"dış dünya diye bir şey var/mış
babaların yıllarca aynı koltukta oturup okuduğu
gazete küpürlerinden kalmışmış aklımda
babalar solmuş koltuklarda
solgun gazetelerle yellerlermiş
askıda sallanan gökkuşağını"
Desen: Selçuk Demirel
Geçen haftalarda doğum günümdü. Babam aradı "İyi ki varsın" dedi. "İyi ki" dedim.
İnsan doğarken ailesini, doğduğu ülkeyi, şehri, akrabalarını seçemiyor maalesef. Daha doğar doğmaz bir durumun, bir oluşun içine atanıyor. Adın, kimliğin, cinsiyetin, dinin hepsi bir bir sormadan atanıyor. Hiç kimse sormuyor sonraki zamanlarda da.
"Bu şehri seviyor musun, adını seviyor musun, yönelimin ne, bu cinsiyete ait misin?"
Sormuyorlar.
Esas olduğun kimlik, taşımak istediğin isim, ait olduğun cinsiyet, yönelim, din veya dinsizlik, kurallar, dayatmalar içinde sürekli mücadele veriyorsun. İstemediğin kıyafetleri giyiyorsun, istemediğin oyunları oynuyorsun, istemediğin yataklarda yatıyorsun, evlerde yaşıyorsun, işlerde çalışıyorsun, istemediğin kavgaları yapıyorsun.
Kavgadan kaçmak istiyorsun, içine biraz daha sokulabilmek için, kaçtığın için tekrar kavga ediyorsun. İstemediğin okulların istemediğin bölümlerinde okuyorsun. Okulu istesen de istemediğin isimlerle çağrılıyorsun. İstemediğin kimliklerle verilen istemediğin pasoları taşıyorsun cebinde.
Geçen gün sohbet ettiğim dünyalar güzeli bir trans kadın arkadaşım çok severek kazandığı bölüme, okuluna devam etmek istemediğini paylaştı benimle. Sebep mi? Çocuklara ne çocukken ne de büyüdüğünde sorulmadan, dayatılarak atanan isimler, kimlikler, cinsiyetler. Bize bu isimleri ve kimlikleri dayatanlar istemediğiniz bir isimle 50 kişilik bir sınıfın içinde size hitap edilmesinin ağırlığını bilemezler. İsminizle çağrıldığınız zamanlardaki böbürlenmeleri, içten sinsice sırıtmaların pis ifadesini göremezler. Her gün kanayan yarayı tek başına nasıl sağalttığınızı anlayamazlar. Bizden neler alınıyor, çalınıyor diye düşünüyordum yıllar öncesinde. Bizden olabileceğimiz ve yapabileceğimiz şeyler çalınıyor. Bu kız sırf bu ağırlığı taşıyamayacağı için vazgeçiyordu geleceğinden. Varoluşundan.
Varoluşunu gerçekleştirmek için gitmek dışında, içe yönelmek dışında bir seçenek var- mı?
Kocaya, babaya, hocaya, aşka, acıya, dayatmalara çevrilecek bir göz dışarıya değil kendi içine dönmeli öncelikle.
İçsellikte bir sıçrayışla yakalayabileceğin şeydir çünkü gerçek hayatın hakikati. Bu hakikat yolculuğunda "Buradayım" demenin dışında bir iç yolculuğu yok. Bu yolculuk önce babalara verilen cevaplarla başlar. Sonra bizi kabul etmeyen sevgililerden, okullardan, kadınlardan ve lubunyalardan nefret eden şehirlerle mücadeleyle başlar. Hayatımızdan değil bize bu hayatı yaşatmayanlardan gitmeli. Başka bir yol yok.
İnsan yürüdüğü bu yolda kendisini buluyor çünkü. Bu yolda kendini ortaya çıkarıyor. Bu gitmelerde, terk etmelerde buluyor kendini. "Varoluş" dediğimiz şey dünya üzerindeki bu gitmelerdir. Didinmelerdir. Lubunyanın gitmeye yazgılı bir varlık olması bundandır. Aksi takdirde hayat içinde yitip gidecektir. Kendini unutacaktır. Unutturulacaktır.
Kendini bulmak, kendini göstermektir biraz da. Daha çok oku, daha çok çalış, daha çok güçlen, bilgilen, paranı kazan, kendini ispat et… "Çok", az kalıyor bunların yanında.
Varoluş bu yüzden lubunya için öncelikle yalnız çıkılan iç yoludur…
Çünkü insan sadece yalnızken, kendi başınayken varoluşunu kavrayabiliyor. Kalabalıkların hakikatsizliğinde, göstermelik aile sevgisinin yalanlığında olmuyor varoluş. Çünkü kalabalık duygular kişiyi dışlıyor. Kalabalıklardan arınmamış aşklar da. Kişinin gerçekliğini kaldıramayan insanlar; toplumu, aileyi, ortaya atarak hayal ihlali, hayat ihlali yapıyor. Beden ihlali yapıyor.
"Toplum içinde elini tutamam" diyen, "ilişkimiz gizli olsun" diyen "genel ahlak kuralları, kariyerim" diyen sevgiliyle "erkek gibi davran, al bu kalasları taşı, savaş, öl, öldür" deyip çocuğunu cezalandıran babalar arasında bir fark yok çünkü. Okullarda uğradığımız akran zorbalığı arasında da bir fark olmadığı gibi.
"Al senin olsun kuralların, al senin olsun bu yalandan hayat, yalandan aşk, yalandan sevgi. Al senin olsun ailen, toplumun, kalabalığın. Al senin olsun babalığın, kocalığın, hocalığın. Al senin olsun bana sunduğun bana ait olmayan bu yalandan hayat" demek dışında bir seçenek kalmıyor.
Çünkü "hakikat içsellikte ve insanın kendi bireyselliğinde ve öznelliğinde ortaya çıkabilecek olan varoluşsal bir iletişimdir".
İşte bu yüzden bu doğum günü yazımı, onlarla mücadele ederken feminist olmamı sağlayan babama ve sevgililerime ve bütün zorluklara rağmen kendi varoluşunu gerçekleştiren LGBT+ çocuklara armağan ediyorum. "İyi ki varız."