Çocukların haklarını koruyan yasaların olmadığı bir dünya hayal edilemez gibi görünüyor. Oysa çocuk haklarına ilişkin uluslararası sözleşme kabul edileli yüz yıl bile olmadı.
Dilimizde çocuk, 'çuçak' (cüce-her şeyin küçüğü) kökünden, Batı'da, "konuşmayan" anlamına gelen Latince infans'tan gelmektedir.
Antik Çağ'da kimse çocuklara özel bir koruma sağlamayı düşünmemişti. Antik Yunan'da babaların, ırkı korumak için 'kusurlu' çocuklarını öldürmeleri doğaldı.
Orta Çağ'da biraz ilerleme oldu ve çocuklar "küçük yetişkinler" olarak kabul edildi. Ancak 'küçük yetişkinlerin' yaşı bir kültürden diğerine değişiyordu.
Modern çağda ise çocuk dediğimizde, kendisini korumanın hiçbir yolu olmayan, savunmasız müstakbel bir yetişkinden söz ediyoruz.
1870'de, ABD'de üvey ailesi tarafından ağır şiddete uğrayan 8 yaşındaki Mary Ellen Wilson davası, ulusal dikkatleri çocuk istismarına çeken ilk olaydı.
Küçük kızı "Çocukların tıpkı hayvanlar gibi aynı yasal koruma hakkına sahip olduğu" teziyle Hayvanlara Eziyeti Önleme Derneği savunmuştu.
Ürkütücü ancak ironik bir tarihsel gerçek olarak, çocuk istismarının kültürel temellerinin karmaşıklığından ötürü yasal koruma, hayvanlara çocuklardan çok önce verilmişti.
Sanayi Devrimi döneminde çocuk işçiliğine karşı yapılan ıslah, çocuk hakları alanında bilinen ilk harekettir.
Charles Dickens'in eserleri (Oliver Twist ve David Copperfield), çocuk işçiliğine dair ilk modern edebi referanslardı. Sonunda, Avrupa tüm çocuklar için eğitimi zorunlu kılan yasaları kabul etmeye başladı.
Uluslararası toplumun, çocuk istismarının küresel bir endişe olduğunu anlaması için bir dünya savaşı gerekmişti.
İngiliz kadın reformist Eglantyne Jebb'in 1920'de savaş yetimleri için kurduğu Save the Children dünyanın ilk çocuk hakları STK'sıdır.
1924'te Cenevre Bildirgesi'nin kabul edilmesiyle çocuk hakları resmi olarak tanındı. Bununla birlikte, modern zamanlarda istismara uğrayan çocukların sayısı hâlâ çok endişe verici.
Modern çağ, ortak kabul görmeyen ebeveynlik varsayımlarını tanıma ve yeniden düzenleme konusunda büyük bir zorlukla karşı karşıya. İnançların değişemezliği ve kültürel direnç aşılamıyor.
1997'de ABD'de restoranda yemek yerken çocuklarını bebek arabasında bırakan Danimarkalı bir çift tutuklanmıştı. Danimarkalılar için doğal olan bu davranış, ABD'de çocuklara karşı işlenen suç kapsamındaydı. Bu çatışma, ortak değerlere sahip olduğu düşünülen iki "Batılı" ülke arasında yaşandı.
Tarihsel olarak ebeveynler (ve toplumlar) çocukları kazanç kapısı olarak kullandılar. Filistin'de çocukların savaş kalkanı olarak kullanılması dünyanın çoğunluğu tarafından saygı görmektedir. Karayipler ya da Tayland'da küçük kızların seks turizminde kullanılması çoğunlukla aile onayı ile uygulanır.
Hindistan, Pakistan, Bengaldeş, Nijer, Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Mali'de kızların ergen olmadan önce evlenmeleri gelenektir. Dünyada, bugün hayatta olan 650 milyon kadın 18 yaşına gelmeden evlenmiş durumda.
Çoğu gelenekte cinsel etkileşim, erkeğin her zaman istediği ve kadının mutlaka kaçınması gerektiği bir erkek-kadın mücadelesi olarak görülür. Bu anlayış erkeklerin bir kez tahrik olduklarında kontrol edemeyeceklerine dair algı ve erkeklerin daha genç dişileri avladığı bir orman yaratır.
Erkekler tarafından cinsel tacize uğrayan erkek çocukları ise eşcinsel kimlikle damgalanıp, susturulur.
Kültürel utanç aynı zamanda kötüye kullanımın en güçlü zırhıdır.
Cinsel istismarının tanımı karmaşıktır ama "çocuğun bir yetişkin tarafından cinsel tatmin için kullanılması," kabul görmektedir.
Evlilik sınırları içindeki tüm cinsel davranışların meşru kabul edildiği istismarları tartışmak daha da zordur.
Müslüman toplumlarda, cinsel eylemlerin kabul edilemezliği değil, evlilikle meşrulaştırılıp meşrulaştırılmaması tartışılır.
Peygamberin evliliği, bazı din adamları tarafından çocuk evliliklerine onay veren geleneğin sürdürülmesine örnek olarak kullanılmaktadır.
Çocuklara karşı ruhani cinsel istismar kutsal duvarlarla korunduğunda çok daha güçlü bir organize istismara dönüşür.
Çocuk istismarı tüm yeryüzü toplumları tarafından paylaşılan talihsiz ve dehşet verici bir trajedidir. Çoğu zaman, dini değerler, yapılanları meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Kültürel ağzı sıkılık istismar gizliliğinin nasıl korunduğuna güçlü bir kanıttır.
Kültürü olmayan bir toplumun öldüğü söylenir. Ne yazık ki, başta kız çocukları olmak üzere çocukların fiziksel ve psikolojik sağlığını ve bütünlüğünü aşındıran uygulamalar bu perdenin arkasında canlı kalıyor.
Uluslararası hukukta istismar veya kötü muamele tanımları, bir toplumda kültürel değer ve inançlarıyla çatışıyorsa çocukların işi çok zor demektir.
Ulusal politikalar, geleneği değiştirme potansiyeline sahip olsa da çocuk istismarı ulusal değil kültürel temsildir.
Oy aldığı toplumun en köklü inançlarını değiştirme cesareti bugünün popülist politikacıları açısından mümkün görmüyor.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |