Son dönemde medyada, ”bürokrasiyi alaşağı etmek”, ”mevzuatı bir kenara bırakıp, işine bakmak”, ”söz dinlemeyen bürokratın kafasında sandalye kırmak”, gibi Devlet büyüklerimizin ifadelerine atfedilen haberlere sıkça rastlar olduk. Bir de iktidara geldiklerinde, bürokratlardan hesap sormaktan bahseden muhalefetimiz var. Bir bürokrasi/bürokrat düşmanlığıdır gidiyor.
Bürokrasi ne anlama gelir?
Bürokrasi, dilimize Fransızca’dan girmiş yüzlerce kelimeden bir tanesi. Kelime, Latince “devlet görevlilerinin çalıştığı odaları ifade etmek için kullanılan bureau” ile hakimiyet ya da iktidar anlamına gelen “cratie” kelimelerinin birleştirilmesiyle ortaya çıkmış. Tabandan yukarıya çıktıkça daralan bir yapı içerisinde örgütlenmiş, genel kurallar ve işleyiş ilkelerine göre çalışan sistem ve kurallar bütünü olarak tanımlanıyor. Ünlü Alman sosyologlarından Max Weber’e göre, bürokrasi yazılı ve resmi kurallar çerçevesinde hiyerarşik bir düzen içinde işler. Her türlü eylem ve işlem yazılı belgeler temelinde yürütülür ve bu belgeler gerektiğinde kullanılabilmek üzere saklanır. Bürokrasi gayrişahsidir. İşlemler tamamen yazılı kurallara göre yürütüldüğünden kişisel düşünceler ve tavırlar değil, kurallar esastır.
Seçimle gelmeyen kamu görevlileri ve devlet memurlarına da bürokrat deniyor. Yaygın kullanımında ise bürokrat deyince müsteşarlar, valiler, kaymakamlar, büyükelçiler, genel müdürler, konsoloslar gibi devlet kademesindeki üst düzey yöneticiler anlaşılıyor.
Pejoratif anlamında bürokrasi
Maalesef günümüzde bürokrasi devlet hizmetinde kırtasiyecilik, yavaşlık, verimsizlik hatta rüşvet gibi kavramlarla özleşmiş. Bir devlet dairesine gidip istediğiniz bilgi ve belgeyi alamadığınızda, evraklardaki eksiklik nedeniyle geri çevrildiğinizde, hiç sorgulamadan ilk suçlanan bürokrasi oluyor. ”İşim bürokrasi engeline takıldı”, ”bürokraside boğulduk” diye yakınıp dövünmeye başlıyor insanlar. Hatayı kendisinde arayan yok. İktidarı elinde bulunduranlar da, istedikleri gibi at oynatamadıklarında bürokratları ayak bağı olarak görüyorlar.
Mülkiye düşmanlığı
Bürokrasi deyince akla ilk olarak 163 yıldır ülkenin ihtiyaç duyduğu “fikri hür, vicdanı hür” bürokratlar yetiştiren “ Mekteb-i Mülkiyye-i Şahane Osmani” gelir. Türkçesi de “Osmanlı Padişahlığı Yönetim Bilimleri Okulu” oluyor. Osmanlı döneminde Mülkiyeyi dereceyle bitirenler doğrudan saray katipliğine alınırmış. Nedense günümüzde bürokrasinin baş müsebbibi olarak da mülkiye görülüyor. Merhum başbakanlardan Turgut Özal, bir söyleşisinde Mülkiyelileri hiç sevmediğini, ama yakın çevresinin Mülkiyelilerle dolu olduğunu itiraf etmişti. Mülkiyeliler sık sık birbirlerini kayırmakla suçlanır. ”Önce Mülkiye, sonra Türkiye” yakıştırması da buradan kaynaklanır. Oysa Mülkiyelileri birbirlerine bağlayan kişisel çıkarlar değil, kamu yararının gözetilmesidir. Mülkiyeliler için önce vatan sevgisi gelir. Çünkü Mülkiyeliler, ”ey vatan gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz” marşıyla yetişmiştir. Mülkiye’den Marksist çıkar, liberal çıkar, Türk/İslam sentezcisi çıkar, ama hırsız çıkmaz. Mülkiyeli rüşvet almaz, ihaleye fesat karıştırılmasına göz yummaz.
Maalesef, Mülkiyenin egemen olduğu Maliye, Dışişleri ve İçişleri Bakanlıklarında, Özal’dan bu yana bürokrasinin belini kırmak kisvesi altında büyük bir yıkım yaşandı. Önce Hazine Maliyeden koparıldı. Teftiş Kurulu Başkanlığı, Hesap Uzmanları Kurulu kapatıldı. Dışişlerinde teşkilat yasası değiştirilerek neredeyse her yüksek okul mezununun diplomat olabilmesinin önü açıldı. Kariyerden olmayan büyükelçilerin sayısı hızla artmaya başladı. İçişleri'nde Mülkiye mezunu valilerin sayısı bir elin parmaklarının altına indi. Sonuç ortada.
Kolay hedef bürokrat
Bürokrat, her zaman kolay hedef olmuştur. En ufak bir aksaklıkta ilk suçlanan hep bürokrattır. Yurt dışında bir futbol takımının havaalanında karşılanmasında bir sorun çıktığında bile fatura zavallı büyükelçiye kesilir. Oysa Kardak krizinde ülkeyi savaşa sokmadan çözüm yolu üreten, kısa bir süre önce Ankara’da yaşanılan büyükelçiler krizinde, Türkiye’yi büyük bir açmazdan kurtaran uzlaşıyı bulan, Dışişleri'nin “monşer” bürokratları olmuştur. Ay başındaki, ”Antalya Diplomasi Forumu”nun başarısının arkasında da Dışişleri'nden gelen bir bürokrat ordusu yatmaktadır. Yine de son NATO Zirvesi'nde, müttefiklerince yeniden keşfedilmiş olmanın haklı gururuyla gülücüklerle NATO karargahına giren kalabalık Türk heyetinde bakanlar vardı, milletvekilleri vardı, danışmanlar vardı, korumalar vardı, ama Dışişleri bürokrasisinden kimse yoktu. İkili görüşmelere katılan heyetimizde sadece masanın ucunda kendisine yer bulabilmiş NATO Daimi Temsilcimiz görüntülendi. Garibim herhalde o da not tutan birisi olsun diye heyete dahil edilmiş.
Seçilmiş/atanmış kutuplaşması
Seçilmiş/atanmış kutuplaşması başka hiçbir ülkede Türkiye’de olduğu kadar keskin değildir. Seçilmişler yüceltilirken, atanmışlar hor görülür. Seçilmişlerle atanmışları aynı kefeye koymak, aynı kurallara tabii tutmak neredeyse suç gibi görülür. Seçilmişler protokolde, arabalarına Türk bayrağı çekerek devleti temsil eden, bürokrasinin en üst makamlarındaki valilerin, büyükelçilerin önünde yer alır. Seçilmişleri seçenin de, seçtirenin de atanmışlar olduğu kimsenin aklına gelmez.
Türkiye’nin siyasilerin söz geçirebildiği bürokratlardan daha çok, kafasında sandalye kırılacağını da bilse, yasaların öngördüğü çerçevenin dışına çıkmayan bürokratlara ihtiyacı var.