Donald Trump
Amerikalılar ülkelerinin olağanüstü olduğuna inanırlar.
Fakat bu hafta seçim sonuçları ile olağan küresel trende uyduklarını gösterdiler.
Temmuz ayında Birleşik Krallık seçimlerini ele aldığımda, sonuçların seçmenler tarafından İşçi Partisi’nin platformuna destek olarak değil, yönetimde olanları cezalandırmak olarak yorumlanması gerektiğini yazmıştım.
Bu sadece İngiltere için geçerli bir yorum değil.
Bu yıl Bostwana’dan, Hindistan’a, Kuzey Makedonya’dan Güney Kore ve Güney Afrika’ya kadar dünyadaki çoğu büyük seçim yönetimde olan partilere karşı bir başkaldırmaydı.
Trendler önceki yıl Arjantin’de Milei, Polonya’da Tusk’a yaradı.
Küresel anlamda sağa veya sola bir kayış olmadı.
Mevcut düzenlere karşı bir akış oldu.
Avrupa Birliği Parlamenter seçimleri kıtada birçok popülist partinin olan güç dengelerini bozduğu başka bir akımı daha öne geçirdi.
(Elbette istisnalar var. Meksika’da Hükümet partisinin zaferi, Latin Amerika’da yapılan özgür seçimler arasında yönetimdeki partinin kazandığı nadir seçimlerden biriydi.)
Amerika da çok farklı değildi.
Bu seçim kampanyasında Kamala Harris’in birçok hatası oldu.
Ekim’deki ilk röportajlarından birinde yarı başkan olduğu 4 yıl boyunca Başkan Biden’dan farklı ne yapmak isterdi diye sorulduğunda, tek bir örnek verememesi bu isyankâr taban tarafından hoş karşılanmadı.
Kamala Harris neredeyse her yerde Başkan Biden’dan daha kötü bir sonuç aldı.
Büyük şehirlerden kırsal alanlara, Cumhuriyetçi kalelerden Demokrat bölgelere kadar neredeyse her seçim bölgesinde 4 yıl önceki başarı seviyesini yakalayamadı.
Harris kampanyası ve destekleyen Amerikan düzeninin elit kurumları ve bireyleri, modern sol hareketlerde artık kemikleşmiş kimlik politikaları ile Amerikan halkını etnik grup veya cinsiyet gibi kimliğe dayalı olarak aynı şekilde düşünen bloklar olarak değerlendirip siyasi varsayımlar yapabileceklerini, dolayısıyla seçimi kazanabileceklerini düşündüler.
Ana medya kanalları Trump’ı hem faşist hem de zorba olarak nitelendirdi.
Oysa 2016 yılında farklı eyaletlerin ‘çalışan’ sınıfları ile yeni bir koalisyon kurarak seçimi kazanan Trump, bu sefer kadınlar, Latin kökenli ve siyah Amerikalı seçmenlerden de ciddi oranda oy alarak önceki koalisyonunu büyüttü.
Kimlik politikalarını körükleyen aktörler büyük hezimete uğradı.
Liberal Amerikalılar kürtaj konusundan dolayı kadınların büyük oranda Trump’a oy vereceğine inanmak istemedi.
Yasa dışı göçü ve Meksika sınırında dev bir duvarı seçim kampanyasının en önemli konularından biri haline getiren bir adayın, Latin kökenli seçmenlerden büyük oy alabileceğine veya siyahi Amerikalıların ‘renkli’ bir kadın aday dururken beyaz bir milyardere oy vereceklerini kabullenemediler.
Anketlerde siyahi Amerikalı erkeklerin büyük kısmının Kamala Harris’i desteklemediğini gören eski Başkan Barack Obama kendisine büyük oranda oy veren bu bloku hedef alan bir konuşmasında Harris’i desteklememelerinin kabul edilemez olduğunu adeta öğrencilerini azarlayan bir öğretmen tonunda dile getirdi.
Buna cevaben, 2020 yılında siyahi oyların yüzde 10’unu alan Trump, bu seçimde bu bloktan aldığı oyları iki misli arttırdı.
Dünyanın birçok köşesinde gerçekleşen diğer seçimler gibi bu seçimde de ülke elitleri milyonlarca seçmenin oy verdiği bir adayın destekçilerine aptal muamelesi yapmanın, ırkçı, cinsiyetçi, cahil ya da neye oy verdiğini anlamayan insanlar olarak nitelendirmenin sonuçlarının, bu tabanı kendilerine daha da düşman edeceğini anlayamadılar.
Sonuç itibariyle seçmenlerin çoğunluğu, inanmasalar bile sisteme karşı olarak gördükleri adayı bütün engellere rağmen yeniden başkan olarak seçtiler.
Amerika’daki seçim birçok sebepten dolayı oldukça önemli.
Dünyanın en büyük ekonomisi.
İklim değişikliği ile mücadeleden, küresel enflasyona kadar her türlü konu ile mücadelede rol edinen bir ülke.
Ukrayna ve Orta Doğu’da barışın (veya devam eden bir savaşın) anahtarı Amerika olacak.
Çin ile olan rekabeti yeni yüzyılın jeopolitik düzenini belirleyecek.
Fakat daha az konuşulan Amerika’da gerçekleşen kültürel akımların dünyanın kalanını nasıl etkilediği.
Dünyanın her yerinde en iyi bilinen ve çoğunlukla kimlik politikalarını destekleyen müzik ve film ikonları genellikle Amerikalı oluyor.
‘Siyahların Hayatı Değerlidir’ hareketinin başlaması ile benzer hareketler siyahi nüfuslara sahip olmayan ülkelerde bile büyüdü.
‘Cinsiyet ideolojisi’ Amerika’da büyüyünce dünyanın her yerinde konuşulmaya başladı.
Bu seçimde de seçmenlerin (kurulu düzene karşı olmaları sürpriz olmasa da) kimlik politikalarını reddetmesi belki de önümüzdeki dönemlerde başka ülkelerde yapılacak seçimlerde de bu politikalara karşı güçlü bir kitlenin artık yerleştiğinin işareti görünüyor.
Mehmet Önal Kimdir? Mehmet Önal İstanbul'da doğdu. Hukuk lisans ve yüksek lisans tahsilinden sonra İngiliz Parlamentosu ve Atlantik Konseyi'nde çalıştı. İzleyen dönemde enerji sektöründe çalışmaya başladı. Ticari görevlerden sonra enerji dönüşümü ve iklim değişikliği kamu politikaları üzerine uzmanlaştı. Avrupa Birliğini'nin teknik iklim değişikliği danışman organı olan Sıfır Emisyon Platformu'nda ve İngiltere'de Karbon Yakalama ve Depolama Derneği'nde görev aldı. İklim değişikliği temalarında Avrupa'da, Orta Doğu'da ve Asya'da birçok devletin yürüttüğü çalışmalara katıldı. Profesyonel olarak kamu politikaları ve siyasi gelecekler üzerine senaryo çalışmalarında yer alıyor, büyük toplumsal gelişmeler, sosyolojik değişimler, insanlık için varoluşsal tehdit oluşturan etkenler ve küresel jeopolitik konular üzerine kafa yoruyor. Enerji sektörü profesyoneli olarak Londra ve İstanbul'da yaşıyor. |