti.
Buradan bakıldığında Trump dünyanın kalanındaki en sert solcularla aynı görüşte.
Soldaki insanlar faşizmi gerici düşüncenin son noktası olarak; sağdaki insanlar ise devlet totaliterliği olarak görmekte.
Tarih her iki tarafta da aşırılığın tehlikeli biçimlerine aşina...
Bu nedenle faşist ifadesinin kullanılmasının daha derin, daha uğursuz nedeni; haksız ve adaletin sağlanamadığı 'kötülük' alanında’ doğal bir koltuk bulması oluyor.
Muhalefet ne zaman kendisini göz ardı edilmiş hissederse, faşizmin bazı unsurlarıyla (en azından) tematik bir uyuma işaret eder.
'Faşizm' terimini enerjik bir şekilde 'yeniden şişirmek'; ona tarihsel özünü kazandırmak için, kamusal söylemin; kaba cehalet, paranoya veya Makyavelist siyasi yorumcuların entrikalarından doğan bulanık düşüncelerle domine edilmesi gerekiyor.
Kavram, tarihsel ve anlamsal değerlerinden boşaltılıyor.
Gerçekte içinde bulunduğumuz dünyada; klasik sol ve sağ tanımları kalmadı.
Eskilerde ‘devlet şu kadar büyük ya da küçük olmalı’, ayrım çizgisiydi.
Şimdi ideolojileri ayıran şeyler kimlik veya dini politikalar, aile değerleri taraftarlığı ya da karşıtlığı, cinsiyetsizlik gibi uç konular…
Özü itibarıyla Batı’da sol ideoloji çok radikal bir yere vardı ama bunu farkında olmadan, kendi ideolojileri siyasi merkezmiş gibi davranarak, ‘makul’ insanların kendilerine oy vermemelerine şaşırmaktalar.
Örneğin İtalya Başbakanı Meloni’ye, ‘neo-faşist ve İtalya için tehlike,’ denildi.
Kampanya sloganlarından biri, Mussoli’nin de kullandığı, "Tanrı'yı, Anavatanı ve Aileyi savunuyoruz" idi.
Ancak, siyasi pragmatizmi konuşmalarını dinlemeyen birçok sol görüşlü insanı şaşırttı.
Faşizm suçlamaları bir karşılık bulmadı.
Meloni için cinsiyet ve aile sınırlarının savunulması, Brüksel'den gelen bürokratik aşırılıklara ve küreselleşmenin homojenleştirici güçlerine karşı savunmaya çalıştığı İtalyan ulusal kimliği ve sınırları gibi...
"Şimdi kimlik belgelerimizden 'baba' ve 'anne' kelimelerini kaldırmak istiyorlar. Çünkü aile bir düşmandır, ulusal kimlik bir düşmandır, cinsel kimlik bir düşmandır...” konuşmasının İtalya’da çok yankı yaptığı hatırlanırsa, faşist olup olmadığı sorusuna kafa yormaktansa, Meloni'yi 21. yüzyıl sorunlarına yanıt veren sağcı bir popülist olarak görmek daha yerinde olur.
Tıpkı Tanju Özcan gibi...
Sundukları şey esas olarak merkez seçmenlerin de savunduğu; ortalama erdemi ve geleneksel kimlik biçimlerinin savunulmasıdır.
Küresel olarak gençlik kültürü, sol tarafından domine edilse de bu politika bilinenden çok daha güçlü bir kalabalık tarafından destekleniyor.
Seçkin aşağılaması, sadece merkezin desteğini sessizleştiriyor.
Seçim sonuçlarına şaşkınlığın nedeni, bu kadar basit.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |