14 Mayıs seçimleri yaklaştıkça iç politika hareketlenirken dış politikada, depremin getirdiği taziye ziyaretleri haricinde belirli bir durgunluk yaşanıyor. Sadece batılı ülkeler değil, bir yılı aşkın bir süredir ilişkileri düzeltmeye çalıştığımız Mısır ve Suriye bile bekle gör politikası izlemeye başladılar. Seçim sonuçlarını beklemeden ilişkilerde canlılık yaşadığımız tek ülke ise seçimlere giderken "acaba yeni bir kriz çıkar mı?" diye endişelendiğimiz Yunanistan oldu. Türkiye'deki deprem felaketleri, ardından da Yunanistan'daki tren faciası, bir yıldır el sıkışmaktan kaçınan iki ülkenin dışişleri bakanları Çavuşoğlu ve Dendias'ın bir ayda iki kez kucaklaşmasına vesile oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan seçimlere mümkün mertebe dış dünya ile barışık bir Türkiye imajıyla girmek istiyor. Bugüne kadarki seçim konuşmalarında "Ey Avrupa" nidalarını hiç duymadık. Hafta içerisinde Ankara'yı ziyaret eden Irak Başbakanı Sudani'ye, yakın geçmişin en kurak kışını geçirdiğimiz bir dönemde Irak'a daha fazla su bırakma vaadinde bulunduk. Mısır'a yönelik barış taarruzumuz devam ediyor.
Suriye politikası değişiyor mu?
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu , Brüksel'de 20 Mart'ta katıldığı depremzedeler için düzenlenen bağışçılar konferansından sonraki basın toplantısında deprem haricinde iki konuya daha değindi. Birincisi katılımcı ülkelerin merakla beklediği Finlandiya ve İsveç'in NATO üyelikleri, diğeri ise Suriye ile ilgili söyledikleriydi. Çavuşoğlu birinci konuda Finlandiya'ya yeşil ışık yakarken, İsveç'e beklemeye devam mesajı verdi.
Suriye ile ilgili sözlerine ,"ben aslında normalleşme değil, Suriye yönetimi ile angajmana girmek olarak düzeltmek istiyorum" diye başlayan Çavuşoğlu, 10 yılı aşkın bir süredir devam eden Suriye sorununun çözümlenebilmesi için bugüne kadar çok sayıda platform kurulduğunu, gelinen aşamada elde sadece Astana sürecinin kaldığını, göçmenler arasında ülkelerine dönmek isteyenlerin güvenlik durumunun el vermemesi nedeniyle dönemediklerini, terör örgütü PKK'nın maalesef ABD'nin de desteğiyle güçlenmeye devam ettiğini, Türkiye'nin Suriye'nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini desteklediğini, tüm bu konuları görüşmek için Suriyeli yöneticilerle angajmana girmeyi denemek istediklerini dile getirdi. Bakan Çavuşoğlu konuşmasının Suriye ile ilgili bölümünde 3 kez daha angajman ifadesini tekrarladı.
Angajman, "yapılacak bir işle ilgili sözlü ya da yazılı bağlantı" anlamına geliyor. Kamuoyu, angajman kuralları terimiyle, ilk kez 2015 yılında Türk hava kuvvetleri unsurlarınca bir Rus uçağı düşürüldüğünde askeri alanda karşılaşmıştı. Angajman, diplomasi dilinde pek kullanılan bir kavram değil. Ama her hâlükârda ilişkilerin normalleşmesi ifadesinden daha zayıf bir anlam taşıdığı söylenebilir. Suriye yöneticileri ile başlatılmak istenilen normalleşme sürecinde, rejimin masaya koyduğu Türkiye'nin Suriye topraklarından askerlerini geri çekmesi, muhalefete verdiği desteği sonlandırması gibi ön koşullar nedeniyle bir gelişme sağlanamayacağı görülünce Bakan Çavuşoğlu tarafından angajman sözcüğünün bilinçli bir şekilde tercih edildiği söylenebilir. Suriye ile normalleşme olmadan angajman yoluyla sorunların çözülmesi mümkün mü, bekleyip göreceğiz.
İran-Suudi Arabistan Anlaşması
Türkiye, Mısır ve Suriye ile ilişkilerini onarmaya çalışırken Orta Doğu'da bir başka iki ülke, Suudi Arabistan ve İran, 10 Mart'ta imzaladıkları bir anlaşma ile ilişkilerini sessiz sedasız bir şekilde normalleştirdiler. Çin'in arabuluculuğunda gerçekleşen bu anlaşmayla, 2016 yılında kesilen İran ve Suudi Arabistan diplomatik ilişkilerinin iki ay içerisinde yeniden tesis edilmesi, iki ülkenin birbirlerinin egemenliğine saygı göstermesi ve karşılıklı olarak içişlerine karışmamaları, ekonomi, kültür ve spor alanlarındaki işbirliklerinin geliştirilmesi taahhüt ediliyor. Anlaşma içeriğinden daha çok Çin'in diplomatik girişimleriyle imzalanmış olması bakımından uluslararası çevrelerde dikkat çekti. Hatta edinilen bazı bilgilere göre, anlaşmanın müzakerelerinde İngilizce hiç kullanılmamış, anlaşma metinleri Arapça, Farsça ve Mandarin dillerinde hazırlanmış. Ana dilleri farklı olan iki ülke arasında İngilizce kullanılmadan müzakere masasında barış sağlanması diplomaside pek sık görülen bir yöntem değil. Burada da batıya bir mesaj verilmesi istenilmiş olmalı.
Çin'in önlenemeyen yükselişi
ABD son birkaç senedir bütün dikkatini Çin üzerinde yoğunlaştırmaya başladı. Birinci önceliği de Çin'in önlenemeyen yükselişini engelleyebilmek için başlıca tehdit olarak göstererek kuşatmaya almak, çevrelemek. Bu süreçte Irak'tan, Afganistan'dan çekilerek Güney Doğu Asya'da, Pasifiklerde yeni ittifaklar oluşturdu. Çin ekonomik üstünlüğünü tüm Dünya'ya kabul ettirdikten sonra sıra siyasi görünürlüğünü arttırmaya geldi. Ustaca bir manevrayla ABD'nin kuşatmasından sıyrılarak 10 Mart'taki İran-Suudi Arabistan Antlaşmasındaki fotoğraflarda boy göstererek Orta Doğu'da ben de varım dedi. Çin Lideri Şi Cinping hafta başında da Moskova'ya giderek Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüştü. Görüşmeden sonra yapılan açıklamalardan Şii'nin beraberinde Rusya-Ukrayna savaşını sona erdirmeye yönelik bir plan götürdüğü anlaşılıyor. Çin ekonomik ve siyasi alanlardaki hamlelerinden sonra bir de askeri üstünlüğü ele geçirirse, Amerika'nın korktuğu başına gelebilir.
İş işten geçmeden Amerika'nın da biran önce Çin ile angajmana girmesinde yarar yok mu?
Hasan Göğüş kimdir? Hasan Göğüş'ün ayrıca 42 yıllık meslek anılarını derlediği, Doğan Kitap'tan yayımlanmış "Zor Başkentlerde Diplomasi" isimli bir kitabı bulunmaktadır. |