Son birkaç yıldır, Türkiye- Avrupa Birliği (AB) ilişkilerini "ne seninle, ne sensiz"den daha iyi özetleyen başka bir söz olamaz. AB bizi üye olarak almak istemiyor, ancak Türkiye'den de vazgeçemiyor. Biz de tam üyelik koşullarını yerine getirmemek için, elimizden geleni ardımıza koymuyoruz, bir yandan da üye olmasak da olur, ama süreç devam etsin diye yalvarıyoruz. Bu koşullarda, ilişkilere egemen olan karşılıklı güvensizlik ve samimiyetsizlik kısır döngüsü, bir türlü kırılamıyor.
23-24 Haziran tarihli AB Konsey toplantısı
23-24 Haziran'daki AB Konsey toplantısında da garp cephesinde değişen bir şey olmadı. Bir önceki 25 Mart AB Konsey Sonuç Bildirisinde, Doğu Akdeniz başlığı altında, 10 paragraftan oluşan Türkiye'ye ilişkin yazımlar, bu kere sekiz paragrafa indirilerek Türkiye başlığı altında toplanmış. Ama yeri değişmemiş. Yine aday ülkelerle ilgili bölümde değil de, AB ile en ufak bir bağlantısı bulunmayan Rusya, Libya ve Beyaz Rusya ile alt alta. Zaten uzun bir süredir AB, Türkiye için aday lafını etmekten öcü görmüş gibi korkuyor. Sırf Türkiye'yi dışarıda bırakıp, diğer aday ülkelerle süreci ilerletebilmek amacıyla "Batı Balkanlar" diye bir kategori uydurdu. Sanki, Doğu Balkanlar'da AB üyesi olmayan ülke kalmış gibi.
Gümrük birliğinin güncellenmesi
Bazı iyimser yorumcular, 24 Haziran'daki sonuç bildirisinde, gümrük birliğinin güncellenmesi konusunda, küçük de olsa bir açılımdan bahsediyorlar. Oysa gümrük birliğine ilişkin 16. paragrafta sarf edilen bir takım yuvarlak lafların hepsi "not etmek" fiiline bağlanmış. Satır aralarına bir de, GKRY'nin tanınması koşulu sıkıştırılmış. AB jargonuna pek vakıf olmasam da, bildiğim kadarıyla çok taraflı diplomaside "not etmek" eylemsizlik anlamında kullanılır. 1985 yılında BM İnsan Hakları Komitesi'ne bağlı olarak faaliyet gösteren, "Azınlıkların Korunması ve Ayrımcılığın Önlenmesi Alt Komitesi" için, İngiliz raportör Whitaker'in hazırladığı ve içerisinde ermeni soykırımı iddialarına da yer verilen rapor, Alt Komite tarafından not edildiğinde, başta rahmetli Büyükelçimiz Ercüment Yavuzalp olmak üzere, hepimiz bayram etmiştik.
Velev ki tüm engeller aşılarak gümrük birliğinin güncellenmesi çalışmaları başladı diyelim. 27 ülkenin çıkarlarını korumak için canla başla savaşacağı bu müzakerelerin, ne zaman ve nasıl sonuçlanacağını kim kestirebilir? Gümrük birliğine dahil edilmesini istediğimiz, hizmet sektöründe, başımızı ağrıtan karayolu ulaştırmasında, Avusturya, bırakın kotaları kaldırmayı, 2016 yılından beri, Türk TIR'larının kendi topraklarından geçerken trene bindirilmelerini zorunlu kılıyor. Tarım lafı edildiğinde, Fransa hop oturup, hop kalkıyor. Tam üyeliği almadan, karşılaştırmalı üstünlüğümüz bulunan tarım ve hizmetler sektörlerinin hariç tutulduğu, kör topal işleyen bir gümrük birliğiyle, 80 milyonluk pazarımızı AB'ye açmakla iyi mi ettik, kötü mü ettik, herhalde bir muhasebesi yapılıyordur.
3 milyar Euro'luk ahlaksız teklif
3 milyar Euro'luk mali yardım karşılığında, Türkiye'den göçmenlerin Avrupa'ya geçişlerini önlemesini istenilmesi, insana, Robert Redford ile Debi Moore'un baş rollerini oynadığı ahlaksız teklif filmini hatırlatıyor. Parayla her şeyin elde edilebileceği düşüncesine kapılarak,18 Mart mutabakatıyla üstlenilen yükümlülüklerin bir kenara bırakılması, AB'nin ayıbıdır. Bu yaklaşım tarzı, yaraya merhem olmaz. Uzun dönemde ahlaksız teklif filmindeki gibi ilişkilere zarar verir.
AB, 15 Temmuz'dan sonra, Kopenhag kriterlerinden uzaklaştığımız gerekçesiyle, Türkiye ile üst düzey diyalogu askıya aldığını açıkladı. Bir anlamda "Ben sana küstüm, seninle konuşmayacağım" mesajı verdi. Hatırladığım kadarıyla, bu kararın resmen kaldırıldığı, bugüne kadar ne bir AB belgesinde kayıtlıdır, ne de bir AB yetkilisince dile getirilmiştir. Ama sığınmacılar, AB sınırlarını zorladığında, AB'li komiserler uçağa atlayıp Türkiye'ye gelirken kendi kararlarını rahatlıkla göz ardı edebildiler. Son konsey sonuç bildirisinde de göç, terörizmle mücadele ve çevre gibi konularda, AB'nin Türkiye ile diyaloğa hazır olduğu belirtilmektedir. Yine, AB'nin önceliklerine göre belirlenen bu alanlarda diyaloğa başlamadan, "Önce siz diyaloğumuzu askıya alma kararını kaldırdığınızı açıklayın" demek daha doğru olmaz mı?
Huntington'un sözleri
2002 yılında Harvard Üniversitesinde katıldığım bir seminerde, Samuel Huntington'un ünlü medeniyetler çatışması teorisini kendi ağzından dinleme imkanı bulmuştum. Huntington, 1990'lı yıllarda çok ses getiren bu teorisinde, Türkiye'yi Batı'nın değil, İslam medeniyetinin bir parçası olarak nitelendirmektedir. Sonradan yaptığımız kısa sohbette de, Türkiye'nin ne yaparsa yapsın, AB'ye giremeyeceğini, Almanya Şansölyelerinden Kohl'un bunu açıklıkla söyleyen ilk lider olduğunu, ama kapalı kapılar arkasında tüm Avrupalıların aynı düşünceyi paylaştığını söylemişti. Kitabında Türkiye'yi tarif ederken de "Batı'nın parçası olmak için yalvaran bir dilenci gibi hayal kırıklığı ve küçük düşürücü bir rol oynadığını" iddia etmektedir. Aradan geçen 25 yılda neredeyse Huntington'u haklı çıkarma noktasına hızla ilerliyoruz.
Sonuç olarak, 24 Haziran AB Konsey toplantısı sonuç bildirisiyle, Türkiye'nin herhangi bir kazanımı olmamıştır. En azından yaptırım tehdidinden kurtulduk diye düşününler varsa, 25 Mart'ta yapılan atıfla, bu tehdit de paketlenmiş olarak yerinde durmaktadır. Türkiye'ye, 24 Haziran'da, "Uslu çocuk olmaya devam edersen, elma şekerini vereceğiz" demekle yetinilmiştir. Elma şekerini alsak da, elmayı yiyip çubuğunun elimizde kalması ihtimali de var.