Selin Gören*
18 yaşında, Fridays for Future Türkiye'de iklim aktivisti, Robert Kolej'de 12.sınıf öğrencisi
Çocukluğumdan beri çevremde beni en çok üzen şey yapılan haksızlıklardı. Doğaya, ağaca, hayvana, insana yapılan haksızlıklar… Hiçbiri diğerinden daha önemsiz değildi, benim için hepsi birdi. İşyerinde emeğinin karşılığı olan ücreti alamayan kadınları, habitatları tahrip edilerek yaşam hakkı ellerinden alınan hayvanları görüyordum ve her defasında aklımda Şair John Donne'un bu sözü yankılanıyordu: "Sorma çanlar kimin için çalıyor diye, onlar senin için çalıyor." Bu haksızlıklara karşı çıkmam için bireysel olarak yaşamam şart değildi bunları, çünkü bir canlıya yapılan haksızlık dünyanın sakinleri olarak hepimize yapılmış sayılır. Bu bakış açısı her zaman hayatımı kolaylaştırdı diyemem tabi. Arkadaş çevremde bile birçok insanın birbirine yaptığı haksızlıkları, insanların birbirlerine ve doğaya karşı sevgisizliklerini görüyor, "Nasıl olsa bana yapmadı ya!" deyip hiçbir şey olmamış gibi devam edemiyordum. Bu kadar okuyan, bu kadar idealist insanlar olarak, eleştirdiğimiz konularda değişim yaratmaya geldiğinde nasıl sessiz kalabilirdik? Deliler Kahvehanesi'ni kuran Ali Denizci'nin söylediği gibi "Görüyorsam, duyuyorsam sorumluyum."
Bu sorgulamalar beni farklı bir farkındalığa götürdü. Elbette eğitim ve bilgi çok önemli, fakat gerçek hayata entegre edilmeyen idealler yalnızca akademik başarıyı getiriyor. Toplumda fark yaratanlar ise genelde o idealleri içselleştiren insanlar. Örneğin Simone De Beauvoir'ın yazılarını okumuş olmak sizi feminizm hakkında bilgili bir insan yapar. Ama bana kalırsa feminizm aksiyonlarla ortaya çıkar; çevresindeki kadınları destekleyen, kadın dayanışmasına önem veren ve aktif olarak toplumsal dönüşüm için çalışan kişiler, konu hakkında ne kadar fazla okudukları bir kenara, bu fikri içselleştirenler. Bilgi ancak iyi niyetli ve fark yaratmak isteyen kişilerin ellerinde anlam kazanıyor. Yani eğitim bence kalpten başlamalı.
Bu düşünceler aklımın bir ucunda hep vardı. Geri dönüp baktığımda fark ediyorum ki özellikle doğa için hak savunuculuğu çocukluğumdan beri içimde olan bir istek. Bahçeşehir'de "Gölet" ismini verdiğimiz parktaki ağaçlar kesilmesin diye verilen mücadeleye dahil olurken de, permakültür öğrenirken de hep doğal yaşamın korunması için mücadele ediyormuşum aslında. Fakat beni asıl aksiyona geçiren Fridays for Future (FFF) hareketini Türkiye'de başlatan 12 yaşındaki Atlas Sarrafoğlu ve Açık Radyo'nun kurucusu Ömer Madra ile tanışmamdı. Eğer hayatımı değiştiren bir gün varsa, o, 4 Mayıs 2019 günü Cezayir Salonu'nda Yeşil Düşünce Derneği ile Yeşil Avrupa Vakfı'nın düzenlediği "İklim Buluşması"na gitmemdi. Bundan iki gün sonra okulda AP sınavlarımız olduğu için gidip gitmemekte kararsızdım, fakat bu belki de hayatımda verdiğim en doğru karardı. Orada, benim ders veya hobi olarak yaptıklarımın, bilimin, politikanın, organizasyonun dünyanın karşı karşıya kaldığı en büyük sorun olan iklim krizinin çözümü için nasıl bir araya getirildiğini ve en önemlisi toplumdaki bilinci yükseltmek için nasıl kullanıldığını gördüm. Ve o anda fark ettim ki değişim işte burada. O güne kadar kazandığım farkındalığı ve ekolojiye olan ilgimi işte burada bir değişim yaratmak için kullanabilirim.
Hak savunuculuğunun evrenselliği
Böylelikle iklim aktivistliği serüvenim başladı ve artık yaklaşık birinci yılını dolduracak olan bu macera bireysel olarak beni en çok geliştiren, en çok büyüten ve ilham kaynağım haline gelen birçok insanla tanışmama aracı olan yol oldu. Yazın Atlas Sarrafoğlu ile katıldığımız, Fridays for Future hareketinin Lozan'daki zirvesinde bu hareketi başlatan genç kadın Greta Thunberg ile tanıştım. Cenevre'ye doğru yaptığımız bir tren yolculuğu sırasında Greta'ya "Kazdağları Kardeşliği"nden bahsettim. Greta'nın "Kazdağları hepimizin!" dediği bir video çekerek, ekosistemlerin tahribatına karşı çıkan hak savunucuları için paylaştım. O anda İsveç, Türkiye, Fridays for Future, Kazdağları Kardeşliği hangi ülkedeki hangi barışçıl hareket söz konusu olursa olsun hak savunuculuğunun evrenselliğini bir kez daha fark ettim.
Bu uluslararası konferanstan döndükten sonra 20 Eylül'deki büyük iklim grevimiz için Türkiye'deki çalışmalarımız başladı. Sıfır Gelecek platformu içinde bizi desteklemek için bir araya gelen çevre odaklı sivil toplum kuruluşlarının da desteğiyle güçlü bir kampanya yürüttük. Benim içinse belki de en anlamlı birleşme Türkiye'deki lise öğrencileri arasında oldu. Liseleri de iklim adaleti için mücadeleye dahil etmek istedim çünkü artık fizik, biyoloji, coğrafya bilen; bilim öğrenen gençler olarak bizim harekete geçmemiz gerekiyordu. Ve geçtik de. Zor bir süreçti, FFF içindeki bütün liseli arkadaşlarım okullarından izin alabilmek, daha fazla insan getirebilmek, kendi okullarında iklim krizine ve ekolojik yıkıma dikkat çekebilmek için çok uğraştılar. 20 Eylül günü bizimle 80'e yakın liseden binlerce öğrenci "Ya Sıfır karbon Gelecek ya da Sıfır gelecek" dedi. Sadece İstanbul'da değil; Bodrum, İzmir, Ankara, Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Kocaeli ve Muğla'da da bu ses yankılandı. Türkiye'de toplamda 10 bin, bütün dünyada ise 7,5 milyon insan sokağa çıktı ve gelecek nesiller için iklim adaleti talep etti.
Kişisel çıkarların çok ötesinde duran bir kriz
O gün aramızda işini bırakarak gelen yetişkinler de vardı. Hem kendi jenerasyonum hem de gelecek jenerasyonlar için onlara teşekkür ederim. Hatta soyu tükenme tehlikesi altında olan bütün canlılar adına teşekkür ederim. Çünkü bu kişisel çıkarların çok ötesinde duran bir kriz. Bu bir acil durum. Ve insanlar 20 Eylül grevlerine katılarak iklim acil durumunu önemsediklerini gösterdiler.
Fakat elbette önemsemek yalnızca bir başlangıç. Her şey farkında olmakla ve bilinçlenmekle başlıyor ama devamı gelmeli. Bu yüzden yerel yönetimlerle ve politikacılarla konuşuyoruz, onlardan tüm canlıların geleceği için karbon emisyonlarının azaltılmasını ve iklim krizinin müfredata dahil edilmesini istiyoruz. Şu anda elimden gelen yazı yazmak, konferanslara katılmak, iklim grevleri düzenlemek. Fakat bu konunun peşini bırakmaya niyetim yok. İstiyorum ki daha fazla politikacı, şirket yöneticisi, bilim insanı aynı zamanda iklim aktivisti olsun ki bunun örneklerini gerek Türkiye'de gerekse küresel çapta nadiren de olsa görüyoruz. Veya iklim aktivistleri ilerde bu pozisyonlara gelsin. İşte ancak o zaman sistemsel bir dönüşüm gerçekleşebilir ve hem küçük hem de büyük ölçekte sürdürülebilir çevre politikaları uygulamaya konulabilir.
"Benim bir hayalperest olduğumu söyleyebilirsin, ama ben yalnız değilim. Umarım bir gün sen de bize katılırsın ve dünya yekvücut olarak yaşar." - John Lennon
*Kendine Ait Bir Köşe, Uluslararası Af Örgütü ve T24 işbirliğiyle hayata geçirilen, kadın ve LBT+ hakları mücadelesinde yer alan hak savunucusu ve aktivistlerin kendi deneyim ve gözlemlerini aktarmasını önceleyen bir yazı dizisidir. Bu yazıdaki tespit, görüş, tavsiye ve yorumlar tamamen yazarın kendi görüşlerini yansıtmaktadır. Uluslararası Af Örgütü'nün yazılarla ilgili hiçbir yasal ve idari sorumluluğu bulunmamaktadır.