İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği suçlar aynı zamanda İsraillilere karşı işlenmiştir.
Hastane ve okullara, tuzağa düşürülen bütün sivil halka ayrım gözetmeksizin yönelttiği bombardımanlarla İsrail, gayri insani davranarak bütün uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmekle kalmamakta, aynı zamanda kurulduğu 1948 yılından beri hiç görülmemiş ölçüde kendisini tehlikeye atmaktadır.
Zira İsrail, Filistin’de bütün bölgede, sönmez bir nefreti tahrik etmektedir. Hamas’ı yok etmek istediklerini söylüyorlar. Ancak, herkes gibi onlar da pekala biliyor ki, iki buçuk milyon Gazzeli’nin ortasında yaşayan birkaç bin muharibi; on binlerce, belki yüz binlerce masum kadın ve çocuğu öldürmeden yok etmek imkânsızdır.
Ve İsrail, bütün Hamas mensuplarını yok etme hedefine ulaşsa bile Filistin halkının direniş ruhunu öldürmeyi başaramaz. Bir ölüye mukabil on muharibin ayağa kalkacağı muhakkaktır. Bütün ulusal mücadelelerde bu böyle olduğu gibi, 75 yıldır toprakları için savaşan Filistinliler için de böyledir. Yapılan katliamlar sebebiyle dehşete düşen komşu halkların dayanışmasını da hesaba katmak lazımdır. Gayri adil, ama kaçınılmaz gördükleri bir duruma zamanla alışan bu halklar, günümüzde uyanarak İsrail’le barış yapan hükûmetlerine hesap soruyorlar!
İsrail Devleti’nin, ölülerinin intikamını alması mı gerekiyordu? Peki, Filistinlilerin; binlerce ölülerinin, on binlerce yaralılarının, taş attıkları için sakatlanan ya da hapsedilen çocuklarının intikamını alma hakları yok mudur? Hamas’ın eylemi, bir anda gökyüzünden düşmemiştir: 75 yıldır süregelen zulümlere, sefalete ve aşağılanmalara karşı bir tepkidir.
ABD ve Batı âleminin hükûmetlerinin çoğu tarafından desteklenen İsrail, yaralı bir dev gibi, savunmasız bir halktan intikam alıyor.
Bölgenin en büyük askeri gücü olsa da sadece kuvvet kullanma yoluyla güvenliğini asla kazanamaz. Aksine, kendi geleceğini büyük tehlikeye atıyor.
"İki devletli bir çözümü müzakere etmek lâzım " diyor en akl-ı selim sahibi İsrailliler; "Yoksa dosdoğru felakete gidiyoruz..."
Hâlâ zaman var mı?
Kenize Mourad kimdir?Kenize Mourad, 1940'ta, Sultan V. Murad’ın torunu Selma Rauf Hanımsultan ve Hindistan'da Kotwara Yasama Meclisi üyeliği yapan Sacid Hüseyin Ali'nin kızı olarak Paris'te dünyaya geldi. "Rajkumari Kenize de Kotwara" olan asıl adını, Fransa'da ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçtiğinde nüfusa kayıt olurken "Kenize Mourad" olarak değiştirdi. İki yaşında annesini kaybettikten sonra bir Fransız aile tarafından yetiştirildi. Bir süre hosteslik, çocuk bakıcılığı yaparak, operada bilet satarak geçindi. Çocukluğunu geçirdiği Paris'te yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra bazı Fransız dergilerinin Ortadoğu muhabirliği yapmaya başladı. 1971’den itibaren belgeler servisine bağlı makaleler yayınlamaya başladı. Sorumluluk alanını kapsayan Bangladeş ve Pakistan gibi ülkelerde bir süre yaşadı. Bangladeş, Etiyopya ve 1982 yılında Beyrut kuşatması sırasında üç ay boyunca Lübnan'da kalarak bir yıldan fazla bir süre İran devrimini kapsayan savaş muhabirliği yaptı. 1987 yılında Fransa'da yayınlanan, De la part de la princesse morte (Saraydan Sürgüne) adlı ilk romanında sürgünde ölen annesinin hayatını anlattı. Bu romanı dünyada en çok satan kitaplar listesine girerek otuzdan fazla dile çevrilip kırk iki ülkede yayımlandı. Eserleri:
|