Mehmet Ali Çiçekdağ

10 Kasım 2024

BRICS de mi bizi reddetti?

Önünde bekleyecek bir kapı daha mı çıktı? Evde mi kaldık? Eksen kayması mı dengeleme mi? Tam bağımsızlık mı pastadan pay almak mı? Demokrasi mi otokrasi mi? Kurallara mı uymalı rüşvet mi vermeli? Sen-ben-bizim oğlan ahbap çavuş ekonomisi bize çok mu yabancı?

BRICS nedir?

Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin tarafından 2009'da kurulan örgüte bu ülkelerin baş harflerinden ilham alınarak BRIC denildi, sonradan Güney Afrika'nın katılmasıyla BRICS oldu. Yakın zamanlarda Mısır, Etiyopya, İran, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da üyeliğe kabul edildi.

BRICS'in ekonomik büyüklüğü 29,5 trilyon dolar. BRICS üyeleri küresel gayrisafi milli hasılanın yüzde 26'sına, dünya ticaretinin yüzde 20'sine, tahıl üretiminin yüzde 40'ına, petrol üretiminin yüzde 43'üne ve küresel maden rezervlerinin yüzde 60'ına sahip. Çin'in 20 trilyonluk gayrisafi milli hasılası kendinden sonra gelen dört ülkenin toplamından iki kat daha büyük.

Geçenlerde gerçekleşen BRICS zirvesinde konuşulması beklenen Türkiye'nin üyelik başvurusunun ertelendiği, bunun 2025'teki zirveye bırakıldığı söylendi. Bize de Avrupa Birliği'nden sonra önünde bekleyecek ikinci bir kapı çıktı. Zengin demokratlar kulübünün bizi almamasını anlıyorum ama daha fakir otokratlar kulübünün de bize soğuk davranması bana evde kalmış kız sendromunu hatırlatıyor.

Türkiye bekleme odalarının yabancısı değildir

BRICS üyelerinin Türkiye'nin olası üyeliğine çeşitli nedenlerden ötürü çekinceli davrandıkları biliniyor. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov BRICS üyelerinin şu aşamada genişlemeye sıcak bakmadıklarını söylemişti. Türkiye'nin NATO üyeliğinden ve AB adaylığından söz eden bakan BRICS'e üyelik için ne olduklarını tanımlamadan ortak değerleri paylaşmanın gerekli olduğundan bahsetti. Tabii ki bu ortak değerler Türkiye'nin Ukrayna'ya silah göndermesini ve Rusya'ya uygulanan yaptırımların büyük bölümüne katılmasını kapsamıyor.

Ancak Ukrayna savaşı sonrası uygulanan yaptırımlardan sonra Rusya'nın Türkiye'ye ihtiyacı artmıştı. Türkiye de enerji açısından Rusya'ya çok bağımlıydı. Rusya S-400'leri Türkiye'ye satarak tek bir mermi harcamadan, üstelik 2,5 milyar dolar kazanarak NATO'nun güney kanadını bombalamıştı.

Türkiye'nin bu yüzden F-35'lere ve modernize edilmiş F-16'lara sahip olamaması bence NATO'nun kendi ayağına sıkması ve Putin'in göbeğini biraz daha kaşıması demektir.

Öte yandan hükümet BRICS başvurumuz hakkında fazla konuşmamayı tercih ediyor. Türkiye'nin asıl amacının dünya ticaretinden daha fazla pay almak ve bu arada Avrupa Birliği ile olan ilişkilerde BRICS'i bir koz olarak kullanmak olduğu biliniyor. BRICS'in ülkemizin içinde olduğu Batılı örgütlere alternatif bir yapısının olmadığı, askeri angajman içermeyen ekonomik ve siyasi bir topluluk olduğu iddia ediliyor. "Kayma yok, denge var" deniyor. Oysa BRICS'in içinde yayılmacı emelleri olan Batı düşmanı otokrat büyük ülkeler var. 

BRICS’in Türkiye’nin katılımını kabul etmemesinin arkasında bazı ekonomik, siyasi ve stratejik faktörler bulunuyor.

Ekonomik uyuşmazlıklar ve belirsizlikler

BRICS ekonomisi gelişmekte olan, aynı zamanda bölgesel veya küresel bir etki yaratabilen büyük ekonomileri bir araya getiriyor. Türkiye’nin ekonomisi ise BRICS ülkelerine kıyasla daha istikrarsız sayılabilecek bir yapıya sahip. Özellikle son yıllarda Türkiye'nin yaşadığı yüksek enflasyon, döviz krizleri ve cari açık gibi sorunlar ülkenin BRICS’e katılımının diğer üyeler açısından riskli görülmesine neden oluyor.

Farklılaşan dış politika öncelikleri

BRICS’in üyeleri arasında Çin ve Rusya gibi küresel güçler bulunurken bu ülkelerin dış politika yönelimleri Türkiye’nin bazı stratejik hedefleriyle uyuşmuyor. Türkiye NATO üyesi olması sebebiyle Batı ile stratejik ortaklık ilişkisi yürütüyor. Türkiye'nin son yıllarda Batı’dan bağımsız bir dış politika geliştirme çabaları bulunsa da NATO üyeliği ve Avrupa Birliği ile ilişkileri BRICS üyeleri açısından bir belirsizlik yaratıyor. Özellikle Rusya ve Çin gibi BRICS üyeleri blokun dış politika yönelimlerinde Batı’dan bağımsız bir çizgi izlemeyi tercih ediyor ve Türkiye'nin dengeli ilişkisi BRICS içinde uyumsuzluk riski olarak görülebiliyor.

BRICS içindeki dengelerin korunması

BRICS uluslararası arenada ekonomik ve politik dengeyi sağlamak isteyen ülkeleri temsil ederken özellikle Çin ve Rusya'nın bu blok içindeki hakimiyetlerini koruma isteği dikkat çekiyor. Türkiye gibi nüfus ve ekonomi açısından güçlü bir ülkenin katılımı BRICS’in mevcut dengelerini değiştirebilir. Çin ve Rusya BRICS içinde nüfuzlarını korumak ve ortak karar alma süreçlerini kontrol altında tutmak isterler. Türkiye’nin üyeliği BRICS içindeki karar alma süreçlerinde karmaşıklık yaratabilir ve blokun mevcut büyük oyuncularının etkisini azaltabilir.

Unutmayalım ki Avrupa Birliğinin de Türkiye'nin üyeliğine soğuk bakmasının en önemli nedenlerinden biri Türkiye'nin büyük nüfusu nedeniyle örgütte karar verme mekanizmalarındaki ağırlığının Almanya ve Fransa'dan daha fazla olma ihtimaliydi.

Sen-ben-bizim oğlan ahbap çavuş ekonomisi

Yolsuzluğun kültürel bir norm haline geldiği BRICS coğrafyasındaki sen-ben-bizim oğlan ya da ahbap çavuş ekonomisi, eş-dost kayırma, nepotizm, klan ya da mezhep tercihi ve rüşvet çarkı Türkiye'nin hiç de yabancısı değildir. Bu açıdan BRICS'e daha kolay uyum sağlayacağı düşünebilse de ülkemizde dağıtılacak zarfların sayısının artması güç odaklarının hoşuna gitmeyebilir.

Batı'nın dünya düzeni çöküyor mu?

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin öncülüğünde inşa edilen uluslararası finans sisteminin eskisi gibi işlemediği, doların hegemonyasının da tehdit altında olduğu bir gerçek. Yine de tüm dünyadaki rezerv paraların yüzde 58'inin dolar, yüzde 12'sinin euro üzerinden olduğunu, yani Batı'nın tüm global rezervin yüzde 70'inin üstünde oturduğunu da belirtmek gerek. Küresel kredilerin de yüzde 75'i Batının denetimi altında.

Kısacası gittikçe üye sayısı ve nüfusu artan BRICS'in cüssesine karşı ekonomisi ve global ekonomi üzerindeki etkisi oldukça mütevazi. Öte yandan üye sayısı arttıkça iç rekabet artıyor ve özellikle Hindistan-Çin çekişmesi dikkatleri çekiyor. Grup üyeleri birbiriyle rekabet edip iç piyasayı genişleteceği yerde dış pazarları kapmak için birbirine çelme takıyorlar.

Ortak para birimi de üzerinde anlaşılamayan konular arasında. Bunu özellikle küresel ödeme sistemi dışına itilen Rusya istiyor. Ancak ekonomik durum farklılığı, bazı önemli üyelerin buna yanaşmaması ve coğrafi uzaklık bunu engelliyor.

Çok kutuplu dünya

Ağırlığın hâlâ Batı başkentlerinde olmasına karşın yeni dünyamızın kutup sayısının Doğu başkentlerini de içerdiği bir gerçek. Türkiye bu iki dünya arasındaki çelişkilerden nemalanmaya çalışıyor.

Ancak vur-kaççı carry-trade dışında Batı'dan beklediği yatırımı alamayan hükümet BRICS'in de kapısını aşındırmaya başladı. Bence Türk kamuoyu olası BRICS üyeliğinin getirileri ve götürüleri konusunda yeteri kadar bilgiye sahip değil.

Yaşı tutanlar hatırlarlar, bir zamanlar televizyonda sabahlara kadar Avrupa Birliği'ne girelim mi yoksa girmeyelim mi tartışmaları yapılırdı. Bence hepimiz bu arada sepet de örseydik ülkemiz dünyanın en büyük sepet ihracatçısı olurdu. Yine de havanda su dövdüğümüz o günleri bugünün şeffaflık yoksunu düzenine tercih edeceğim bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi.

BRICS üyeliğinin getirisi ve götürüsü

BRICS üyeliği Türk ürünlerine yeni pazarlar bulabilmesi açısından yararlı olabilir. Fakat avantaj beklenen BRICS üyeliği ülke ekonomisi için eski pazarları kaybetmeyi de beraberinde getirebilir.

BRICS ülkeleri arasında AB’deki Gümrük Birliği gibi bir ortaklık henüz mevcut değil. Türkiye’yi üs olarak kullanmak isteyen Çin Gümrük Birliği anlaşmasına rağmen Türkiye’nin AB ile ticari ilişkilerini zorlayabilir. Kısacası yeni pazarlar ararken eskiler de kaybedilebilir.

Diyelim ki her şey yolunda gitti ve hem BRICS pazarı hem de AB pazarı bize açık kaldı. Üretim ve ihracat kapasitemizin buna uyum sağlaması hem bizde olmayan ilave yatırım gerektirir hem de ihracatçıların devamlı şikayet ettiği devamlı baskı altında tutulan döviz değerinin serbest bırakılmasını da zorunlu hale getirebilir.

Ellerinde imzaya hazır mukavelelerle dolu Bond çantalarıyla bekleyen ve gözlüklerinin ardından akıllı akıllı bakan Çinli Kuşak ve Yol Projesi temsilcileri finansman sağlayabilir ama bu kez ihaleler yandaşlar yerine Çinli şirketlere gider. Patlayan döviz kurunun da sosyal sonuçlarının çok ağır olacağı ve yoksulluğu ve çaresizliği artıracağı tahmin edilebilir.

Medeniyetler çatışması teorisi ve Türkiye

Samuel Huntington’un ortaya koyduğu Medeniyetler Çatışması teorisine göre dünya artık ideolojiler değil, kültürel ve medeniyetler arası farklılıklar temelinde bölünmektedir. Huntington Batı medeniyeti ile İslam medeniyeti ve Doğu medeniyeti arasında keskin sınırların olduğunu ileri sürer. Bu görüşe göre Batı ile İslam dünyası arasındaki gerilim Soğuk Savaş sonrası dönemin temel çatışma hattıdır.

Türkiye bu teorinin çerçevesine yerleştirildiğinde Batı ile İslam dünyası arasında "bir köprü" veya "geçiş noktası" olarak değerlendirilir. Ancak Türkiye’nin Batı ve NATO ittifakına rağmen kendi kimliğini koruma çabası ve uluslararası arenada bağımsız bir duruş sergileme isteği her zaman hissedilmiştir. Bu yüzden Türkiye, hem Batı medeniyeti ile olan ilişkilerini sürdürme hem de Doğu medeniyetlerine yönelme konusunda bir denge kurmaya çalışıyor.

Sakallı Celal "Türkiye doğuya doğru giden bir gemidir; bazıları geminin güvertesinde batıya doğru koşarak batıya gittiklerini sanırlar" demiş.

Türkiye'nin BRICS'e katılması: Özgür düşüncenin ve demokrasinin sonu mu?

Türk dış politikasındaki son yıllarda gözle görülür şekilde Batı merkezli dünya düzeninden uzaklaşma çabası alternatif ittifaklara ve özellikle BRICS gibi topluluklara olan ilgiyi artırdı. Benim bu bağlamda demokrasinin geleceği ve özgür düşünce açısından endişelerim var.

BRICS ülkelerinin çoğu demokratik normlar ve özgür düşünceye yaklaşım konusunda Batı demokrasilerinden oldukça farklı profiller sergiliyor. Çin ve Rusya gibi ülkeler ifade özgürlüğüne getirdikleri sınırlamalar, basın üzerindeki sıkı kontroller ve muhalefete yönelik baskıcı politikalarla biliniyor. Bu tür yönetimler Batı’nın demokrasi ve insan hakları anlayışına tamamen ters düşüyor.

Türkiye’nin BRICS’e katılması bu otoriter uygulamalardan etkilenme riskini ve ideolojik bir yakınlaşmayı da beraberinde getirebilir. Bu tür bir yakınlaşma Türkiye’nin Batı demokrasileriyle olan tarihi bağlarını zayıflatarak daha otoriter yönetim tarzlarını benimseme riskini doğurur. BRICS ülkelerinin yönetim anlayışı demokratik kurumlara olan güveni sarsabilir. BRICS’in baskıcı rejimlerinin ifade özgürlüğüne karşı çok daha az toleranslı ve daha otoriter bir yaklaşıma sahip oldukları bir gerçek.

Ekonomik ilişkilerin siyasi bağımlılık yaratma riski

Türkiye’nin BRICS gibi bir oluşuma katılması ekonomik anlamda faydalar sunsa bile bunun siyasi bağımsızlık üzerinde olumsuz etkileri olabilir. Ekonomik bağımlılık arttıkça ülkeler arasındaki siyasi etkileşim de derinleşebilir. Türkiye’nin BRICS’e entegre olması onu ülkedeki siyasi ve toplumsal dinamikleri etkileyecek yeni bir yörüngeye sokabilir.

Özellikle BRICS ülkeleriyle yapılan ekonomik iş birlikleri Türkiye’deki politikacıların bu ülkelere daha fazla yakınlaşmasına ve onların yönetim biçimlerinden etkilenmesine yol açabilir. Bu özgür basının kısıtlanması, ifade özgürlüğüne getirilecek yeni sınırlamalar ve yargı bağımsızlığının zedelenmesi gibi olumsuz sonuçlara yol açabilir. BRICS ülkeleri arasındaki otoriter yönetim örnekleri Türkiye’ye rol model olabilir ki bu da demokrasinin zayıflaması anlamına gelir.

Demokratik standartların geri plana atılması

BRICS demokrasi ve insan hakları konusunda Batı dünyasına benzer standartlara sahip olmadığı için Türkiye’nin bu yapıya katılması demokrasi konusundaki yükümlülüklerinden taviz vermesine neden olabilir. Türkiye AB ve diğer Batılı kurumlarla iş birliği içinde olduğunda bu kurumlar Türkiye’nin demokratik gelişimine katkı sağlıyordu ve ülkenin hukukun üstünlüğüne bağlılığını teşvik ediyordu.

Ancak BRICS içinde böyle bir demokratik baskı mekanizmasının olmaması Türkiye’de özgür düşünce ve demokratik standartların göz ardı edilmesine yol açabilir. Türkiye bu birliktelik sonucunda demokrasi konusundaki duyarlılığını yitirebilir ve siyasi otoritenin merkezileşmesine daha açık hale gelebilir. Bu durum Türkiye’nin yıllar boyunca oluşturduğu demokratik kazanımların geri alınması demektir.

Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?

Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi.

Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı.

1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24'te siyaset ve müzik yazıları yazmayı seviyor.