Donald Trump - Joe Biden
Bu hafta herkesin Amerikan başkanlık tartışması üzerine yorum yapacağını bilerek konuya hiç bulaşmak istemiyordum. Fakat kendimi tutamadım.
Genel prensip olarak siyasi liderlerin yönetmek istedikleri halklarının önünde düşüncelerini paylaşmalarını, savunmalarını ve medeni bir şekilde tartışmalarını sağlıklı bir gelenek olarak değerlendiriyorum.
Ama bu prensibin işleyebilmesi için siyasi liderlerin takdir görecek bir kalite ve seviyede olması gerekiyor.
Amerika'daki bu tartışma adeta bir utanç kaynağıydı.
Herkesin odaklandığı konu, Joe Biden'ın akıl sağlığının adaylık veya başkanlık için uygun olup olmamasıydı.
Biden için bahane sunmaya çalışanlar Donald Trump'ın yalan söylediği veya sorulara cevap vermediği yönünde propaganda yaptılar.
330 milyondan kişiden oluşan, dünyanın en zengin, en güçlü ülkesinden çıkabilecek en iyi aday gerçekten bu ikisi mi?
Perşembe gününün travmasını atlatınca, daha temel bir soru kafamı kurcalamaya başladı…
Devlet adamı olarak nitelendirilebilinecek siyasi devler nereye kayboldular?
1892 yılında, ABD Meclis Başkanı Thomas Brackett Reed "Devlet adamı, başarılı bir siyasetçi vefat edince verilen ünvandır," diye yazmıştı. Bunu okuyan muhalif biri, "O halde niye ölmüyorsun?" diye karşılık verse de bu tanım çeşitli şekillerde birçok kere tekrarlandı.
Barındırdığı güçlü mizaha rağmen, doğruluk payı var.
Bu statüye sahip olmak çoğu zaman siyasi başarı gerektirir.
Eminim herkesin başarılı bir siyasetçi için ayrı bir tanımı vardır. Özellikle modern çağda, hayal edilemeyecek kadar bilgi yönetebilmek, etraflarında doğru insanları bulundurmak, onları motive etmek, halk ile iletişim hatta düşmanları ile bile diyalog kurabilmek bu tanımlarda yer almalıdır.
Başarılı siyasetçilerin ajandalarını ilerletmek için doğru zamanlamayı okuyabilen üstün içgüdüleri vardır. Değişim imkânı olmadığında, limitlerinin de farkındadırlar.
Fakat devlet adamı (ve elbette kadını) tanımlaması zor bir sıfat.
Siyasi kültür, kamu politikaları, toplumsal hafıza ve yönetimi uzun süre kendi vizyonuna göre şekillendirebilmek neredeyse şart.
Ama yeterli değil!
Bugün dünyada bu tanıma uyan devlet başkanları ve bakanlar bulunmakta.
Fakat bunun ötesine giden bir tanımdan bahsediyoruz.
Elbette Platon'un "Devlet" veya Cicero'nun "Cumhuriyet" eserlerinden alıntı yapabiliriz. Fakat çok da akademik bir tanıma ihtiyaç duymuyorum.
Benim tanımlamak için tercih ettiğim özellikler üç kriterden oluşuyor:
- Ülke çıkarlarının en önde olması: Siyasetçiler güç elde etmeye odaklıdır. Onlara kısa sürede en fazla oy kazandıracak pozisyonları savunur, sözleri verirler. Prensipleri pazarlığa açıktır. Devlet adamları (veya elbette kadınları) ülkelerini kendi çıkarlarının üstüne yerleştirir. Zor da olsa, popüler olmasa da doğru olduğuna inandıkları kararları alırlar.
- Uzun vadeli bakış açısına sahip olmak: Siyasetçiler kısa dönem hedeflere odaklanır. Devlet adamları uzun vadeli düşünür. Siyasetçiler bir sonraki seçime göre hesaplarını yaparken, devlet adamları gelecek nesiller için ülkenin çıkarlarını planlar.
- Siyasi çizgilerin dışında tanımlanmak: Siyasetçiler kendi ideolojilerinin dışına çıkamazlar. Seçmen kitlelerine hitap edebilmek için hareket alanları sınırlıdır. Devlet adamları bu bariyerleri aşıp, halk nezdinde temel değerler üstünde de söz sahibidirler.
Tarihi örnek düşünün denince dünyanın her köşesinden tarihi örnek bulmak mümkün.
Kendi ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk, Almanya'da Otto von Bismarck, Hindistan'da Mahatma Gandhi, İngiltere'de Winston Churchill, Güney Afrika'da Nelson Mandela, Amerika'da Abraham Lincoln, Singapur'da Lee Kuan Yew ve daha birçok ülkede, tarihin çeşitli dönemlerinde bu kriterlere uygun birçok lider söz konusu.
Bu her zaman doğru kararlar verdikleri, geleceği doğru okudukları, hatta ahlaki olarak rol model oldukları anlamına gelmiyor. Ama toplumlarının her kısmında hürmet gördükleri ve kendi ülkelerinin tarihlerine damgalarını vurdukları tartışılamaz.
Günümüzde ise bu tarz örnekleri sıralamak giderek zorlaşıyor…
Yazı girişinde sözünü ettiğim cümle kurmakta zorlanan ABD adaylarının yanı sıra ya Macaristan'da Orban, Hollanda'da Wilders gibi popülistler, Rusya'da Putin veya Çin'de Xi gibi kendi güçlerine tutunurken ülke çıkarlarını göz ardı edenler ya da Obama veya Macron gibi devlet adamlığına soyunan ama somut bir başarıya sahip olmayan liderler ile karşı karşıyayız. (Elbette istisnalar var ama azınlıkta oldukları kesin.)
Mısırlı eski bir bakana bunun sebebi sorulduğunda; bir ülkenin kuruluşu, özgürlüğünün kazanılması veya köleliğin sonlandırılması gibi tarihi anların çok nadir yaşandığını, yaşadıkları dönemlerin olağanüstü olduğunu belirtmişti.
Ama bu insanların takdir edilmelerinin sebepleri gerçekten sadece tarihi başarıları mı yoksa o süreçlerde ülkelerini nasıl yönettikleri ve yaşadıkları mı?
Belki de fazla acımasız bir analiz ama 21. yüzyılın ilk çeyreği sonlanmaya yaklaşırken sanki devlet adamlarını soylarının tükenmekte olduğu bir dünyaya doğru gitmekteyiz gibi hissediyorum.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |