Mehmet Ali Çiçekdağ

22 Aralık 2024

Komedi filmi tavsiyelerim II

Yapımcılar (1967); Uçak (1980); Hayalet Avcıları (1984); Wanda Adında Bir Balık (1988); Büyük Lebowski (1998); Nerdesin Be Birader? (2000); Büyük Budapeşte Oteli (2014)

Atatürk Şarlo'yu çok severdi

Kitapseverliğinin dışında sıkı bir de sinemasever olan Atatürk fırsat buldukça gece yarıları köşkte film izlerdi. Ama sosyal medyanın olmadığı o günlerde en sevdiği şey habersiz olarak bir sinemaya gidip bu arada halkla laflamak şansına sahip olmaktı.

Atatürk'ümüzün en sevdiği sanatçılardan biri Şarlo'ydu (Charlie Chaplin). Bir sessiz film sanatçısı olan Şarlo sesli sinema karşıtıydı. Atatürk Şehir Işıkları filmini izlemek için gittiği Ankara'daki Yeni Sinema'da bir ara yanındakilere "Bu büyük sanatkar filmlerde konuşmamakta ısrar ediyormuş. Belki de hakkı var. Kim bilir mükaleme (konuşma) ilave edilirse eserin sihri bozulabilir" demişti.

Atatürk ve Latife Hanım temmuz 1923'te İzmir'deki Ankara sinemasına gittiler. Salonda sadece erkeklerin bulunduğunu gören Atatürk görevlilere kadın seyircileri de içeri almalarını emretti. Salonu ikiye bölen erkeklerle kadınlar arasına çekilmiş olan kalın perdeyi de kaldırttı ve aileler ilk kez beraber oturup Şarlo İdama Mahkum filmini izleyebildiler. İzmirliler ve özellikle İzmirli kadınlar Atatürk'ü sevmek için bir nedene daha sahip oldular.

İyi komedi evrenseldir

Ben iyi komedinin büyük ölçüde evrensel olduğuna ve dünyanın her yerinde güldürecek insan bulacağına inanırım. Monty Python üyesi John Cleese Malezyalılardan Makedonyalılara kadar değişik kültürlerin onların son derece yerel, otantik ve kendine özgü İngiliz şakalarına güldüklerine hayret ettiğini söylemişti.

Türk milleti en az yüz yıldır Şarlo'yu, Jerry Lewis'i, Louis de Funes'i, Benny Hill'i, Woody Allen'i ve diğer komik aktörleri izlemiş ve yerine göre katıla katıla gülmüştür. Tabii bu arada küçük kültürel dokunuşlar yapmış, Üç Ahbap Çavuşlar'dan Groucho Marx Arşak Palabıyıkyan, Harpo Marx Kıvırcık, Chico Marx da Torik olmuştur.

Bugün size yine yedi süper komedi filmi tavsiyem var. Sıra yine eskiden yeniye doğru. Bulabildiğim en iyi YouTube videoları ilişikte. Filmleri tüm olarak izlemek için bu işten anlayan çok sayıda gençten yardım istemenizi öneririm.

The Producers / Yapımcılar (1967)

Mel Brooks’un yazıp yönettiği The Producers absürt komedi ve hicvin ustaca harmanlandığı bir kült filmdir. Film Brooks’un ilk yönetmenlik denemesi olmasına rağmen hem mizah anlayışı hem de sinema tarihine damgasını vuran temalarıyla övgü toplamış ve Brooks’a En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar kazandırmıştır.

The Producers Broadway dünyasında geçen ve absürt bir dolandırıcılık hikâyesini konu alır. Başrolde iflasın eşiğindeki tiyatro yapımcısı Max Bialystock (Zero Mostel) ve endişeli muhasebecisi Leo Bloom (Gene Wilder) yer alır. İkili başarısız bir oyun sahneleyerek kazanç sağlamayı amaçlayan bir dolandırıcılık planı yapar. Bu plana göre Springtime for Hitler (Hitler için bahar) adında son derece rahatsız edici ve uygunsuz bir müzikal üretecek böylece oyun hızla perdelerini kapayacak ve yatırımcıların parası cebe indirilecektir. Ancak beklenmedik şekilde oyun büyük bir başarıya dönüşür ve olaylar kontrolden çıkar.

Film sınırları zorlayan içeriğiyle bir kara mizah örneğidir. Brooks, Nazi Almanyası ve Adolf Hitler gibi hassas konuları komedi unsurlarıyla harmanlayarak dönemin cesur bir hiciv örneğini sunar. Film mizah anlayışıyla toplumsal tabuları yıkarken aynı zamanda eleştiri oklarını eğlence sektörüne ve insan doğasına yöneltir.

Zero Mostel ve Gene Wilder abartılı performansları ve dinamik kişilikleriyle öne çıkar. Wilder’ın sinir krizine meyilli, naif muhasebeci rolü filmdeki mizahın ana kaynaklarından biridir.

The Producers müzikal numaralar açısından da oldukça zengindir. Springtime for Hitler şarkısı filmin en ikonik sahnesidir. Absürtlüğü ve görkemli sahne tasarımıyla Broadway klişelerine alaycı bir selam gönderir.

The Producers başlangıçta karışık eleştiriler alsa da zamanla bir kült klasik statüsüne ulaştı. 2001’de Broadway müzikali olarak yeniden uyarlandı ve büyük bir başarı elde etti. Bu müzikal 12 Tony Ödülü kazanarak bir rekora imza attı. 2005’te ise yeni bir film uyarlaması yapıldı.

Airplane! / Uçak (1980)

Jim Abrahams ve Zucker kardeşlerin (David ve Jerry Zucker) yönettiği Airplane! sinema tarihinin en başarılı parodi filmlerinden biri olarak kabul edilir. Absürt mizah anlayışı, unutulmaz replikleri ve akıl almaz fiziksel komedi sahneleriyle kült statüsüne ulaşan film hem döneminin klişe filmlerini alaya alır hem de zamansız bir eğlence sunar.

Film bir uçakta geçen absürt bir komedidir. Eski bir savaş pilotu olan Ted Striker (Robert Hays) bir uçak kazasından sonra travma yaşamaktadır. Ancak sevgilisi hostes Elaine’in (Julie Hagerty) çalıştığı uçağa binerek onunla barışmaya çalışır. Yolculuk sırasında uçaktaki birçok yolcu gıda zehirlenmesi geçirir ve uçak ekibi uçuşu sürdüremez hale gelir. Ted travmasını yenerek uçağı güvenli bir şekilde indirmek zorunda kalır.

Film 1957 yapımı Zero Hour! adlı dramatik bir filmi ve dönemin felaket filmlerini (Airport serisi gibi) alaya alır.

Airplane! görsel mizah, kelime oyunları, absürt diyaloglar ve fiziksel komediyi bir arada sunar. Mizah anlayışı hem basit esprilerle hem de daha karmaşık göndermelerle geniş bir izleyici kitlesine hitap eder.

Film dönemin felaket filmlerini alaya alır ve klişeleri ustalıkla komediye dönüştürür. Ancak bunu yaparken bir yandan da tamamen sürreal bir atmosfer yaratır. Örneğin bir otopilotun şişirilip canlanması gibi sahneler izleyenleri hem güldürür hem de şaşırtır.

Leslie Nielsen’ın canlandırdığı Dr. Rumack filmde ciddi bir yüz ifadesiyle absürt replikler sunarak komedinin zirve noktalarını oluşturur. Don’t call me Shirley (Bana Shirley deme) repliği sinema tarihinin en ünlü mizahi anlarından biri haline gelmiştir.

Ghostbusters / Hayalet Avcıları (1984)

Ivan Reitman'ın yönettiği ve Dan Aykroyd ile Harold Ramis'in yazdığı Ghostbusters bilim kurgu, komedi ve fantastik unsurları bir araya getirerek kült statüsüne ulaşmış bir klasik filmdir. Hem döneminin mizah anlayışını yansıtan hem de yenilikçi görsel efektleriyle dikkat çeken bu yapım, 80'ler sinemasının en ikonik eserlerinden biri olarak kabul edilir.

Film hayaletlerin gerçekten var olduğu bir dünyada geçer. Paranormal olaylara meraklı üç bilim insanı Dr. Peter Venkman (Bill Murray), Dr. Raymond Stantz (Dan Aykroyd) ve Dr. Egon Spengler (Harold Ramis) yıllardır sömürdükleri üniversitedeki paranormal araştırma laboratuvarları kapatılınca kendi işlerini kurarak Ghostbusters adlı bir hayalet avcılığı servisi başlatırlar.

Kahramanlarımız New York sokaklarında çoğalan hayaletlerle mücadele ederler ve kısa sürede büyük bir ün kazanırlar. Ancak işler bir apartmanda yaşayan Dana Barrett’ın (Sigourney Weaver) buz dolabında başka bir boyuttan gelen bir varlığı keşfetmesiyle karmaşık bir hal alır. Ghostbusters ekibi dünyayı tehdit eden güçlü bir varlık olan Gozer’le yüzleşmek zorunda kalır.

Film paranormal temasını ciddi bir bilim kurgu hikâyesi gibi ele alırken mizahi unsurları ustalıkla harmanlar. Özellikle Bill Murray’in doğaçlama tarzı performansı filme eşsiz bir komedi tonu katar.

Filmin müziği de okuyuculara kesin tavsiyemdir. Ray Parker Jr.’ın yazdığı Ghostbusters şarkısı film kadar ünlü hale gelmiş ve popüler kültürün vazgeçilmez bir parçası olmuştur.

A Fish Called Wanda / Wanda Adında Bir Balık (1988)

Charles Crichton’ın yönettiği ve John Cleese’in hem senarist hem de oyuncu olarak katkı sağladığı A Fish Called Wanda zekice yazılmış bir suç komedisi olarak sinema tarihine damga vurmuştur. Mizah, suç ve romantizmi bir araya getiren film hem eleştirmenler hem de izleyiciler tarafından büyük beğeni toplamış ve birçok ödül kazanmıştır.

Film Londra’da bir mücevher soygununun etrafında döner. Wanda Gershwitz (Jamie Lee Curtis) ve sevgilisi Otto West (Kevin Kline), soygunun lideri George Thomason’la (Tom Georgeson) iş birliği yapar. Ancak Wanda ve Otto soygunun ardından George’u ihbar ederek mücevherleri kendilerine saklamayı planlar.

George yakalanıp hapse düştüğünde mücevherlerin yerini yalnızca George’un bildiği ortaya çıkar. Wanda George’un avukatı Archie Leach (John Cleese) ile flört ederek bu bilgiyi ele geçirmeye çalışır. Ancak işler karmaşıklaşır ve ihanet, yanlış anlaşılmalar ve beklenmedik romantik bağlarla dolu bir hikâye başlar.

Wanda karakteri zeki, manipülatif ve cazibesiyle dikkat çeker. Otto kendini entelektüel olarak tanıtan ama aslında son derece cahil ve agresif bir Amerikalıdır. Kevin Kline’ın bu rolüyle kazandığı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ı komedi türünde nadir görülen bir başarıdır. Archie düzgün ve sıkıcı bir avukatken Wanda sayesinde hayatında bir değişim yaşayan bir karakterdir. John Cleese’in de performansı unutulmazdır.

Film İngiliz ve Amerikan kültürlerini zekice bir şekilde karşılaştırır. İngiliz soğukkanlılığı ile Amerikan enerjisi arasındaki çatışma filmin komik anlarını besler. Ayrıca macera filmlerindeki klişeleri hicvederek izleyiciyi güldürür.

The Big Lebowski / Büyük Lebowski (1998)

Coen Kardeşler’in yazıp yönettiği The Big Lebowski kara komedi ve suç türlerini absürt mizahla harmanlayan kült bir başyapıttır. İlk gösterime girdiğinde karışık eleştiriler alsa da zamanla geniş bir hayran kitlesine ulaşan film bugün sinema tarihinin en ikonik ve ilham verici eserlerinden biri olarak kabul edilir.

Film The Dude olarak bilinen Jeffrey Lebowski'nin (Jeff Bridges) hikayesini anlatır. Los Angeles'ta sakin bir hayat süren ve gündelik kaygılardan uzak bir adam olan Dude yanlışlıkla başka bir Jeffrey Lebowski ile karıştırılır ve olaylar beklenmedik bir şekilde karmaşıklaşır.

Bir grup gangster Dude’un İran halısına zarar verince (çünkü halı odanın havasını tamamlıyordur) Dude halısını geri almak için diğer Jeffrey Lebowski’ye gider. Ancak bu ziyaret Dude’un kendisini bir fidye planı, karmaşık entrikalar ve tuhaf karakterlerle dolu bir dünyanın içinde bulmasına neden olur.

Jeff Bridges Dude rolüyle sinema tarihine unutulmaz bir karakter kazandırmıştır. Dude’un tembelliği, felsefi rahatlığı ve hayata karşı umursamaz tavrı, filmin hem mizahi hem de melankolik tonunu oluşturur. Dude modern çağın anti-kahramanlarından biridir ve bir yaşam tarzını temsil eder.

Walter (John Goodman) Dude’un en yakın arkadaşı ve agresif Vietnam gazisi bir bowling tutkunudur. Walter’ın patlamaları ve sürekli komplo teorileri filmin önemli mizah kaynaklarındandır. Donny (Steve Buscemi) grubun naif ve genellikle susturulan üyesidir. Maude  (Julianne Moore) tuhaf sanatçı, feminist ve hikayenin kilit noktalarından biridir. Jesus (John Turturro) sahne süresi kısa olsa da unutulmaz bir bowling oyuncusudur.

Coen Kardeşler film boyunca absürt mizahı ve sürreal öğeleri mükemmel bir şekilde işler. Rüya sahneleri Dude’un zihninin kaotik ve yaratıcı yapısını yansıtarak izleyiciyi gerçeküstü bir yolculuğa çıkarır.

Filmde bowling karakterler arasındaki bağın merkezindedir ve sıradan bir spor aktivitesi üzerinden derin temalar işlenir. Dude’un halısı ise hikayeyi başlatan ve sembolik bir anlam taşıyan nesnedir.

Bob Dylan’dan Creedence Clearwater Revival’a kadar birçok sanatçıya yer veren film müziği filmin atmosferine büyük katkı sağlar. Özellikle Dylan’ın The Man in Me şarkısı açılış sahnesiyle özdeşleşmiştir.

O Brother, Where Art Thou? / Nerdesin Be Birader? (2000)

Coen Kardeşler’in yazıp yönettiği ve Homeros’un Odysseia destanından esinlenen O Brother, Where Art Thou? mizah, macera ve müzikle harmanlanmış modern bir peri masalıdır. 1930’ların Büyük Buhran döneminde geçen film hem klasik hikâye anlatımına hem de Amerikan folk kültürüne yapılan saygı duruşu niteliğindedir.

Film hapisten kaçan üç mahkûmun Ulysses Everett McGill (George Clooney), Pete Hogwallop (John Turturro) ve Delmar O'Donnell'ın (Tim Blake Nelson) kayıp bir hazineyi bulmak için çıktıkları yolculuğu anlatır. Ancak bu hazinenin varlığı bile şüphelidir. Yolculuk boyunca çeşitli tuhaf karakterlerle karşılaşırlar: Kör bir kahin, sahte bir vaiz, banka soyguncusu Baby Face Nelson ve bir blues şarkıcısı olan Tommy Johnson gibi.

Everett’ın gerçek amacı ise eski karısı Penny’yi (Holly Hunter) yeniden kazanmak ve ailesini bir araya getirmektir. Film ana karakterlerin bu yolculuk sırasında yaşadıkları absürt olaylar ve tuhaf karşılaşmalarla şekillenir.

Film Odysseia destanından ilham alarak modern bir Amerikan bağlamında yeniden tasarlanmıştır. Ulysses Everett McGill karakteri Odysseus’a bir göndermedir. Sirenler, Cyclops (John Goodman tarafından canlandırılan tek gözlü bir dolandırıcı) ve yolculuğun çeşitli aşamaları destanın unsurlarını taşır.

George Clooney’nin liderliğinde üçlü harika bir uyum sergiler. Clooney’nin karizmatik ve konuşkan Everett’i, Turturro’nun huysuz Pete’i ve Nelson’ın saf ve sevimli Delmar’ı arasındaki dinamik filme mizah ve duygu katar.

Bence filmin müziği süperdir ve bluegrass, gospel ve folk müziklerinin unutulmaz bir harmanını sunar. Soundtrack albümü ve özellikle Man of Constant Sorrow şarkısı filmin kendisi kadar ünlüdür ve Grammy Ödülü kazanmıştır. Müzik hikayeyi anlatan bir karakter gibidir ve filmin atmosferini şekillendirir.

Film ekonomik zorlukların gölgesindeki Amerikan taşrasını stilize bir şekilde resmeder. Görüntü yönetmeni Roger Deakins’in pastel tonları ve yumuşak renk paleti nostaljik bir his yaratır.

Coen Kardeşler film boyunca Amerikan kültürüne, politik sistemine ve insan doğasına dair ince bir mizah ve hiciv kullanır. Politikacı Pappy O'Daniel karakteri Amerikan siyasetinin popülist doğasını alaya alır.

The Grand Budapest Hotel / Büyük Budapeşte Oteli (2014)

Yönetmen Wes Anderson’ın 2014 yapımı filmi The Grand Budapest Hotel benzersiz estetiği, ince mizahı ve ilginç hikâyesiyle sinema dünyasında özel bir yere sahiptir. Film hayali Zubrowka Cumhuriyeti’nde bulunan Grand Budapest Hotel’in eski şatafatlı günlerinden günümüze kadar uzanan hikâyesini anlatır.

Film otelin sadık kapıcısı Gustave H. (Ralph Fiennes) ile genç çırak Zero Mustafa’nın (Tony Revolori) maceralarını konu alır. Gustave H. otel misafirleriyle olan zarif ilişkileri ve detaylara verdiği önemle otelin ruhu haline gelmiştir. Ancak zengin bir müşterisinin ölümü sonrası başına gelen komplolar Gustave ve Zero’yu büyüleyici bir kaçış ve entrika hikâyesinin içine çeker.

Wes Anderson kendine özgü simetrik kadrajları, pastel renk paleti ve detaylara gösterdiği titizlikle filmi bir görsel sanat eseri haline getirir. Her sahne adeta bir tablo gibi düzenlenmiştir. Ayrıca hikâye farklı zaman dilimlerinde geçtiği için kullanılan farklı en-boy oranları da görsel anlatıyı zenginleştirir.

Ralph Fiennes’ın Gustave H. performansı zarafetle komedi arasında muazzam bir denge kurar. Tilda Swinton, Adrien Brody, Willem Dafoe, Saoirse Ronan, Jeff Goldblum ve Edward Norton gibi yıldız isimlerin yer aldığı kadro filmin enerjisini ve mizahi derinliğini artırır.

Film nostalji, kaybolan bir çağın ardından gelen özlem ve sadakat gibi temaları işler. Ayrıca, Avrupa’nın iki dünya savaşı arasındaki karmaşık siyasi atmosferine göndermelerde bulunur. Wes Anderson’ın bu anlatımı hem eğlenceli hem de düşündürücü bir deneyim sunar.

Alexandre Desplat’ın Oscar kazandığı film müzikleri hikâyenin tonunu mükemmel bir şekilde tamamlar. Özellikle yaylı çalgıların hakim olduğu melodiler filmin masalsı atmosferine katkıda bulunur.

Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?

Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi.

Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı.

1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24'te siyaset ve müzik yazıları yazmayı seviyor.