Hakan Okçal

06 Şubat 2025

Ortadoğu yeniden şekillenirken dikkatli adım atmalıyız!

Umalım Türkiye-Suriye ilişkileri bundan sonra kendi mecrası içinde tedrici olarak düzelme gösterir. Bu yolda ani mucizelere ihtiyaç yok. Ülke çıkarlarını esas aldığımız, ideolojik yaklaşımlardan uzak durduğumuz sürece başarı şansımız o ölçüde artar

Washington ve Ankara’ya iki önemli ziyaret

Salı günü Washington’a ve Ankara’ya iki önemli ziyaret gerçekleşti. ABD Başkanı Trump İsrail Başbakanı Netanyahu’yu, Cumhurbaşkanı Erdoğan da Suriye Geçiş Dönemi Cumhurbaşkanı Ahmet El Şara’yı ağırladı. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından hakkında soykırımdan dolayı tutuklama kararı bulunan Netanyahu, ülkesinde çok sayıda suçtan dolayı hakkında yasal soruşturma ve dava bulunan Trump’ın göreve geldikten sonraki ilk konuğu oldu.

Donald Trump ve Binyamin Netanyahu

Ülkemizde, BM’de ve Batı’da ismi hâlâ terör listelerinde yer alan Ahmet El Şara ise, Riyad’dan sonra ikinci resmi ziyaretini Ankara’ya yaptı.

Diplomaside birinci ziyaretler gelenekleri olan devletler bakımından anlam yüklüdür. ABD’de Başkanlar geleneksel olarak ilk dış ziyaretlerini İngiltere’ye yaparlar. İlk konukları da İngiltere Başbakanlarıdır. Çünkü İngiltere dünya yıkılsa ABD’nin vazgeçmeyeceği en önemli müttefiki ve partneridir. Ama Donald Trump geçen dönem ilk olarak Suudi Arabistan’ı ziyaret etmişti. Bu kez de Washington’da ilk olarak Binyamin Netanyahu’yu kabul ederek kendi gelenek kırıcılığından ayrılmamış oldu.

Bizim devlet geleneğimizde ilk ziyaretler hep “yavru vatan” KKTC’ye yapılır. İkinci sırada ise “bir millet iki devlet” olarak gördüğümüz Azerbaycan gelir. Ahmet El Şara’nın ilk ziyaretine anlam yüklemek elbette kabil. Şara ilk ziyaretini Riyad’a yapmakla ülkesinin parçası olduğu Arap dünyasına selam verdi. Bunu makul karşılamak lazım. Para da oradan geleceği için Riyad Şam bakımından çok önemli. Şara ayrıca Suudi Arabistan’da umre yaparak bir dini vecibeyi de yerine getirmiş oldu. Emevi Camii’nde namaz kılmak bizim liderlik için önemli olabilir. Ama Haremi Şerif’te namaz kılmak Şara için daha önemli.

Şara Riyad’dan hemen bir gün sonra Ankara’yı ziyaret ederek Türkiye’yi de kırmadı. Eşini yanına alarak Türkiye’ye ne kadar önem verdiğini vurguladı. Böylece iki ülke arasında yeni bir “kardeşim” dönemi başlamış oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Şara’nın davetine icabetle yakında Şam’ı ziyaret eder herhalde.

Trump Gazze bombasının pimini çekti  

Trump iktidara geldiğinden beri içerdeki şoklar bir yana, dünyanın her yerinde şiddetli sarsıntılar yaratıyor. Grönland, Kanada, Panama derken, kaçak göçmenlerin ülkelerine gönderilmeye başlanması ve Çin, Kanada, Meksika ve Avrupa’ya ilan edilen ticaret savaşları daha ilk salvolar. Bunların arkası gelecek. Ama Trump bombanın büyüğünü Netanyahu’nun ziyaretinde Gazze konusunda patlattı.

Trump’ın ziyaretten birkaç önce Gazzelilerin bir yıkıntı sahasına dönüşen bu kıyı şeridinden çıkartılarak Mısır ve Ürdün’e gönderilmelerinin en iyi çözüm yolu olacağı konusundaki açıklamaları yetmezmiş gibi, bunun üstüne bu kez, Gazze boşaltıldıktan sonra bu bölgeyi ABD’nin devralması gerektiğini vurgulayarak, buranın on-onbeş yıl içinde Ortadoğu’nun Rivyera’sı haline getirilmesi konusunda daha önce hiç dillendirilmemiş bir plan açıkladı. Bu plan hangi yönden yorumlanırsa yorumlansın aynı kapıya çıkar. Trump Gazzelilerin zorla göçe tabi tutularak başka ülkelerde iskân edilmelerini istemektedir (eski dildeki terminojiyle tehcir). Ve de yıkıntıların altında hala cenazelerin bulunduğu, soykırım suçu mahali Gazze topraklarına kupon arazi muamelesi yapmaktadır. Bunun ne uluslararası hukukla ne de insan haklarıyla, ne de vicdanla bağdaşır bir yanı var. Hoş, Trump aynı gün ülkesini BM İnsan Hakları Komisyonu’ndan çekerek insan hakları eleştirilerine kulak asmadığını da gösterdi.

Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap aleminden, Türkiye’den ve Batı’dan Trump’ın Gazze halkının topraklarından çıkarılması düşüncesine karşı yoğun tepkiler geldi. Lakin, bu tepkilerin ne kadar içten olduğu bilinmez. Mısır ve Ürdün yeni bir Nakba’ya ortak olmayacaklarını vurguladılar. Ama seslerinin pek gür çıktığı söylenemez. Netanyahu ile görüşmeden önce Beyaz Saray’daki “Oval Office”de gazetecilerin sorularını yanıtlayan Trump, Mısır ve Ürdün’ün tavırlarının hatırlatılması üzerine, Kolombiya ve Venezuella’nın da başta önerilerini (kaçak göçmenlerin gönderilmesini) kabul etmediğini ama sonra ikna olduklarını belirterek, bu konuda Mısır ve Ürdün’ü kolayca ikna edebileceğini ima etti. Trump, Venezuella ve Kolombiya’yı yaptırımla tehdit etmişti. Belli ki, ABD’den bol miktarda yardım alan Mısır ve Ürdün’ün bileklerini kolayca büküleceğini düşünüyor. Görüntüye aldanmamalı. Trump pek ala başarılı olabilir. Gazze halkının Arap dünyası içinde gerçek dostu olduğu çok şüpheli. Araplar, ne kadar tepki gösterir görünseler de Hamas’ın yarattığı problemlerin son bulmasına sevinebilirler de.  

Trump Gazzelilerin topluca veya küçük gruplar halinde başka ülkelere dağıtılabileceğini düşünüyor. Ülke ismi telaffuz etmedi ama aklında Türkiye de varsa, bu çok tehlikeli bir durum olur. Ankara daha birkaç gün önce İsrail’in rehin takasında serbest bırakıp Gazze veya Batı Şeria’ya kabul etmediği 15 Hamas savaşçısını kabul etti. Böylesi bir gelişme daha ortada yokken, bu olasılığın tehlikelerine T24’teki son yazımda dikkat çekmiş, bunun savaşı Türkiye’ye ithal etmek anlamına geleceğini ifade etmeye çalışmıştım. Sokaklarımızın İsrail’le Hamas arasında çatışma/suikast mahaline dönüşmesini istemiyorsak Gazze’den bir daha tutuklu kabul etmememiz lazım. Aynı nedenlerle, Trump’ın “ikna gücüne” kanıp Gazze’den mülteci de kabul etmemeliyiz. Bu öncelikle Gazze halkının haklarına saygısızlık olur. Ankara bu konuda hata yapmamalı.

Trump’ın önerisi Netanyahu için aynı zamanda siyasi bir can simidi anlamına geliyor. Ateşkes anlaşmasının ikinci aşaması gereği İsrail’in Gazze’den çıkması gerekiyor. Bu olursa Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyon ortakları hükümeti düşürecekleri tehditinde bulundular. Trump’ın planı Netanyahu’ya müzakereleri herhangi bir ABD yaptırımı ile karşılaşmadan sona erdirme fırsatı verecek. 

İsrail Batı Şeria’yı ilhak etmek istiyor

Bu satırların yazarı baştan beri Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının Netanyahu’ya İsrail topraklarını Filistinlilerden arındırmak için fırsat verdiğini ifade etmeye çalıştı. Sadece Gazze halkının tehcir edilmesi değil, Batı Şeria halkının da İsrail sınırlarının dışına çıkarılması konusunda bir plan adım adım uygulanıyor. Bu planın ilk aşaması Batı Şeria’da otonom yönetime son verilip, ilhak edilmesi olacak. Sonra Gazze’de ne yapıldıysa aynı senaryo hayata geçirilecek. Zaten şu anda vuku bulan bu. Jerusalem Post’ta çıkan bir habere göre Netanyahu ilhak planını Trump’a açarak Washington’da destek istemiş, ama Trump bunu kategorik olarak reddetmiş. Bir yandan Gazze boşaltılırken, bir yandan da Batı Şeria’nın ilhakının yük getireceğini düşündü her halde. Jerusalem Post’a göre Netanyahu ilhak planını ancak Suudi Arabistan’la İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi halinde erteleyebileceğini ifade etmiş.

Trump’ın Netanyahu’dan farklı düşündüğünü sanılmasın. Trump İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesi için elinden geleni yapacaktır. Bu Ortadoğu’da “Pax Trump-America”nın gerçekleşmesi için çok önemli.  Trump’ın bölgedeki Arap liderleri arasında en çok Veliaht Prens Muhammet Bin Salman (MBS) ile anlaştığı sır değil.

İran konusu

Trump-Netanyahu görüşmesinin üçüncü ana dosyasını Gazze ve Suudi Arabistan’dan sonra İran dosyası oluşturuyordu. Trump bu konuda Netanyahu’dan farklı düşünüyor. Netanyahu önleyici bir vuruşla (preemptive strike) son aşamaya geldiği tahmin edilen İran nükleer silah programına, Suriye’de olduğu gibi ölümcül şekilde zarar vermek isterken, Trump sonunun nereye varacağı meçhul böyle bir müdahaleye kategorik olarak karşı çıkıyor. Trump yaptırımlar yoluyla İran’ı dize getirebileceğine inanıyor. Bu anlayışla İran’a yönelik yaptırımları daha da sertleştirdi. Ama, mollalar cephesinde ılımlılara da kapıyı açık tutmaya çalışarak, o tarafa da havuç uzatmayı ihmal etmiyor. Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan Trump’ın hedeflediği ılımlı yetkililerden biri olabilir. Oval Office’te basınla yaptığı toplantıda İran’da çok sayıda akıllı ve makul insan olduğunu, bunların etkisiyle İran’ın nükleer silah programını terk etmesi halinde ABD’nin İran’la hiçbir sorununun kalmayacağını, ilişkilerin düzeleceğini belirtti. Trump’ın yukarıdaki sözleri İran’a ne kadar yansıdı bilinmez, ancak İran ağır bir siyasi ve ekonomik krizden geçerken etkili olacağından kuşku duyulmamalı.

Trump bir yandan İran’a havuç uzatırken bir yandan da sopa göstermeden edemedi. Bunu artık klasik Trump avrı olarak görmek lazım. ABD Başkanı bir soru üzerine Kasım Süleymani olayı nedeniyle bir suikaste maruz kalırsa İran’da taş taş üzerinde (obliterate) bırakılmayacağını da kayda geçirdi. Bu sözler İran’da kaşların kalkmasına yol açmıştır herhalde.

Trump-Netanyahu görüşmesinde Lübnan, Suriye gibi diğer Ortadoğu konuları üzerinde yukarıdaki üç konu kadar durulduğuna ihtimal vermiyorum. Esasen bu dosyalar üzerinde iki taraf da hemen hemen aynı görüşlere sahipler. Trump zaman zaman çelişkili konuşsa da ABD askerlerinin İŞİD’in yeniden hortlama ihtimali nedeniyle tümdem Suriye’yi terk etmesi mümkün değil. Türkiye’nin önerdiği gibi IŞİD teröristlerinin tutulduğu El-Hol gibi hapishanelerin SDG’den alınıp HTŞ’nin kontrolüne geçmesi ABD tarafından kabul edilebilecek bir seçenek olamaz. Daha yakın zamana kadar kendileri de IŞİD içinde yer almış olan HTŞ militanlarına IŞİD tutuklularını teslim etmek mantığa ters geliyor. Türkiye’nin PYD/YPG’ye karşı argüman geliştirirken bundan uzak durmasında fayda var.

Ahmet El Şara’nın Ankara ziyareti

Şara’nın ziyareti önemliydi. Her şeyden önce iki ülke arasındaki ilişkiler Cumhurbaşkanları düzeyine çıktı. İki Cumhurbaşkanı ülkeleri arasındaki dostluğu geliştirme ve her alanda iş birliği yapma kararlılıklarını ortaya koydular. Cumhurbaşkanı Erdoğan özetle, Türkiye için en önemli konunun Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması, Suriye’nin işleyen merkezi bir devlet yapısına kavuşması ve Suriye topraklarının terörden arındırılması olduğunu, Türkiye’nin siyasi, askeri, sosyal, ekonomik ilişkileri geliştirme ve alt yapının tekrar ayağa kaldırılması bakımından Suriye’ye her türlü desteği vermeye hazır olduğunu söyledi.

Muhammed Colani (Ahmet El Şara) ve Recep Tayyip Erdoğan

Şara ise ilk olarak, Suriye ve Türk halklarının istiklal savaşında kanlarının karıştığını söyledi. Muhtemelen kastı kendi örgütünün Esad yönetimine karşı verdiği mücadeleydi. Yoksa bizim İstiklal Savaşı’na Suriye’den verilen herhangi bir destek kayıtlarımızda geçmiyor. Şara diğer taraftan Türkiye ile ayrıcalıklı ilişkiler sürdürme ve iş birliği yapma arzusunu da vurguladı ama ayrıntıya girmedi.

İki tarafın açıklamalarından özellikle PYD/YPG’nin tasfiyesi konusunda henüz somut bir sonuç alınmadığı anlaşılıyor. Dışişleri Hakan Fidan’ın bir gün sonra AA ile yaptığı programda (Editör Masası) HTŞ’nin bu meseleyi uzlaşma yoluyla halletmek istediğini, HTŞ’ye güvenlerinin tam olduğunu söyledi. Anlaşlılan bu pilav daha çok su kaldıracak. Bu konuda Suriyelilerin kendi aralarında bulacakları çözüm bizim için de makbul olmalı.

Diğer yandan, Reuters tarafından bildirilen, Türkiye’nin Suriye’den hava üssü istediği yönünde taraflardan herhangi bir bilgi gelmedi. Bu hassas çok bir mesele. Zira Türkiye’nin Suriye’de hava üssü sahibi olması ve uçak uçurması, Suriye gibi bir kriz bölgesinde Türkiye’nin gereksiz çatışmaların içine çekilme riskini beraberinde getirir. Türkiye’nin böyle bir düşüncesi varsa bundan vazgeçmesinde sonsuz yarar bulunmaktadır.

Hakan Fidan AA’nın sorularını yanıtlarken Sayın Cumhurbaşkanı’nın iki ülke arasındaki donmuş sorunlara de değindiğini ifade etti. Eğer Sayın Cumhurbaşkanı, Şara ile yaptığı görüşmede Suriye’nin Hatay’la ilgili olarak öteden beri izlediği düşmanca tavrın ve Dicle ve Fırat üzerinde inşa edilen GAP barajlar sistemine muhalefetinin son bulmasını istediyse, çok isabetli davranmış demektir. Umalım yeni Suriye yönetimi önceki rejimden farklı davranır. Gerçek dostluk sözlere göre değil, böylesi kriterlere göre test edilir. Biz Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunurken ondan da bizim toprak bütünlüğümüze saygılı davranmasını beklemek hakkımızdır. Aynı şekilde biz Suriye’nin alt yapısı için destek vadederken, ondan da bizim alt yapı, sulama, tarım ve enerji projelerimize olumlu bir yaklaşım beklemek yine hakkımızdır.   

Umalım Türkiye-Suriye ilişkileri bundan sonra kendi mecrası içinde tedrici olarak düzelme gösterir. Bu yolda ani mucizelere ihtiyaç yok. Ülke çıkarlarını esas aldığımız, ideolojik yaklaşımlardan uzak durduğumuz sürece başarı şansımız o ölçüde artar. 

Arslan Hakan Okçal kimdir?

Emekli Büyükelçi.

1954 yılında İstanbul’da doğdu.

İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi.

1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi.

1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı.

1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu.

Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı.

Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi.

2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.

Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi.

Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir.

2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor.