Dünyanın gözü ABD Başkanlık seçiminde
Adaylar başa baş
5 Kasım’daki ABD başkanlık seçimlerine üç haftadan kısa bir süre kalmış olmasına rağmen sonuçlar hakkında kimsenin berrak bir fikri yok. Kamuoyu yoklamalarında Demokrat Parti’nin adayı Kamala Harris ülke çapında Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump’a karşı az bir farkla önde gözüküyor. Ama bu, sandıklar açıldığında Harris’in ipi göğüsleyeceği anlamına gelmiyor. Bunun birkaç nedeni var. Birinci neden, ABD’de başkanlık seçimleri ikinci seçmenlerin oylarının yarıdan çoğunun elde edilmesine göre belirleniyor. Genel oy çokluğuna göre değil. Başkan seçilmek için 538 üyeli “Electoral College”ı oluşturan ikinci seçmenlerden 270 oy almak gerekiyor. Eyaletlerin oy ağırlıkları farklı olduğu için ülke çapında oyların çoğunu almak her zaman Electoral College’da çoğunluk getirmiyor. 2016 seçimlerinde Hillary Clinton’ın Trump’a kaybetmesinin nedeni buydu. İkinci neden, ABD’deki kamuoyu yoklamalarının aynen bizde olduğu gibi güvenilir olmaması. ABD’de kamuoyu şirketleri bizdeki gibi genellikle liberal (sosyal demokrat) adayları daha güçlü gösterme eğilimindeler. Trump’ın gerçek seçmen desteği kamuoyu yoklamalarından daha yukarıda olabilir. Üçüncü neden ise adaylar arasındaki oy farklarının marjinal olması. Bu yüzden adayların son bir iki hafta içindeki performansları nihaî sonuçlar üzerinde etkili olabilecek.
ABD’de eyaletlerin oy verme eğilimleri birkaç eyalet dışında genellikle değişmiyor. İki kampın kemikleşmiş eyaletlerden aldıkları oy ağırlıkları hemen hemen aynı. Seçim sonuçları esas olarak “salıncak” veya “savaş alanı” olarak adlandırılan, oy verme eğilimleri değişen Michigan, Nevada, Pennsylvania, Georgia, Kuzey Carolina ve Arizona eyaletleri tarafından belirlenecek. Özellikle aralarında en çok ikinci seçmene sahip Pennsylvania’nın seçim sonuçları üzerinde etkili olması bekleniyor. Bu yüzden her iki aday da kampanyalarını bu eyaletler üzerinde yoğunlaştırmış bulunuyorlar.
Seçim kampanyalarında en çok tartışılan konular ekonominin durumu, işsizlik, enflasyon, kaçak göçmenler, adî suç ve uyuşturucu ile mücadele, kürtaj, kamu sağlığı, sosyal güvenlik, eğitim, kadın, çocuk ve LGBT hakları gibi halkın günlük yaşamını doğrudan etkileyen konular. Trump ekonomi, suç ve kaçak göçle mücadele gibi alanlarda seçmene daha fazla güven verirken; Harris kadın hakları, eğitim ve sağlık gibi konularda taraftar topluyor. Cumhuriyetçi seçmenler Trump’ın skandallarından fazla etkilenmiş gözükmüyor. Geçen dönemlerdeki gibi onu küçümseyen, alaya alan medya da ortalarda fazla gözükmüyor artık. ABD seçmeni Trump’ı başkanlık makamı için daha deneyimli buluyor ama fevri çıkışlarından ve kurumlarla çatışmasından tedirginlik duyuyor. Buna karşılık Harris, deneyimsiz bulunmakla beraber, seçmen gözünde daha öngörülebilir ve uyumlu bir siyasetçi profili çiziyor.
Cumhuriyetçi Parti adayı Trump ve Demokrat Parti adayı Harris
Adaylar arasındaki mücadele, önemli bir sürpriz olmazsa son ana kadar başa baş geçecek. 2020 seçimlerindeki gibi “savaş meydanı” eyaletlerinde seçim sonuçlarına itirazlar, yeniden oy saymalar ve mahkemeye gitmeler görürsek şaşırmamalı. Umalım bu kez iş karakolda bitmez. Ama geçen seçimlerde hile yapıldığına inanan Trump taraftarları çok bilenmiş durumdalar. Bu yüzden 6 Ocak Kongre baskını gibi bir kalkışmanın tekrarlanması pek âlâ mümkün. Böyle bir vukuat, zaten pulları dökülmüş ABD’nin elinden demokrasi bayraktarlığını iyice alır ve uluslararası arenada Çin-Rusya-İran-Kuzey Kore ve diğer otoriter ülkeler kampının değirmenine su taşır. O zaman Ukrayna ve Orta Doğu krizleri nedeniyle zaten yerle bir olan kurala dayalı uluslararası sistem ve liberal dünyanın üstünlüğü iddiaları hepten yıkılır.
Uluslararası meseleler
Uluslarası meseleler, öteden beri ABD seçim kampanyalarında pek gündeme gelmez. Joe Biden adayken en tartışılan konular yaşı, kırdığı potlar ve bir dönem daha başkanlık yapıp yapamayacağıydı. Demokratik Parti’nin ağır toplarının baskısıyla Biden çekilip Harris, temmuzda aday olduktan sonra kampanyalar daha ziyade iç meseleler üzerine yoğunlaştı. Harris, deneyimli olmadığı dış politika alanında tartışmalara özellikle girmekten kaçındı. Buna karşılık Trump, Ukrayna ve Gazze krizlerinin kendisi başkan olsaydı baştan çıkmamış olacağını söyleyerek işi kişiselleştirmeye çalıştı. Şimdi de iktidara geldikten 24 saat sonra Ukrayna Savaşı'nı bitirebileceğini ileri sürüyor. Ama ortaya bir plan koyabilmiş değil. Zaten sorulduğunda da bir plana değil, bir düşünceye sahip olduğunu ama şu anda bunu açıklarsa etkisinin kaybolacağını söylüyor.
Ukrayna Savaşı
Ukrayna konusunda Trump krizin başından beri bu ülkeye verilen yardımların ABD için boşa giden kaynaklar olduğunu ileri sürdü. Şu ana kadar Ukrayna’ya yapılan ABD yardımları 175 milyar dolar civarında. ABD en son Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski'ye F-16 uçakları, ağır muharebe tankları ve balistik füzeler verdi. Özellikle balistik füzelerin verilmesinden sonra Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin kendi topraklarının bu füzelerle vurulması halinde Rusya’nın kendini NATO ve Batı ile savaş haline bulacağını ve tepkisinin buna göre olacağını söyleyerek ABD’yi ve Batı'yı nükleer silah kullanmakla tehdit etti. Rusya, Batı'yı daha önce de tehdit etmişti. Ancak bu son tehdit öncekilerden çok daha ciddiye alındı. Batı'nın Ukrayna Savaşı’nın daha fazla tehlike saçmadan bitirilmesi için çare araması gerekecek. Bu konuda Trump, Kremlin üzerindeki etkisi nedeniyle, Kamala Harris’ten daha fazla şansa sahip gözüküyor.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski ve Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump
Gözlemciler Trump’ın kafasında bugünkü cephe hattının ateşkes hattı olarak kabul edildiği, Ukrayna topraklarının yüzde 20'sini Rusya’ya bırakan, Ukrayna’nın NATO üyesi olmayacağının taahhüt edildiği bir anlaşma olduğunu düşünüyorlar. Böyle bir anlaşmayı bugünkü Zelenski Hükûmeti kabul eder mi, Putin’in iştahını yatıştırır mı, NATO dayanışması üzerindeki etkileri ne olur, bunlar ayrı tartışma konuları.
Muhtemelen Zelenski Hükûmeti düşer, yerine yeni bir hükümet kurulur, Ukrayna’nın NATO üyesi olmayacağının taahhüt edilmesi ve Putin’in saldırganlığının ödüllendirilmesi, NATO üzerinde olduğu gibi, ABD’nin Avrupa’daki liderliği üzerinde de olumsuz etkileri olur. Ama bu sakıncaların Trump’ı düşündürdüğü yok. Çünkü baştan itibaren elini Avrupa’dan yıkamak istiyor. Bu durumda Avrupalıların kendi başlarının çaresine bakmaları gerekecek. Böylesi bir durum uluslarası sistemde Soğuk Savaş’tan sonra karşılaşılan en ciddi kırılma teşkil eder.
Harris’in ise Ukrayna Krizi’nden çıkış konusunda belli bir yol haritası yok. ABD savaşın devamı için Ukrayna’yı daha ne kadar destekler ve ne kadar daha risk alır meçhul. Müstakbel Harris iktidarı için yegâne umut Rusya’nın yorularak krizin bugünkü statü ile sona ermesi olabilir. Şu andaki gidişat da buna işaret ediyor. Ne Rusya ne de Ukrayna cephe hatlarında ileleme kaydedebiliyorlar. İki taraf da oldukça yoruldular. Savaş bu şekilde sonuçlanırsa, Trump’ın kafasındaki çözüm gecikmeyle de olsa gerçekleşir. Bunun ABD’ye getirisi, liderliğinin ve NATO dayanışmasının fazla örselenmeden krizden çıkmak ve Putin’in iştahına gem vurmak olur. Ama karşılığında nükleer savaş riskini göze almak gerekiyor.
Ortadoğu krizi
Ortadoğu krizi konusunda da Trump, Biden iktidarını suçlarken meseleyi kişiselleştirdi. İran ve bölgesel müttefiki Hamas ve Hizbullah’ın, Biden yönetiminin zayıflığından cesaret alarak İsrail’e saldırma cüreti gösterdiklerini, kendisi iş başında olsaydı asla buna cesaret edemeyecelerini söylüyor. Ancak krizden çıkış için Trump’ın bir önerisi yok. Trump, Harris’e nazaran daha fazla İsrail yanlısı. ABD Büyükelçiliği'ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşımakla övünüyor. Damadı Jared Kushner’in çabasıyla Arap rejimlerinin İsrail’le uzlaşmaları konusunda İbrahim Anlaşmaları süreci de onun dönemimde başlamıştı. Trump iktidara yeniden gelirse Ortadoğu krizinde ABD’nin İsrail’e daha yakın bir tutum alacağı kesin. Harris’in de seçimi kazanması halinde daha farklı davranacağı beklenmiyor. Harris dışarıya karşı İsrail’i söylemde eleştirse dahi ABD’nin tüm olanaklarını zorlayarak onu desteklemeye devam edecektir. Biden yönetiminin son günlerinde Harris’in de onayı ile İsrail’e dünyadaki en gelişmiş hava savunma sistemi olan THAAD bataryaları göndermesi bunun en sağlam kanıtı. Olası bir Trump iktidarının Harris iktidarından yegâne farkı İsrail’in İran’ın nükleer tesislerinin vurulması konusunda elinin tutulmaması olabilir. Esasen, şimdiye kadar İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun her dediğini yaptığı düşünülürse, Harris’in bu konuda ne kadar güçlü olabileceği de meçhul.
Çin’le ilişkiler
Harris ve Trump kampları arasında Çin’le ilgili politikalar konusunda da büyük farklar yok. Çin konusundaki mevcut ABD tutumunu geçmiş iktidarı döneminde Trump belirledi. Trump’ın bu ülkeden gelen mallara yüksek gümrük vergileri ve kota kısıtlamaları uygulayarak başlattığı ticaret savaşını Biden devam ettirdi. Trump mevcut seçim kampanyası boyunca Çin mallarına yüzde 60'ın üzerinde vergi koyacağını açıkladı. Harris ise Çin’den gelecek elektrikli arabalara yüzde 100, solar panellere ise yüzde 50 vergi konulacağını açıkladı. Her iki yönetim altında da ticaret savaşları devam edecek.
Biden döneminde Çin’le ilişkilerin yumuşaması beklenirken, Tayvan konusunda Çin’in agresif tavrı nedeniyle iki ülke ilişkileri hayli gerildi ve aralarındaki iletişimde kopukluklar yaşandı. Biden’ın son döneminde diyalog kapıları bir ölçüde aralandıysa da Ukrayna ve Ortadoğu krizleri, Çin’i QUAD ve AUKUS gibi örgütler aracılığı ile çevreleme siyaseti nedeniyle iki ülke ilişkileri eskiye nazaran hayli çatışmalı bir hal almış bulunuyor. Buna bir de Biden’ın Hong Kong, Uygur Bölgesi ve Tibet’teki insan hakları ihlallerini eleştiri konusu yapmasını eklemek lazım. Harris bu konularda pek konuşmasa da Biden’ın politikalarını devam ettireceğini varsaymak doğru olur. Trump’ın da bu konularda fazla alternatifi bulunmuyor.
Türkiye ile ilişkiler
Seçim kampanyası boyunca her iki aday da Türkiye ile ilgili herhangi bir söz telaffuz etmediler. Trump’ın geçmiş dönemindeki tutumunda değişiklik beklemek için bir neden yok. Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile sık sık telefonda görüşmüş olsa da ondan Türkiye’ye karşı dostça bir yaklaşım beklemek hayalcilik olur. Özellikle Sayın Erdoğan’ın Hamas lehindeki ve İsrail aleyhindeki söyleminin Trump kampında olumlu bir etki bırakması mümkün değil.
Sonuç itibarıyla Trump, Türkiye’yi Rus S-400 füzeleri nedeniyle CAATSA yaptırımları kapsamına alan ve F-35 yeni nesil uçak projesinden çıkartan lider. Trump’ın aynı zamanda Erdoğan’a meşhur “aptal olma (don’t be a fool)" mektubunu yazan lider olduğunu da unutmamak lazım. Trump’ın Türkiye aleyhinde aldığı kararların olumsuz sonuçlarını hala yaşıyoruz. S-400’ler depoda atıl vaziyette tutulurken Türkiye, büyük Orta Doğu Savaşı’nın çıkması beklenen şu günlerde etkili hava savunma sistemlerinden ve yeni nesil savaş uçaklarından mahrum. ABD Kongresi’nden izin çıkan eski nesil F-16 uçakları dahi gelmiyor. F-35 projesinden çıkarılmamızın bize maliyeti sadece Ege’de ve Orta Doğu’da savunma zafiyetine uğramamız değil. Aynı zamanda 10 milyar doların üzerinde bir maliyet kaybına ve onun çok ötesinde anlam taşıyan, bu uçakların üretiminde ve bakım hizmetlerinde pay alacak olmamızdan dolayı teknolojik birikim kaybına uğradık. CAATSA, ABD’nin hasımlarına karşı uygulanan bir yaptırım manzumesi. Bu yaptırımlara maruz kalan ülkeler Rusya, İran, Çin vs... İlk kez bir NATO üyesi CAATSA yaptırımlarına maruz kaldı. Trump iktidarından bu yana Türkiye resmen hasım bir ülke olarak ABD nezdinde herhangi bir güvenilirliğe sahip değil. Bu tavrı Biden yönetimi de devam ettirdi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken daha Biden iktidara gelmeden bir yıl önce Türkiye hakkında “sözde müttefik” ifadesini kullanıyordu. Bu kez yeni Bir Trump veya Harris iktidarı döneminde ABD nezdindeki itibarımızı yeniden kazanabileceğimiz ve uğradığımız maddi ve teknolojik kayıpları telafi edebileceğimiz meçhul.
Öte yandan Orta Doğu’da kartlar yeniden karılırken ne Trump’ın ne de Harris’in Suriye konusunda YPG’yi Türkiye lehine terk edeceği sanılmamalı. Bugünlerde başlatılacağı rivayet edilen yeni çözüm sürecinin karşılığında Cumhurbaşkanı'nın bir kez daha seçilmesine olanak verecek anayasa değişikliklerine tevessül etmek yerine, Türkiye’de demokrasinin sınırları genişletilse daha iyi olur. Zira çözüm kapalı kapılar ardında değil demokraside bulunabilir.
Türkiye’nin güvenilir bir müttefik sayılmaması Doğu Akdeniz ve Ege’deki dengeleri de etkiledi. ABD, Ege’de gözettiği Türk-Yunan dengesini bir yana bırakarak tercihini ve ağırlığını Yunanistan’dan yana koydu. Dedeağaç’ta ABD’nin büyük bir lojistik üs kurması, Yunanistan’la ABD’nin ortak ikili veya Türkiye’nin dışarıda tutulduğu NATO tatbikatları düzenlemesi ve Yunanistan’a Türkiye’nin dışlandığı F-35 uçaklarının verilecek olması hep bunun göstergeleri. ABD’nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY( ile bir savunma iş birliği anlaşması imzalaması ise Türkiye’nin hiçe sayılmasının en uç örneği.
Bu konularda ne müstakbel Harris ne de Trump yönetiminin farklı davranacağını beklemek gerçekçi. Kaybedilen bu mevzilerin geri alınması için Türkiye’nin yeni bir iktidara ihtiyacı olacak.
Arslan Hakan Okçal kimdir? Emekli Büyükelçi. 1954 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokula Almanya’da başladı. Darüşşafaka Lisesi’ni (1973) ve AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü (1977) bitirdi. 1978 yılında Dışişleri Bakanlığına girdi. 1981-2001 yılları arasında Bingazi ve Münster Başkonsoloslukları, NATO Daimi Temsilciliği, Bonn ve Berlin Büyükelçiliklerinde sırasıyla Muavin Konsolos, Konsolos, Müsteşar, 1. Müsteşar ve Elçi Müsteşar olarak bulundu. NATO’daki görevinden önce 1989 yılında Roma’da NATO Savunma Koleji’nde eğitim aldı. 1992-95 yıllarında Gümülcine’de Başkonsolosluk yaptı. 2005-2008 yılları arasında (ECOWAS ve aralarında Gana ve Kamerun’un da bulunduğu 9 Batı ve Orta Afrika ülkesine nezdinde de akredite olarak) Nijerya Federal Cumhuriyeti; 2008-2010 yılları arasında, o günkü ismiyle Makedonya Cumhuriyeti nezdinde Büyükelçi olarak bulundu. Merkezde Amerika Dairesi Başkanı (1995-1997), Araştırma Genel Müdür Yardımcısı (2001-2003), NATO İstanbul Zirvesi Proje Koordinatörü (2004) ve Orta Avrupa ve Balkanlar Genel Müdürü (2010-2013) olarak görev yaptı. Yurtdışında en son 2014-2017 yılları arasında Güney Kore nezdinde Büyükelçi olarak görev yaptı. Seul’de bulunduğu süre boyunca Kuzey Kore’de nezdinde de akredite Büyükelçi olarak görevliydi. 2018 yılında kendi isteğiyle emekli oldu. Emekli olduktan sonra bir yıl Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Dört yıl Marmara Üniversitesi’nde ve bir yıl Fenerbahçe Üniversitesi’nde diplomasi dersleri verdi. Dış politika alanında araştırma, yayın ve eğitim çalışmaları yapan düşünce kuruluşu Ankara Politikalar Merkezi üyesidir. 2021-2023 yılları arasında Gazete Duvar’da konuk yazar olarak makaleleri yayınlandı. 2024 yılının başından bu yana T24’te yazıyor. |