Haluk Şahin

17 Aralık 2024

Genç erkekler “I-ıhh” derse kıyamet mi kopar?

Roman, istediğiniz yönde istediğiniz hızda koşabileceğiniz uçsuz bucaksız bir özgürlük çayırıdır. Orada her şey olabilir, yeter ki okuru inandırabilin. Eminim vakti gelince daha çok sayıda genç erkek de bunu keşfedecektir

Yeni kuşaklar attığım başlığı anlamakta zorluk çekebilirler. “I-ıhh” şuradan geliyor: 1960’lı yıllarda ünlü tiyatro oyuncusu Lale Oraloğlu tiyatrosunda Aristofanes’in savaş karşıtı Lysistrata adlı oyununu “Kadınlar ı-ıhh derse adıyla sahneye koymuş, bizim yasakseverler tiyatro sanatının bu büyük klasiğini müstehcenlik iddiasıyla yasaklayınca Lale Hanım sahnede açlık grevine yatmıştı. Kardeşim Abdullah orada çalıştığı için gidip görmüştüm.

Benim burada sözünü ettiğim “I-ıhh” erkeklerle ilgili. Ve konu yatak değil, edebiyat ve özellikle roman! Okumak ve yazmak!

Geçen hafta New York Times’da yayınlandı, birçok yerde de tartışıldı. Efendim, Amerika’da genç erkekler artık roman okumuyor ve yazmıyormuş. Hatta bütün olarak edebiyata burun kıvırmaktaymış. Bu, çok önemli bir kültürel kırılma noktası sayılmalıymış. Roman alanında “en çok satan”ların dörtte üçü kadın yazarlarınmış, alıp okuyanların da aşağı yukarı yüzde 80’i kadınmış.

Makalenin yazarı soruyor: Bu dengesizlik vahim bir sosyolojik ve kültürel soruna işaret etmiyor mu? Genç erkekler roman okumuyorsa kültür ve eğitim açısından ne anlama gelir?

Yazar, roman okumayan genç erkeklerin farklı olarak neler yaptığını da ima ediyor: Bilgisayar oyunları ve porno. Ve salonda yapılan spor!

Diplomalı hödük olmamak için

Kuşkusuz Amerika’nın bulguları Türkiye’ye tıpatıp uymaz. Ama yönelimlerin benzediğini söyleyebiliriz. Bizde de genç erkekler edebiyatla pek ilgilenmiyor, roman okumuyorlar. Özellikle roman alanında kadın okurların başatlığı çok açık.

İlk romanım olan “Babıali’de Cinayet: Gazeteciyi Kim Öldürdü?”yü yayımladıktan sonra sevinçle keşfetmiştim ki Türkiye’de beklediğimden fazla roman okuru var ve büyük bir çoğunluğunu kadınlar oluşturmakta. Yeni romanları izleyip, okuyan, sorgulayan onlar!

Ve tabii, yeni romanların çoğunu onlar yazıyorlar…

Yani bence ülkeden ülkeye bazı farklılıklar olsa da genel bir değişimden söz edilebilir.

Edebi kültürün zayıflaması bence de hoş bir şey değil. Çünkü edebiyat terbiyesinden geçmemiş insanların daha yüzeysel, dar, anlayışsız, esprisiz, sıkıcı olduğunu yaşayarak öğrenmiş bulunuyorum.

Bence okul müfredatlarına bir de bu gözle bakmak lazım. Kendisini kültürlü sayan herkesin asgari edebi kültüre sahip olması zorunlu sayılmalı. Her lise mezununun Çalıkuşu, Yaban, İnce Memed, Sinekli Bakkal gibi klasikleri okuduğunu varsayabilmeliyiz. Öğretmenlerin başta gelen bir görevi de “iyi okur” yetiştirmek olmalı.

Ben o açıdan çok şanslıydım. Temel okuma eğitimimi Bursa Erkek Lisesi’ndeki öğretmenlerimden aldım. (Muzaffer Gürses ve Mehmet Ertan’ı sevgiyle anıyorum!) Okumaya düşkün bir öbek genç delikanlıydık. Homeros’u, Sait Faik’i, John Steinbeck’i, Flaubert’i, Dostoyevski’yi o “abi”lerin teşvikiyle okudum. Yukarda adını saydığım romanları da… Okuduğum kitaplar sayesinde yurtdışı bursunu kazandım, 17 yaşımda kendimi Amerika’da buldum. Baktım orada da akıllı çocuklar harıl harıl okuyorlar.

Başarılı insanların biyografilerinden biliyorum ki, iyi okumuş olmak avantajı bugün de geçerlidir. Diplomalı hödük olmaktan kurtulmanın yolu okumaktan ve edebi kültür almaktan geçer.

Roman öldü mü?

Roman türünün ölüp ölmediği tartışması zaman zaman harlar. Ben, geç keşfedilmiş olsa da romanın öleceği ya da televizyon dizilerine sığınıp kalacağı kanısında değilim. Yazarken farkına vardım: Roman, istediğiniz yönde istediğiniz hızda koşabileceğiniz uçsuz bucaksız bir özgürlük çayırıdır. Orada her şey olabilir, yeter ki okuru inandırabilin. Şu kozmik bilinmezlik içinde bocalayan şaşkın insanın ona çok ihtiyacı vardır. Eminim vakti gelince daha çok sayıda genç erkek de bunu keşfedecektir: Amerika’da da burada da.

Yüzyıllık Yalnızlık

Romanın artık daha çok dizilere senaryo malzemesi olarak varlığını sürdürdüğü iddiasına gelince: Ne yazık ki kısmen doğrudur, ama faydası da vardır. Bazıları Dudaktan Kalbe’nin televizyon dizisinden aktarılarak yazıldığını düşünebiliyorlarmış. Olsun. Her “tür” kendi bacağından asılır. Ne iyi dizi kötü romanı kurtarır, ne de kötü dizi iyi romanı öldürür. Onlar farklı tanrılara hesap verirler.

Yazıyı bir itirafla bitireyim: Belki duymuşsunuzdur, Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” romanının dizisi Neflix’te gösterilmeye başlanmış. İnanır mısınız, onca yıldır o romanı hep “yarın yarın” diyerek yarım bıraktım. Ayıp tabii, ama affı mümkün. Dizi gösterime girince kitabı kütüphanemden çıkarttım, seyretmeye başlamadan önce okuyup bitireceğim. Sonra bakacağım: Bir: Romanın hakkını verebilmiş mi? İki: İyi bir televizyon dizisi olmuş mu?

Genç erkekler şimdilik ı-ıhh dese de Sezarın hakkı Sezar’a, romanın hakkı romana!