Eskiden tüm bunları cehaletle açıklamak mümkündü. Halk kitleleri yeterince eğitilmemişti. Okula gitmemişti. Çoğunun okuma yazması bile yoktu. Dünyadan habersizdiler.
Zamanla bunlara çareler bulundu. Herkes okullu oldu.
Sonra dendi ki, tamam okula gittiler ama bilgi herkese ulaşmıyor. Olanakları kısıtlı.
"Homo süper communicatus" döneminde bu itiraz da aşıldı. Artık elinde akıllı telefon olan herkes — ki hemen hemen yaşayan herkes anlamına gelmeye başlıyor — isterse her türlü bilgiye ulaşabiliyor.
Eski anlamında "cehalet" aşılmıştı. Ama sonuç pek sanıldığı gibi olmuyordu. Her şeyi öğrenecek, her bilgiye ulaşacak durumdaki insanlar, saçma sapan şeyler yapıyorlardı.
Niçin mi?
Çünkü bilgi girdiği yerin biçimini alıyordu. Dindarsa dindarlığına, faşistse faşistliğine, komünistse komünistliğine uygun raflara yerleştiriliyordu. Bilişsel yapı muhafazakardı. Kilitleri vardı.
Kara kutunun bölmeleri
İnsan kolayca inanç, itikat, dünya görüşü değiştirmeyen, bilişsel olarak inatçı bir canlı. Direniyor.
İçerdeki bölmelere uymayan enformasyon parçacıkları onu geriyor, rahatsız ediyor, dengesini bozuyor. Hele yaşadığı çevrede egemen olan anlayışa ters düşüyorsa bu rahatsızlık daha da artıyor.
İnsan onaylanmamaktan çekinen bir yapıya sahip. Sosyal anlamda korkak. "Uyumsuz" diye damgalanmak, sonunda yalnız kalmak, dışlanmak en büyük korkularından biri.
Birisi ona bu yaz sokakta dolaşan mini şortluların çoğaldığını mı söyledi… Bu gözlem, insanına göre, "Türkiye özgürleşiyor, ne güzel" ya da "Günahtır, başımıza taş yağacak!" bölmesine konabiliyor.
Gerektiğinde, çıkartılıp başkalarına o şekliyle aktarılıyor. Hatta gerektiğinde eyleme dönüşüyor. Savaşların, saldırıların, pogromların bir nedeni de bu. Kafadaki dar bölmeler…
Dip dalgaya ne oldu?
Son seçimin sonuçlarını da insanın bu bilişsel özellikleri içinde değerlendirmek gerekir. Siyasal kampanyalar yapıldı, sosyal medyada atışıldı, televizyon haberleri izlendi. Büyük çoğunluk aldığı bilgi parçacıklarını kendi kara kutusunun içinde kendince ait olduğu bölmeye koydu. İnançlarını, görüşlerini pekiştirdi.
Zaten, gelenleri seçerek içeri alıyorlardı. Seçerek yerleştirdiler.
Deprem ve ekonomik kriz gibi dev olgulara rağmen büyük değişiklikler gerçekleşmedi. Daha doğrusu, beklenen boyutlarda ve yönlerde gerçekleşmedi. Büyük dip dalgasının yerine, gidip gelen dalgacıklar gördük.
Ne ekonomi, ne sosyoloji, sosyal psikoloji
Bu seçim ekonomi ve sosyolojinin değil, sosyal psikolojinin belirlediği bir seçim oldu. Yani bilinçaltı ve bilinçüstü korkuların, kimliklerin, inkarların, kıskançlıkların, tapınma arzularının, hükmetme hırslarının yönlendirdiği bir seçim…
Korkulukların egemen olduğu bir seçim. İktidarın, böyle olmasını planladığını düşünüyorum.
Kesin sonuçlarla ilgili derinlemesine araştırmalarda şu soruların yanıtlarını görmek isterim:
Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması, çoğunluğu Sünni olan Orta Anadolu ve Karadeniz bölgesi seçmenlerini ne kadar etkiledi? Bu kesimler için HDP ile ittifakın ya da Kürt faktörünün yansımaları ne kadar önemliydi? Deprem bölgelerinden gelen şaşırtıcı sonuçlar kara kutunun derinlerindeki hangi bölmelerden çıkartılmıştı? Aynı korkunç yıkımın kurbanı olan Hatay’ın 50-50 bölünmesi nasıl açıklanabilir?
Evet, sosyal psikoloji bize bilginin girdiği yerin biçimini aldığını söylüyor. Ve kara kutunun içindeki bölmeleri değiştirmenin evin çatısını onarmaktan daha zor olduğunu!