Mehmet Ali Çiçekdağ

24 Kasım 2024

Amerika'nın Türkiyeleşmesi

Sokaklar göçmenlerle doldu. Kulağa gelen dil ve müzik, restoranlardan ve siyasetten gelen kokular değişti. Öğrenciler kopya çekmeye başladı. Yargı siyasallaştı. Siyaset kutuplaştı. İnsanlar daha karamsar oldu. Ne olacak bu Amerika'nın hali?

Onlar kopya çekmez

1972'de doktora yapmak için ABD'ye gittiğim zaman arkamda iki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık tecrübesi vardı. İzmir Alsancak'ta hayat, kızlar, hava ve yemekler çok güzeldi, ama öğrencilere arkanı döndüğün an çoğu kopya çekerdi. Hatta ünlü olduğunu sonradan öğrendiğim Göztepe'li bir futbolcu bana sınavda "Hocam sen biraz kaybol da kopya çekeyim" demişti.

Bu yüzden yine asistan olduğum Santa Barbara'daki California Üniversitesinde sınav gözcülüğünü masaların üstüne çıkıp kartal bakışlarıyla etrafı süzerek yaptığımı hatırlıyorum. Sanki dağlarda eşkıya gözetleyen bir komandoydum. Sonradan arkadaş olduğumuz Prof. Merkl salona gelip bana masanın üstünde ne yaptığımı sormuştu, ben de "öğrenciler kopya çekmesin diye onları gözetliyorum hocam" demiştim. Hoca da bana "onlar kopya çekmez, in aşağı" demiş ve kültürel farklar ilk kez kendini göstermişti.

Ne olacak bu Amerika'nın hali?

Ancak ABD'de okuyup hocalık yaptığım 40 küsur yıl boyunca ülkenin kültürünün yavaş yavaş değiştiğini gözlemledim. "Kopya çekmez" dediğimiz öğrenciler gittikçe daha fazla kopya çekmeye, diğer kaynaklardan çalarak intihal yapmaya başladılar. Radyolardan ve sokakta dolaşırken kulağa gelen dil ve müzik, restoranlardan ve siyasetten gelen kokular gün geçtikçe değişti.

Siyasetle hiç ilgilenmeyen gençler politize olup "ne olacak bu Amerika'nın hali" diye dertleşmeye başladılar. Politikacıların vaat ettikleriyle gerçekleştirdikleri arasındaki makas daha da açıldı. Siyasette, medyada, iş hayatında, sporda ve sanat dünyasında gittikçe daha fazla yolsuzluklar ve skandallar duyuldu.

Yargı siyasallaştı. Toplumda gerilim arttı. Sokaklar göçmenlerle doldu. İnsanlar gittikçe daha karamsar oldular ve her şeyden şikâyet etmeye başladılar. En fazla şikâyet edilen konu ABD'de yüzde üçü bile bulmayan yıllık enflasyon oranıydı.

Türkiyeleşme ne anlama geliyor?

Amerika’nın Türkiyeleşmesi ifadesini çeşitli siyasi ve toplumsal gelişmeleri değerlendirmek için analitik bir çerçeve olarak kullanıyorum. Bu benzetme özellikle Amerika Birleşik Devletleri'ndeki siyasi kutuplaşma, demokratik normların ve kurumların aşınması ve toplumdaki gerilimlerle Türkiye’nin son zamanlardaki dönüşümü arasında paralellikler kuruyor.

Türkiyeleşme bu bağlamda demokratik sistemlerin ve kurumların popülist liderler tarafından zayıflatılması, kutuplaştırıcı politikaların artması, yargı bağımsızlığının erozyona uğraması ve medya özgürlüğünün baskı altına alınması gibi eğilimlerle tanımlanabilir. Bu süreçte güçlü bir lider figürü etrafında şekillenen politikalar ve "biz ve onlar" söylemi, toplumda derin ayrışmalara yol açar.

Peki, bu iki ülke gerçekten birbirine ne kadar benziyor ve bu benzetme ne kadar yerinde?

ABD’nin son yıllardaki bazı toplumsal ve siyasi gelişmeleri, Türkiye’de uzun süredir gözlemlenen eğilimlerle karşılaştırıldığında dikkat çekici paralellikler ortaya koyuyor.

Lider kültü ve popülizm

Türkiye'de Erdoğan karizmatik liderlik tarzıyla halkın geniş bir kesimi üzerinde büyük bir etki kurdu ve eleştirilen politikalarına rağmen destekçileri arasında sadakat yarattı. Halk "biz ve onlar" olarak ikiye ayrıldı ve kutuplaşma arttı.

ABD'de Trump "Make America Great Again" (Amerika'yı tekrar büyük yap) sloganıyla benzer bir şekilde popülist bir hareket başlattı ve destekçileri üzerinde güçlü bir lider kültü oluşturdu. Trump toplumu "vatanseverler" ve "bizden olmayanlar" şeklinde kutuplaştırarak oy tabanını konsolide etti.

Medya üzerindeki baskı

Türkiye’de medyanın büyük bir kısmı hükümet kontrolü altına girdi. Hükümete yakın medya organlarının artması ve bağımsız gazetecilere yönelik baskılar medya özgürlüğünü ciddi şekilde sınırladı. Muhalif gazeteciler sık sık tutuklamalarla karşı karşıya kaldı.

Amerika’da medya bağımsızlığını korumakla birlikte yalan haber ithamlarıyla toplumun bir kısmı tarafından güvensiz görülmeye başlandı. Birinci Trump döneminde ana akım medya sürekli olarak yalan haber ithamlarına maruz kaldı ve halkın bir kesimi tarafından itibarsızlaştırıldı. Basın özgürlüğü anayasal olarak korunsa da medya organlarına yönelik bu söylemler halkın medyaya olan güvenini sarstı.

Yargının siyasallaşması

Türkiye’de yargı birçok eleştiriye göre siyasallaştı. Özellikle yüksek profilli davalarda yargının bağımsızlığı sorgulandı. Alt mahkemeler Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını uygulamadılar.

ABD'de Yüksek Mahkemesi’nin muhafazakâr yargıçlarla doldurulması yargının tarafsızlığına dair endişeleri artırdı. Özellikle kürtaj kararının (Roe v. Wade) iptali, Başkanların görevleri sırasında işledikleri suçlardan muaf tutulmaları (Trump v. United States) gibi konularda alınan kararlar yargının ideolojik bir araç haline gelmesi eleştirilerini beraberinde getirdi.

Donald Trump, başkanlık dönemi boyunca yargıya yönelik söylemleri ve eylemleriyle yargı bağımsızlığı üzerinde tartışmalara yol açtı. Trump’ın yaklaşımı hem yargı mensuplarına yönelik eleştirileri hem de yürütme organı ile yargı arasındaki ilişkinin sınırlarını zorlayan adımları nedeniyle dikkat çekti.

Yargıç atamaları ve ideolojik denge

Trump dört yıllık başkanlık sürecinde federal mahkemelere 200'den fazla yargıç atadı ve bu Amerikan tarihindeki en yüksek atama oranlarından biri oldu. Bu atamalar arasında en dikkat çekeni Yüksek Mahkeme'ye üç muhafazakâr yargıç (Neil Gorsuch, Brett Kavanaugh ve Amy Coney Barrett) atanmasıydı.

Bu atamalar Yüksek Mahkeme’nin ideolojik dengesini önemli ölçüde muhafazakâr yöne kaydırdı. Mahkemenin kararlarının tarafsızlığına dair eleştiriler arttı ve yargının siyasallaştığı algısı güçlendi.

Trump kendisinin politikalarını engelleyen federal yargıçlara "Obama'nın yargıçları" gibi sıfatlar yakıştırarak, yargıçların siyasi bağlılıklarını öne sürdü. 2018'de bir davayı reddeden bir federal yargıcı "sözde yargıç" olarak nitelendirdi.

Trump yakın müttefikleri Michael Flynn ve Roger Stone hakkındaki davalara müdahil oldu. Flynn’in suçlamaları Adalet Bakanlığı tarafından düşürüldü, Stone ise Trump tarafından affedildi.

Toplumsal kutuplaşma

Türkiye'de laik ve muhafazakâr kesimler arasındaki derin ayrışma toplumsal bir çatışma ortamı yarattı. İdeolojik farklılıklar sosyal hayata ve siyasete açıkça yansıdı.

ABD'deki ırk, cinsiyet, din, eğitim ve bölgesel fay hatlarının üzerindeki Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki kutuplaşma yalnızca siyasi bir ayrım olmaktan çıkarak toplumsal hayatın her alanında hissedilir hale geldi. Örneğin maske takma ya da aşı olma gibi basit sağlık tedbirleri bile ideolojik kamplara bölündü.

Amerikan toplumu hem siyasi hem de sosyal olarak derin bir kutuplaşma içine girdi. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki ayrım sadece bir politik tercih değil, aynı zamanda kültürel ve ideolojik bir çatışmaya dönüştü.

Evanjelik Hristiyanların etkisi arttı. Kürtaj, eşcinsel evlilik ve dini özgürlük gibi konular siyasi tartışmaların merkezine oturdu ve kutuplaşmayı derinleştirdi.

Seçim güvenliği tartışmaları

Türkiye'de seçim sonuçlarına yönelik itirazlar özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde yeniden sayım süreçleriyle gündeme geldi. Muhalefet seçimlerin adil olmadığı yönünde sıkça endişelerini dile getirdi.

Amerika'da 2020 başkanlık seçimlerinden sonra Trump ve destekçileri seçimlerin "çalındığını" iddia etti ve seçim sonuçlarını kabul etmeyi reddetti. Bu Amerikan tarihinde benzeri görülmemiş bir kriz yarattı.

2020 başkanlık seçimlerinin ardından seçim sonuçlarına yönelik itirazlar ve hukuki süreçler hukukun üstünlüğü tartışmasını yeniden gündeme taşıdı. Mahkemelerin hepsi seçim sonuçlarını değiştirmeye yönelik davaları reddederken bu süreçte yargının baskı altında olup olmadığı tartışıldı. Seçim güvenliğine yönelik temelsiz iddialar hem hukukun üstünlüğünü hem de yargı sistemine olan güveni zedeleme potansiyeline sahip.

Ekonomik belirsizlik ve enflasyon

Ülkemizde son yıllarda yüksek enflasyon ve ekonomik kriz halkın alım gücünü ciddi şekilde düşürdü. Ekonomik sorunlar siyasi tartışmaların merkezinde yer aldı.

ABD'de pandemi sonrası yükselen enflasyon Amerikan halkını zorladı ve özellikle gıda, enerji gibi temel ihtiyaçlardaki fiyat artışları toplumsal bir endişe kaynağı oldu. Ekonomik sorunlar siyasi arenada giderek daha fazla yer tutmaya başladı.

Ancak ABD'deki yıllık enflasyon oranının şu an sadece yüzde 2,6 olduğunu da belirtmem gerek. Amerikalıların paniklemelerine bakılırsa algının her zaman gerçekten daha önemli olduğu sonucuna varırız.

Öne çıkan farklar

Amerika ve Türkiye gibi bambaşka boyutlarda, kültürlerde ve demokratik geleneklere sahip iki ülkeyi karşılaştırmak bizi çok sağlıklı sonuçlara ulaştırmaz.

Amerika güçlü demokratik geleneklere ve oturmuş bir anayasal düzene sahipken Türkiye’nin demokrasi deneyimi daha kırılgan bir geçmişe dayanıyor.

Amerika’nın çok kültürlü yapısı toplumsal gerilimlere rağmen ülkenin yeniden toparlanma kapasitesini artırabilir.

Amerika küresel bir süper güç olarak iç politikadaki çalkantılardan etkilenmesine rağmen dünya sahnesindeki ağırlığını sürdürüyor. Türkiye ise bölgesel bir aktör olarak farklı bir siyasi denklemde yer alıyor.

ABD’nin Türkiye’ye benzer şekilde demokrasi ile otoriterleşme arasında bir gerilim yaşadığı söylenebilir. Her iki ülkenin de kendi özgün koşulları ve tarihsel bağlamları olsa da bu eğilimler demokratik değerlerin kırılganlığını ve toplumsal kutuplaşmanın tehlikelerini gösteriyor.

Ancak ABD daha köklü demokratik gelenekleri sayesinde bu süreci tersine çevirme kapasitesine sahip. Türkiye ise bu tür eğilimleri daha uzun süredir yaşıyor ve bu durumun etkileri toplumsal dokuda daha derin hissediliyor.

Türkiyeleşmenin Amerika için anlamı

Amerika’nın Türkiyeleşmesi benzetmesini demokratik kurumların zayıflama tehlikesine dikkat çekmek için bir metafor olarak kullanıyorum. Ancak bu benzetme iki ülkenin bağlamlarının farklılığını göz ardı etmeden ele alınmalı. Amerika köklü demokratik gelenekleri sayesinde bu tür bir sürecin etkilerini sınırlayabilirken Türkiye’nin demokrasi yolculuğu daha dalgalı bir seyir izliyor.

Amerika’nın Türkiyeleşmesi ifadesi küresel ölçekte artan popülist yönetimlere, otoriterleşme eğilimlerine ve demokratik normların zayıflamasına yönelik bir uyarıdır. Hem Türkiye hem de Amerika bu süreçlerden ders alarak demokrasi ve özgürlük değerlerini yeniden canlandırma potansiyeline sahiptir.

Ertegün kardeşler ve müzisyen misafirleri Atatürk'ün ahşap büstünün önünde sohbet ediyorlar

Atatürk'ün gölgesinde

Bence Türkiye'nin Amerika'ya en büyük olumlu katkılarından biri yıllar önce Washington Büyükelçimizin ve ailesinin oradaki ırkçı düzene ve ırkçılara ayar veren bir rol modeli olmasıdır.

1930'lu ve 1940'lı yıllarda ABD'de siyahi ve beyaz müzisyenler beraber çalamazlardı. İzleyiciler de karışık oturamazdı, değişik ırklar için değişik konserler verilirdi.

Bu uygulamanın tek istisnası Türkiye'nin Washington Büyükelçiliğiydi. Büyükelçi Münir Ertegün'ün oğulları Ahmet ve Nasuhi caz ve blues meraklısıydılar. Kulüplerde tanıştıkları Duke Ellington gibi ünlü siyahi müzisyenleri o zamanlar hem Büyükelçilik hem de ikametgah olarak kullanılan tarihi binaya davet ettiler ve süper konserlere vesile oldular.

Büyükelçiliğe komşu olan Güneyli bir senatör Münir beye bir mektup yazarak mahallelerinde siyahilerin evlere ön kapıdan giremeyeceklerini iletti. Münir bey de cevabında "bizim tüm dostlarımız ön kapıdan girerler, ancak siz geldiğiniz takdirde arka kapıdan girmenizi temin ederiz" diye yazdı.

Bu mektubu yazan ve Amerikalı senatöre ayar veren Türkiye'nin ABD Büyükelçisi Münir Ertegün vefat ettiği zaman naaşı Başkan Truman'ın emri üzerine dev Missouri zırhlısıyla özel olarak vatana getirildi.

Oğlu Ahmet Ertegün Amerika'da Atlantic Records şirketini kurdu ve Rolling Stones, Led Zeppelin, Ray Charles, Aretha Franklin, Eric Clapton, Cream, AC/DC gibi nice efsaneyi keşfedip müzik dünyasına kazandırdı.

Amerikan çorbasında Türkiye'nin de tuzu vardır.

Ertegün ailesi

Mehmet Ali Çiçekdağ kimdir?

Prof. Dr. Mehmet Ali Çiçekdağ İstanbul'da doğdu. Sankt Georg Avusturya Lisesini ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. İki yıl Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesinde asistanlık yaptıktan sonra burslu olarak ABD'ye gitti. California Üniversitesi'nin Santa Barbara kampüsünde siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktora yaptı. 40 yıldan fazla ABD'de kalan Çiçekdağ çeşitli üniversitelerde Amerikan politikası, uluslararası ilişkiler ve mukayeseli devletler dersleri verdi.

Çiçekdağ'ın ikinci uzmanlık alanı Yabancı Dil Eğitimi ve Dilbilimidir. Monterey Institute of International Studies'ten eğitim dalında ikinci bir M.A. aldı. Defense Language Institute'te Akademik Eğitim ve Geliştirme bölümünün başkanlığını ve Türkçe Bölümünün başkanlığını yaptı.

1980'lerde Boğaziçi Üniversitesinde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde tam zamanlı öğretim üyeliği yapmış olan Çiçekdağ, bugünlerde aynı bölümde yarı zamanlı olarak Amerikan Politikası dersleri veriyor. T24'te siyaset ve müzik yazıları yazmayı seviyor.