Bu sene içerisinde Meclis'te görüşülmesi beklenen iklim kanun tasarısının iki önemli bileşeni olmalı. İlki, "İklim krizini nasıl durdurabiliriz?" İkincisi de "Biz elimizden geleni yapsak da freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağıya hızlanarak giden küresel ısınmaya karşı kendimizi nasıl koruyabiliriz?" İkinci kısmı bir diğer yazıya bırakarak birinci kısma odaklanacak olursak, her cümlede kendimize sormamız gereken bir soru olacak: Bu, iklim krizini durdurmaya yarayacak mı?
Ülkemiz bugün için senede yaklaşık 525 milyon ton sera gazı salıyor. Hedefimiz ise 2053 yılında bu değeri sıfıra indirmek. Mantıklı olan, önümüzde 30 sene olduğuna göre her sene 525/30 = 17,5 milyon ton azaltım yapmaktır. Her sene 17,5 milyon ton azaltım yapacağımıza göre bunu sektörlere dağıtır ve her sektörün azaltım miktarını belirleriz. Sonra her sektörün kendi içinde bu azaltım miktarını şirketlere ve kuruluşlara pay eder ve sene sonunda bu kadar azaltım yapmış olmalarını bekleriz. Ancak olay bu kadar basit değil. Öncelikle azaltımlar doğrusal olarak değişmeyecek. Yani, hızlı azaltılabilecek alanlar harekete geçtiklerinde ilk senelerde hızlı bir düşüş meydana gelecek, sonra da düşüşün hızı zor azaltım olan sektörler nedeniyle yavaşlayacak. Aynı sektör içerisindeki değişik şirketler arasında bile kolay ve zor azaltım yapabilme kapasitesi nedeniyle farklılıklar oluşacak. Kısacası, olay bu kadar basit değil. Biz yine de tüm bu hesapların hakkaniyetli biçimde yapılabildiğini varsayalım. Bunun sonunda her sene ortalamada 17,5 milyon ton azaltım yapabilirsek, hedefi tutturabiliriz.
Bu azaltımı yapabilmek için önümüzde kabul edilen iki yöntem var: Karbon piyasası ve karbon vergisi. Karbon vergisi, nispeten kolay anlaşılan ve kolay uygulanabilecek bir çözüm. Saldığımız her ton karbon için 30 bin TL vergi verirsek gerekli azaltımı ülkece sağlayabiliriz. Toplanan bu vergiyi yenilenebilir enerjiye harcayabiliriz ya da her vatandaşa eşit olarak dağıtabiliriz hatta aklınıza gelen başka bir yöntemi uygulayabiliriz. Ancak neoliberal ekonomik sistem bu vergi işinden hiç memnun olmadığı için gelişmiş ülkeler karbon vergisinden uzak duruyorlar.
İkinci ihtimal de karbon piyasası, yani her şirketin ne kadar karbon salmaya izni olduğu önceden belirlenecek, daha fazla salanlarla daha az salanlar aralarında haklarını takas edecekler ve sonunda senelik ortalama 17,5 milyon ton azaltım sağlamış olacağız. Bu usul de kağıt üzerinde gayet hoş görünüyor. Ama detaylara geldiğimizde çok önemli problemler barındırıyor.
Öncelikle, ülkemizin bir azaltım hedefi yok. Yani, ortada “17,5 milyon ton azaltmalıyız” diye bir kural yok. Durum böyle olunca da neyi şirketlere pay edip, "Bundan fazla salamazsınız" denilecek? Bugün devletimiz sınırları içinde karbondioksit salmak serbest. Kısıtlı olmayan bir metanın ticareti de yapılamaz bildiğim kadarıyla. Henüz hiçbirimiz aldığımız nefese para vermiyoruz. O nedenle karbon piyasasının çalışabilmesi için öncelikle ülkemizin bir azaltım sözü vermesi gerekiyor. O azaltım sözü olmadan karbon piyasası da olamaz.
Diyelim bir azaltım sözü verdik. O zaman karşımıza ikinci sorun dikiliyor. Aslında bizi kendi usullerimize bıraksalar bizim azaltım yapacağımız ya da karbon piyasası kuracağımız yok ama Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat söylemine dayanarak ihracattan karbon vergisi alacağını söylediği için biz de mecburen bir karbon piyasası kurmak zorunda kalıyoruz. Yalnız, sadece bir karbon piyasası kurmuş olmak bizi kurtarmıyor. O piyasada karbonun el değiştirme bedeli AB piyasasındakine eşit olmak zorunda yoksa aradaki farkı gene AB, ihracatçıdan talep ediyor. Yani, AB piyasasında karbonun tonu bu sene 100 euro ise, bizim piyasada da 100 euro veya üzerinde olmak zorunda. Bu da doğal olarak konuyu vereceğimiz azaltım sözüne geri getiriyor. Eğer şu anda olduğu gibi bir azaltım sözümüz olmazsa kurulacak piyasa gönüllü bir piyasaya dönüşür, gönüllü piyasalarda da karbonun fiyatı 1-2 euro civarındadır. Bu fiyat da bizim ihracatçımızı sınırda vergi yükünden kurtarmaz. O noktada da vereceğimiz azaltım sözünün fiyatı 100 euro civarına taşınması gereklidir ki bunu öngörebilmek oldukça zor bir problemdir. Velev ki bunların hepsini yaptık ve en son noktaya geldik... Artık karbon fiyatının 100 euro olduğu bir piyasamız var ve tüm şirketler bu piyasada takas yapıyorlar. O zaman da karşımıza çok daha zorlu bir problem çıkıyor.
Bir şirket kurallara uymazsa ne olacak? Yani kendisine tanınan kotanın çok üzerinde salım yaparsa ve takas yapmayı da kabul etmezse bunun yaptırımı ne olacak? Özellikle de bu şirket AB’ye değil de Afrika’ya ihracat yapıyorsa ne yapacağız? AB bunun çözümünü piyasadaki karbon fiyatının oldukça üzerinde bir ceza uygulayarak bulmuş. Karbonun piyasadaki fiyatı ton başına 100 euro ise, sisteme uymayanlara 150 euro ceza kesiyor ve bu şekilde sisteme uymak, şirketler açısından avantajlı hale geliyor. Şimdi ülkemizi düşünün. İhracat yapan bir şirkete ceza kestiniz diyelim ve şirket bunu ödemedi. Nedir bunun yaptırımı? Ne yazık ki yok! Bir dönem sonra bir vergi affı geliyor ve şirket bunun onda birini ödeyerek cezadan kurtuluyor. Ülkemizdeki sistem, işini düzgün yapanın bedel ödediği bir sistem olduğundan böylesi bir 150 euro cezanın işlemeyeceğini kolayca görebiliyoruz. Ceza 15 euro seviyesine düştüğü zaman da piyasada 100 euro seviyesinde takas yapmanın herhangi bir anlamı kalmıyor.
Elbette daha şirketlerin doğru ölçüm ve bildirim yapmaları, bunun bağımsız denetçiler tarafından izlenmesini, düzgün veri tutulmasını ve bu veriye güvenilmesini, arada da büyük ölçekli kaçaklar olmamasını konuşmadık. Dolayısıyla sistem kağıt üzerinde çok güzel duruyor olabilir, ama ülkemizin ekosistemi içerisinde çok değişik sebeplerden dolayı çalışması pek kolay değildir. Biliyorsunuz, sosyal bilimlerde çokça kullanılan bir mahkumların ikilemi analojisi vardır. Benzer şekilde en faydalı çözüm herkesin kurallara uygun hareket etmesidir, ama eğer kurallara uymamanın bedeli çok düşükse oyuncuların kurallara uymak için fazla bir istekleri kalmaz. Bizde de kurallara uymayanların oldukça ucuz kurtardıkları bilindiğinden, karbon piyasasının olması gerektiği şekilde çalışması neredeyse imkansızdır.
Levent Kurnaz kimdir?Levent Kurnaz İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi'nden 1988 yılında Elektrik ve Elektronik Mühendisi olarak mezun oldu. Aynı üniversitede 1990 yılında Fizik lisans ve Elektronik Mühendisliği yüksek lisans programlarını tamamladı. ABD'deki Pittsburgh Üniversitesi'nden 1991 yılında fizik yüksek lisans, 1994 yılında doktora derecelerini aldı. 1992 yılında FCC lisansı alarak WPTS radyo istasyonunda program yapımcısı olarak çalışmaya da devam etti. 1995 - 1997 yılları arasında New Orleans'daki Tulane Üniversitesi Kimya Bölümü'nde petrol sızıntılarının temizlenmesi üzerine doktora sonrası araştırmalar yaptıktan sonra Türkiye'ye döndü. 1997 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor. 2014 yılında kurucusu olduğu İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi'nin de halen müdürlüğü görevini yürütüyor. Temel bilimlerin değişik alanlarında yayınları olan Levent Kurnaz'ın diğer kitaplarının yanı sıra iklim değişikliği alanında yazdığı "Son Buzul Erimeden" ve sürdürülebilirlik alanında Gülin Yücel ile birlikte kaleme aldığı "Yeni Gerçeğimiz Sürdürülebilirlik" kitaplarını raflarda bulmak mümkün.
|